Dr. Hasan YILDIZ – DERSAÂDET YAZILARI-3
Osmanlı medreselerinin ıslâhında ilk adım 1910 senesinde atılabilmişti. 12 Şubat 1910 tarihinde Fatih Tabhâne Medresesinde büyük bir merasim tertip edildi. Başta Sadrazam Hakkı Paşa olmak üzere devletin üst düzey yöneticilerinin iştirak ettiği bu merasimde medreselerde uygulanacak ders programının yeniden düzenlenerek yeni/modern bilim dallarıyla alakalı derslerin müfredata dâhil edileceği duyurulmuştu.
İlan edilen düzenlemenin iki boyutu bulunmaktaydı; birincisi medreselerdeki eğitim usûlünün yeniden düzenlenmesi, ikincisi ise ders programına ilave edilen ve fünûn-ı cedide adıyla anılan modern bilimlerin okutulacağı müstakil dershanelerin açılmasıydı. Şeyhülislamlığın eğitim-öğretim işlerinden sorumlu biriminin üst yöneticisi olan Ders Vekili Halis Efendi’nin bu merasimde yaptığı konuşmasında; ‘Medâris-i İslâmiyyemizin usûl-i tedrîsini ıslâh ile beraber fünûn-ı hâzıraya âit dersleri ilâve ediyoruz.” şeklindeki açıklamasından anlaşıldığına göre; bir taraftan medreselerde uygulanan eğitim usulünde iyileştirmeye ve yenileşmeye gidilecek, diğer taraftan ise çağdaş eğitim kurumlarında okutulmakta olan yeni/modern bilimler kapsamındaki derslerin programa ilâvesi sağlanacaktı.
Böylece ilk ders programında yer alan Hesap, Hendese, Cebir, Coğrafya, Kitâbet ve İnşâ gibi derslere kısa bir süre sonra Malumât-ı Sıhhiye, Usûl-i Tahrîr, Kitâbet-i Husûsiyye, Kitâbet-i Resmiyye gibi derslerin ilavesi sağlandı.
Bahse konu merasimden yaklaşık iki hafta sonra yayımlanan Medâris-i İlmiye Nizamnâmesi’yle II. Meşrutiyet döneminde medreselerde gerçekleştirilmek istenen düzenlemelerin yasal ilk adımı atıldı. Bu nizamnâmeye kadar medreseler herhangi bir yazılı mevzuata bağlı olmaksızın yönetiliyorlardı. Diğer bir ifadeyle medreseler arasında birliktelik söz konusu olmadığı gibi eğitim-öğretim ve yönetime dair belirlenmiş bağlayıcı ilkeler de mevcut değildi. Her bir müderris, mütevellinin belirlediği çerçeve içerisinde kendi tercih ve arzusuna göre medreseyi yönetir, eğitim-öğretim faaliyetlerini kendi önceliğine ve teamüllere göre yürütürdü.
Mezkûr nizamnâme gereği yeni/modern bilimler kapsamındaki derslerinin okutulacağı dershaneler belirlenecek ve medreseler semtleri itibarıyla bu dershanelere bağlanarak yeni program uygulamaya konulacaktı. Eğitim süresi dokuz ay olarak belirlenen medreseler için dersler Cuma günü dışında günde üçer ders olmak üzere planlanacak, eskiden olduğu gibi sabah ve ikindi vakitlerinde ise İslâmî İlimlerin eğitimi için câmi derslerine devam edilecekti.
Fatih Tabhâne Medresesinde düzenlenen merasimde yapılan duyuru, başta ilmiye çevreleri olmak üzere kamuoyunda ve basın-yayın dünyasında olumlu karşılanmıştı. Kısa süre içerisinde, medrese öğrencileri fünûn-ı cedîde kapsamındaki derslere aşırı ilgi göstermiş fünûn derslerin
okutulması için açılmış olan dershaneler öğrencilerle dolup taşmıştı. Hatta sakalı beyazlamış ve yaşı ilerlemiş olanların dahi bu yeni dersleri can kulağıyla dinledikleri müşahede ediliyordu.
Öte yandan asırlık ömre sahip geleneksel mimarî yapıdaki medrese binaları, öğrencilerin ikamet ve barınma ortamlarıydı. Büyük çoğunluğu asırlar öncesinin ihtiyaçlarına ve mimarî yapısına göre inşa edilmiş olan medreselerin 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde öğrencilerin eğitim-öğretim ve barınma ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde olmadıkları görülüyordu. Eğitim-öğretimdeki yeni gelişmelere uygun bir tedrisatın mevcut medrese binalarında gerçekleştirilmesi ise çok güçtü.
