18 Temmuz 1923 yılında Ankara İstasyonu’ndaki Cumhurreisliği Kalem-i Mahsus Binası’nda hararetli bir tartışma yaşanıyor.
Vekiller, Teşkilat-ı Esasiye’nin tadili amacıyla müzakereler yapıyor. Kazım Karabekir’in müzakerelerin ikinci günü tesadüfen orada bulunduğu bir sırada Tevfik Rüştü Bey şöyle diyor; ”Ben kanaatimi Meclis kürsüsünden de haykırırım kimseden korkmam! Teşkilat-ı Esasiyemizde dinimiz apaçık yazılmalıdır!”
Kazım Karabekir, “Teşkilat-ı Esasiyemizde zaten dinimizin İslam olduğu yazılıdır.” Tevfik Rüştü Bey, “Hangi kanaati haykıracaksın? ”diye sorunca onun yerine Mahmut Esat Bozkurt söze atılır; “Evet, Hıristiyanlığı! Çünkü İslamlık terakkiye manidir! Bu dinle yürünmez ve kimse bize ehemmiyet vermez!”
Tabii bu sözlerle tartışma iyice alevlenir ve ortam gerilir. Bir ara Fethi Okyar söz alarak şöyle der: “Evet Karabekir! Türkler İslamlığı kabul ettiklerinden böyle geri kaldılar ve İslam kaldıkça da bu halde kalmaya mahkûmdurlar. Bunun için İslam kalmayacağız!”
Tartışma devam ediyor ancak bu kadarı niyetlerini anlamamız açısından kâfi.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu ile devam edelim. Hani yere göğe sığdırılamayan şu büyük(!) eğitimciyi! Siz onun eğitimci olduğuna bakmayın ona namı diğer Martin Luther diyenler bile vardı.
1928 yılında Vakit Gazetesi’ne yazdığı bir yazıda; “İbadet lisanı Türkçe olmalıdır, mabetlere ayakkabı ile girilebilir ayrıca camilerde musiki serbest olmalıdır ve sıralar tesis edilmelidir” türünden reform önerilerini sıralar.
Bu arada Reşit Galip sadece öğrenci andının yazarı değildi bir kesim eğitimcinin önünde saygıyla eğildiği bu zat aynı zamanda “Müslümanlık: Türkün Milli Dini” başlıklı bir çalışma da hazırlamıştı. Ve hafızların eline Arapçadan Fransızcaya ondan da Türkçeye çevrilen Kuran’ları tutuşturmakla meşguldü.
Bunları neden anlatıyorum? Çünkü bu zihniyet üzerine bir eğitim sistemi inşa edildi. Bu bakımdan Tevhid-i Tedrisat Kanunu 19. yüzyıl dönemi ulus devletçi sistemlerin estirdiği “tekçi” anlayışın bir ürünü olarak hala karşımızda durmaktadır.
Toplumun ne düşündüğünü, neye inandığını, hangi dili konuştuğunu aldırmaksızın çocuklarını resmi ideolojilerinin bağımlısı yapmaya kaktılar.
Hal böyle olunca ideolojik eğitimin kıskacında ruhsuz, imansız, tarihsiz, şuursuz nesiller yetişmeye başladı. İnsanın kendini bilme, insanlığını gerçekleştirme kanallarını tümden yok ettiler.
Bu bakımdan hep derim; ideolojik eğitim insan fıtratına yapılmış ciddi bir müdahaledir. Çünkü yapay korkular üretir ve bu korkunun, nefretin ve tekçi anlayışın nesilden nesile aktarılmasında öncü rol oynar.
Okullar da vesayetçi üreten birer fabrika gibi işlev görür. Dolayısıyla eğitim zihinleri tasnif etmeye kalkar ve bireyi belirli bir kalıba sokmaya çalışır. Bu da karmaşık ve merhametsiz bireylerin yetişmesi anlamına gelir.
Başka bir deyişle farklı inançlara, mezheplere, ırklara, dillere ve düşüncelere karşı hoşgörüsüz insanların yetişmesine imkân tanır. Sadece farklı inançlara da değil kendi inancına, tarihine, kültürüne yabancı insanların yetişmesinde de öncü rol oynar.
Bakınız bugün AK Parti kurulduğunda doğan bir çocuk, 19-20 yaşlarında. Yani doğumundan gençliğe doğru uzanan bir hayatın içerisinde…
KONDA’nın yaptığı bir araştırma vardı. Bu araştırmaya göre son 10 yılda kendisini ‘dindar muhafazakâr’ olarak nitelendiren gençlerin oranı yüzde 28’den 15’e gerilemişti. Buna benzer farklı araştırmalar da mevcut.
Bir ara yazımda Profesör Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun şu ifadelerine yer vermiştim;
“15 Temmuz’dan bu yana benim odama 17 tane başörtülü deist bile değil tanrıtanımaz öğrenci gelip benimle bu konuları konuştular. Başörtülü öyle geleneksel de değil bildiğin başörtülü.”
“Efendim, bunlar tüm gençleri kapsamaz münferit hadiselerdir” diyorsanız yanılıyorsunuz.
Dindar nesil yetiştirme gayesi güden Sayın Cumhurbaşkanına evvela başından beri ideolojik, tekçi, tarihsiz, ruhsuz, buraya ait olmayan bir anlayışla tesis edilen eğitim sistemine dikkat kesilmesini rica ediyorum.
Eğer anketler, muhafazakâr, dindar bir hükümet döneminde gençlerin gittikçe değerlerinden uzaklaştığı sinyalini veriyorsa; burada yapılacak iş, bir avuç genci Ayasofya’da sabah namazına götürerek böyle bir sorunun olmadığını kanıtlamak değil, milyonlarca çocuğun zihnen tutsak tutulduğu eğitim kurumlarını sil baştan reforme etmektir.
Amerika ile yapılan Fulbright anlaşmasına göre kurulan komisyonun görevi, Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin müfredatını yani programını belirlemekti. Projenin mimarı da dönemin ABD başkanı Truman’ın meşhur doktrinini “eğitim ve kültür” alanında projelendiren kişi olan senatör William Fulbright’tı.
İşte sorunu buralarda aramak lazımdır. Bu konuya devam edeceğiz…
okuyarak anlamaya çalışıyorum sizi ve görüşlerinizin türk toplumuna fayda ve zararlarını selam ve saygıyla. hüdaver yıldırım emekli müftülük memuru çumra-konya 05353126070