Son yıllarda eğitim camiasının yöneticileri, özellikle milli eğitim müdürleri, görünmekten oldukça çok zevk alıyorlar, zira sosyal medya onların adeta mekânı oldu. Proje yapmak modasıyla birlikte, dokunmak, halka inmek gibi kibirli bir söylem de eğitim yöneticilerinin belirgin özelliği oldu. Kitap okuyan, bir fikir sahibi, dava sahibi olan yöneticilerden ziyade ilkokul dördüncü sınıf öğrencisinin bile yapabileceği etkinlikleri, düşünceleri proje diye ortaya koymalar ve bunları sergilemeler artık moda. Sempozyum, konferans, çalıştay gibi bilimsel etkinlikleri arkadaşlarıyla sohbet yaparken karar veriyorlar, 10-15 gün önceden üniversitelere üst yazı yazarak kendi belirledikleri konuda “öğretim görevlisi” istiyorlar. Öğretim görevlisinin hazırlığı olmuş-olmamış sorun değil, gelsinler, gazetelere verecekleri demeçlerde unvanları sıralasınlar yeter.
Sıradan bir okul ziyaretini, bir öğrenciyle muhabbeti, kişisel hobilerini sergileme sadece sosyal medyalarında yer almıyor, yerel gazetelerde bile haberleştiriliyor. Ellerinde gelse ulusal gazetelerde bile yayınlatacaklar ama neyse ki o kadar gücü yok çoğunun. Yaptıkları ufacık bir etkinliği, kimsenin umurunda bile olmayan bir durumu sosyal medyalarından, kurumun sitesinden duyuruyorlar, hatta MEB Bakanını, Cumhurbaşkanını etiketleyerek, ta oralardan aferin bekliyorlar. Kim bilir belki büyükşehirlerin milli eğitim müdürü olmak, genel müdür olmak hatta MEB Bakanı bile olma hayali kuruyorlar ve tüm bu görünürlüklerini bu emelleri için yapıyorlardır.
Bu yöneticilerin eğitime dair temennileri de küreselci eğitimcilerin diliyle benzer. Bunlara göre öyle bir insan yetiştirilmeli ki dünyanın her yerinde iş sahibi olabilmelidir. Gelişmiş ülkelerle rekabet edebilmelidir. Teknolojiyi çok iyi kullanabilmeli, İngilizceyi bilmeli, insan hakları ve demokrasi konusunda yetişmiş olmalı, takım çalışması yapabilmeli, problemlerini çözebilmelidir. Kendisini sürekli geliştirmeli, mümkünse iki ya da üç dil bilmelidir. Pazarlama tekniklerinde mahir, iletişim kurmada profesyonel, proje alışkanlığı gelişmiş, istihdama elverişli “donanımlara” sahip olabilmelidir. Bu “donanımlara” yeterince sahip olamayan öğrenci yetersiz, bu “donanımları” vermeyen okul başarısız, yine bu “donanımları” öğrencilere sağlayamayan öğretmen de kalitesizdir. Batı da bu “donanımları” sağlayabildiğinden dolayı başarılıdır. Tabi bu beklentiler, medyadan ya da sosyal medyadan öğrendikleri aforizmalardan oluşuyor.
Önemli adam olmak istiyor bizim yöneticiler. Değer, bunlar için, değerler eğitimi diye ezberledikleri şeyden ibaret. Bu nedenle değerli insan olmak amaçları değil, önemli adam olmak istiyorlar. Çünkü önemliliği makam verir ona. Değer ise kendi kendine kattıklarından oluşur.
Ciddi bir sıkıntı bu müdürlerin görünme sevdaları. Gerçi sadece eğitim müdürlerinde değil bu durum, hemen her kurumun yöneticisinin hali böyle. Bunlar da gösteriyor ki ciddi bir kaht-ı rical sorunu var.
Bu tür şeylerin bir eğitimciye yakışmaması bir yana en hafif tabirle ayıp şeyler aslında. Ama kimsenin ayıbı dinleyecek hali artık yok. Vakarlı, alçak gönüllü, ince, nazik, ağırbaşlı yöneticiler artık maalesef yok.
Oysa bizim geleneğimizde yöneticinin ortalıkta fazla görünmesi iyi değildir, görünmemelidir. O icraatını yapar, çekilir odasına. Bu kadar. Olması gereken bu. Bundan gayrısı ayıptır hatta riyadır. İşler bir başkası aferin desin diye değil, herkesin gözünde önemli adam olmak için değil, herkes senden bahsetsin diye değil, sadece Allah rızası için yapılır. Seküler bir dille de söyleyecek olursak, mevzuatın verdiği sorumlulukları yerine getirmek için yani görev olduğu için yapılmalıdır. Görevini yapanı alkışlamak, bozulmuş toplumun özelliğidir. Cemil Meriç’in dediği gibi, “iyilik yapan mükâfat beklediğinde an tefecidir.”
Evet, işler artık Allah rızası için değil, hüsn-i niyetle değil, makam sahibi olmak için, önemli adam olmak için yapılıyor. Ayrıca bizim eğitim sistemimizin en büyük sorunu yukarıda sayılan “donanımlar”dır. İnsanın dış dünyada rekabet edebilir hale getirmekten başka bir işe yaramayan bu donanım sevdası eğitim, ruhlarda yarattığı tahribatla, kültürün ve hayatın sonunu getirmek üzere.
Unutmayalım ki eğitimci, her şeyden önce ahlakçıdır. Nurettin Topçu’nun ifadesiyle cephedeki asker gibidir. Ama asla şovmen veya stendapçı ya da komedyan değildir. Son sözü rahmetli M.Akif söylesin:
‘Muallimim’ diyen olmak gerektir imanlı,
Edepli, sonra liyakâtli, sonra vicdanlı.
Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü büyük.”