5 Nisan 1990 İşgalci Çin ordusunun bir Ramazan ayında Doğu Türkistan’ın Kaşgar vilayetine bağlı Aktu ilçesi Barın kasabasında gerçekleştirdiği soykırımının 35. Yıldönümüdür.
Kızıl Çin devletinin Doğu Türkistan’da başlattığı “Aile planlaması” adı altındaki doğum yasağının kaldırılması ve Doğu Türkistan’a Çinli yasa dışı yerleşimcilerin gelişinin durdurulması konusunda yapılan taleplerin reddedilmesi üzerine Ziyaeddin Yusuf Liderliğinde Barın halkı tarafından başlatılan insancıl eylemlere işgalci Çin güçleri tarafından silahla orantısız güç kullanılarak cevap verilmeye çalışılmasıyla olay bir savaşa dönüşmüştür.
Durumun gittikçe aleyhine geliştiğini gören Çin yönetimi, bölgeye 22750 silahlı asker, tanklı birlikler, helikopterler ve uçaklar sevk ederek bölgeyi abluka altın almış ve 20 bin nüfuslu Barın kasabasına doğru büyük bir taarruz başlatarak, kasabayı yerle bir etmiş ve soykırım niteliğinde bir katliam gerçekleştirmiştir.
İşgal edilen ve soykırıma tabi tutulanlar Müslüman olunca tıpkı 7 Ekim 2023 gününden itibaren Siyonist İsrail tarafından 18 binden fazlası, çocuk, 12 binden fazlası kadın olmak üzere 51 bin Gazze’li şehit edilen, 115 binden fazlası yaralanan, 2, 5 milyonu zorla yerlerinden edilen meskenleri, hastaneleri, mabetleri, okulları, üniversiteleri ekmek fırınları, su kaynakları yıkılarak enkaza çevrilen, ekmeğe suya, ilaç gibi sağlık, temel gıda ve ihtiyaç maddelerine erişimleri engellenen Gazze halkına uygulanan vahşet ve soykırım karşısında yine Avrupası, Asya’sı ve işbirlikçi İslam coğrafyası tarafından nasıl suskun kalınmış ise 1990 yılında Çin tarafından Barın halkına uygulanan vahşet ve soykırımına da suskun kalınmıştır.
Kuruluşundan 4 yıl sonra 1949 yılında Kızıl Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgal edilen Doğu Türkistan Cumhuriyeti halkı 76 yıldan beri Çin işkencesi altında özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi verdiği gibi, yine aynı şekilde Filistin halkı da Siyonist İsrail’in zulüm ve işkencesi altında 77 yıldan beri özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi vermektedir. Dünyada hiçbir millet Uygur Türkleri ve Filistin halkı kadar uzun süre zulme maruz kalmamış ve yine dünyada hiçbir millet bu kadar zulüm ve işkence görmesine rağmen bağımsızlık ve özgürlük yolunda direnç gösterememiştir.
Doğu Türkistanlı Uygur Türkleri işgal altında kaldığı 1949 yılından beri süreç içinde Çin zulmüne karşı 500’den fazla milli ayaklanma gerçekleştirmiş, bu ayaklanmaların en önde gelenlerinden birisi de 5 Nisan 1990 yılındaki 7 aylık çocuğa 77 merminin sıkıldığı, 9 köyün, 9 kasabanın tarihten silindiği, yüzlerce bebek, çocuk, kadın, erkek yaşlı demeden masun insanların şehit edildiği, binlerce insanın tutuklandığı Bar’ın Milli Kurtuluş Hareketidir.
7 Ekim’den bu yana Siyonist İsrail tarafından Gazze’de sürdürülen ve güncelliğini koruyan soykırım karşısında unutulmaya ve unutturulmaya çalışılsa da Kızıl Çin’in Uygur Türkleri ne karşı acımasız soykırıma halen sürdürülmektedir. Uygur Türklerine uygulanan katliam, zulüm ve işkenceler Birleşmiş Milletlerin soykırımı tanımına tıpa tıp uyduğu halde ne yazık ki, BM’nin 3. Komitesi 18 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği oturumda, BM üyesi olan aralarında tek Müslüman ülke olan Arnavutluk dahil 51 ülke tarafından imzalanan bir mektupla Çin’in Doğu Türkistan’daki soykırım politikalarını ve insan hakları ihlallerini durdurma ve kınama çağrısı yapılabilmiştir.
Bugün dünyanın birçok bölgesinde özellikle Filistin, Lübnan, Suriye, Yemen, Bangladeş, Arakan gibi İslam coğrafyalarında; savaş, işgal veya başka sebeplerle zulme maruz kalan ülkelerin ve toplumların varlığı bir gerçektir. Ancak Doğu Türkistan’ın özerk Uygur bölgesinde farklı bir zulüm örneği yaşanmaktadır. Bu bölgenin dünya ile iletişimi koparılarak, kapalı bir devre usulü ile burada hunharca insanlık dışı katliam icra edilmektedir. “BM Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Komisyonu” tarafından hazırlanan rapora göre özerk Uygur bölgesinin dev bir gözetim kampına dönüştürüldüğü açıkça ifade edilmesine rağmen ne yazık ki BM ve Uluslararası kuruluşlar Çin’in sürdürdüğü insanlık dışı soykırım politikalarını engelleyecek bir adım atmamaktadır.
Son zamanlarda dünya konjonktürü de dikkate alınarak, Almanya, ABD, İngiltere ve Fransa, Haiti, Monako ve Honduras’ın da aralarında da bulunduğu 39 ülke, toplama kamplarında zorla tutulan 3 Milyon Müslüman Uygur Türkünün serbest bırakılması konusunda çaba sarf ederken, Türki Cumhuriyetlerinin, İslam ülkelerinin ve İslam İş birliği Teşkilatının Çin ile siyasi ve ticari çıkarları bahane edilerek, milyonlarca insanın katledilmesine, zulüm ve işkence görmesine göz yumulmaktadır.
2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en ağır insanlık suçlarının işlendiği ve 3 Milyon Uygur Türkünün zorla tutulduğu toplama kampları, Çin halk Cumhuriyeti tarafından dış dünyaya “Aşırı ırkçılığı ortadan kaldırma, yeni beceriler kazandırma ve mesleki eğitim kampları olarak tanıtılmaktadır. İnsanca ve özgürce yaşamaktan başka hiçbir arzusu olmayan bu mazlum milletin verdiği bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi de Kızıl Çin tarafından terörist bir eylem olarak değerlendirilmektedir.
Çin zulmü sebebiyle ülkelerini terk etmek zorunda kalıp başka ülkelere sığınan ve kendi yakınlarından haber alamayan Uygur Türklerinin; kendi soydaşlarının çektiği sıkıntıları dile getirmek, için gösterdikleri gayretler de Çin ile imzalanan “suçluların iadesi antlaşması” veya Çin’in diplomatik kuşatmasının etkisi yüzünden ne yazık ki bulundukları ülke yönetimleri tarafından terörist faaliyet olarak değerlendirilmektedir.
2017 yılında Çin ile ülkemiz arasında imzalanan ve parlamentoya sunulan ve 22 Maddeden oluşan suçluların iadesini öngören Anlaşmanın 3. Maddesinde, iadesi talep edilen kişiye sığınma hakkı tanınması halinde talebin reddedileceği ifade edilmektedir. Her ne kadar Türk hükümeti anlaşmanın “Uygur Türklerini kapsamadığını ifade etmiş olsa da; Çin hükümetini ilgilendiren ülkemizde Uygur Türklerinden başka milletlerin olmadığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Oysa ki, Mezkûr anlaşma maddelerinin içinde Uygur Türklerinin kapsam dışı bırakıldığına dair bir madde de bulunmamaktadır.
Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, Henüz TBMM’ de görüşülmeyen Çin ile Türkiye arasında imzalanan suçluların iadesi anlaşmasının ana konusu Çin açısından ülkemize sığınan Uygur Türkleridir. “Çin’de Türkiye’yi tehdit eden Türkiye’de siyasi suçlu olup Çin’e sığınan bir kişinin olup olmadığı da bizce meçhul bir durumdur. Ancak Türkiye’de yaklaşık 50 bin kadar Uygur Türkü bulunmaktadır. Bunlar arasında Türk vatandaşı olup ikamet hakkı elde edenler olduğu gibi özellikle 2000 yılından sonra Türkiye’ye sığınıp hala vatandaş olamayan ve ikamet hakkı alamayan Uygur Türkleri de da bulunmaktadır. Bunlar Çin’in baskısından dolayı zaman, zaman evlerinden alınıp karakollara götürülüp hesaba çekilmektedir.
Doğu Türkistan’da yaşayan 35 milyon soydaşımız ve dindaşımız; özellikle 11 Eylül 2001 yılından sonra küresel güçler tarafında dünya çapında başlatılan “terörizme karşı güç oluşturma” furyası da bahane edilerek, Çin Uygur Türkleri üzerindeki baskısını giderek artırmakta, “Eğitim Kampı” adı verilen ancak gerçekte işkence ile cezalandırma ve asimile kamplıları olan yerlerde 3 Milyon civarında Uygur Türkü halen işkenceye tabi tutulmaktadır.
Uygur Türklerinin Nüfus yoğunluğunun azaltılması D. Türkistan’ın özerk Uygur bölgesinde demografik yapının Çinliler lehine değiştirilmesi için, bölgeye Çinliler yerleştirilmekte, erkekler iğne ile kısırlaştırılmakta, kadınlar zorunlu kürtaja ve doğum kontrolüne tabi tutularak nüfus planlaması adı altında bebekler daha ana karnında iken katledilmektedir. Kürtaj ve doğum kontrolüne karşı çıkan kadınlar ailelerinden koparılarak, zorla tecavüz edilmekte ve cinsel istismara tabi tutulmaktadır.
Aileleri toplama kampına alınan çocuklar ise, yatılı okul ve yetimhane görünümlü çocuk kamplarında beyinleri yıkanarak birer Çinli gibi yetiştirilmekte, toplama kamplarına alınan erkeklerin evlerine ise Çinli memurlar yerleştirilerek mahremiyet ayaklar altına alınmaktadır. İnsanca yaşamayı talep eden bağımsızlık yanlısı aydınlar ve sivil toplum önderleri keyfi bir şekilde idam edilmektedir. Velhasıl Doğu Türkistan’da sadece zulüm yoktur. 35 milyon Uygur Türkünü yok etmeyi hedefleyen bir soykırım vardır.
Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz böylesine yalnızlık içerisinde Çin zulmüne karşı onur mücadelesi verirken, yine bir avuç Gazze’li Mücahitler 7 düvelin destek verdiği İsrail’e karşı var ya da yok olma savaşı içindeyken D. Türkistan’ın ve Gazze’nin yanında olamadığımız gibi, üstüne üstlük Çin mallarını tüketerek ve Siyonist İsrail’e ile ticari, siyasi, askeri ve diplomatik ilişkiler sürdürülerek dindaşlarımıza ve soydaşlarımıza sıkılan kurşunların onların üzerlerine atılan bombaların maliyetleri bizlere ödettirilmektedir.
Doğu Türkistan da olduğu gibi Gazze Konusunda çok ciddi bir yol ayırımındayız. Siyonist İsrail bir taraftan attığı bombalarla Gazze halkını bebek, çocuk, kadın yaşlı demeden hunharca sözde uygar dünyanın gözü önünde katlederken, diğer taraftan temel gıda ve ihtiyaç maddelerinin ekmeğin, suyun, ilacın giriş ve çıkışını yasaklayarak 2,5 Milyon Gazze halkını toplu ölüme mahkum etmektedir.
Bütün bu olup bitenler karşısında kınamanın ötesinde Katil İsrail’i durduracak fiili bir adım atmayan uluslararası kurum ve kuruluşlar, İslam ülkelerinin liderleri ve önderleri bu vebalin altından nasıl kalkacaklar? Atılan bombalarla bebeklerin, çocukların, kadınların cesetleri parçalanarak göklere savrulurken bu sorumlular acaba başlarını yastığa koyup nasıl rahat uyutabilecekler? Vicdanlarını nasıl susturacaklar? Her şeyden önemlisi Allah’a nasıl hesap verecekler?
Filistin’de ve D. Türkistan’da özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde can veren şehitlerimizi rahmetle anıyorum. İşgalci güçleri ve işbirlikçilerini lanetliyorum 6.4.2025
Mustafa KIR
Hocam çok güzel bir yazı fikrinize aklınıza sağlık Allah yar ve yardımcımız olsun