Nitekim yeni düzenlemeyle birlikte açılan dershanelerin mefruşatı sadece kuru bir hasırdan ibaretti. Başta Sultanahmet Kurrahâne Dershanesi olmak üzere hasırlar üzerine oturan öğrenciler soğuk kış günlerinde büyük zorluklar yaşamaktaydı. Kaldı ki ufacık dershane, iki yüz öğrenci mevcutluydu. Bir teftiş raporuna göre dört ya da beş metrekare genişliğinde ve en fazla yirmi-otuz öğrenciyi alabilecek kapasitede olan Kaba Halil Dershanesinde sınıf mevcudu 150 öğrenciye ulaşmaktaydı. Balık istifi dizilse öğrencinin ancak üçte birini alabilecek olan sınıfta 150 öğrencinin eğitim görmesinin mümkün olmadığı belirtilen raporda derslik olarak belirlenen mekânın aynı zamanda müdür odası olarak kullanılması nedeniyle odada bulunan müdür masası ve ayrıca ısınmak için kurulmuş olan soba bütün bir dershaneyi işgal etmekteydi. İç duvar sıvaları ise tamamen dökülmüş olan dershanenin pencere önleri ise soba odunlarıyla doldurulmuştu. Bu nedenle dershane ışık almamaktaydı.
Öte yandan câmi derslerine devam eden bazı öğrencilerin programa konulan yeni dersler aleyhinde tavır takındıklarına da şahit olunmakta, bu öğrencilerin (Fatih Camii Külliyesinde) Sefîd Çifte Ayak Dershanesindeki serilmiş hasırlara zarar vermeleri nedeniyle hasırların kullanılamaz hâle geldiği görülmekteydi.
Genel bir değerlendirmeyle medreselerin ve dershanelerin büyük çoğunluğunda aşağı yukarı benzer manzaralarla karşılaşılıyordu. Dershaneler ise eğitim araç ve gereci ile diğer donanımlar açısından hiç de iç açıcı durumda değildi. Ders kitabı konusunda büyük sıkıntılar çekilmekteydi. Coğrafya dersi için bırakın yerküreyi, harita bile mevcut değildi. Diğer yandan müderris ve muallimlerin derslere düzenli girmemeleri ve yerlerine vekil görevlendirmesi yapmaları nedeniyle sağlıklı bir eğitim-öğretimden bahsetmek neredeyse mümkün değildi. Eğitim kadrosunun yetersizliğine ilişkin pek çok teftiş raporunun tanzim edildiğine de şahit olunmaktaydı.
İstanbul’daki medreselerde yaşanan bu sıkıntılara karşın, gerçekleştirilen düzenlemelerin sadece İstanbul medreseleri kapsaması nedeniyle taşra ilmiye çevrelerinden sitemkâr açıklamalar yükseliyor, kendi medreselerinde de aynı programın uygulanması yönünde talepler geliyordu. Ancak İstanbul’da hedefine ulaşmayan düzenlemelerin taşraya yaygınlaştırılması ise asla mümkün görülmüyordu.
Netice itibarıyla Tanzimat döneminden itibaren medreselerde baş gösteren ıslâh ihtiyacının yaklaşık bir asra yakın süre ertelenmiş olması pek çok problemin yaşanmasına neden olmuştu. Bir taraftan yeni düzenlemelere aşırı rağbet söz konusuyken, diğer taraftan yaklaşık bir asır öncesinin fiziki ve beşerî donanımına sahip bir medrese teşkilatının yeniden yapılandırılmasının güçlüğü apaçık ortaya çıkmıştı.
1910 senesinde gerçekleştirilen düzenlemeyle sıçrama yapması umut edilen medreseler için büyük bir hayal kırıklığı yaşanmıştı. Ancak yaşanması mukadder olan bu hayal kırıklığı bir sonraki düzenlemeler için önemli bir tecrübe olacaktı. Nitekim öyle de oldu. 1914 senesinde kapsamlı ve esaslı düzenlemelerle küllerinden doğan yeni/modern bir medrese modeli olarak Dârülhilâfetilaliyye Medresesi inşa edildi. Bir sonraki yazıda Osmanlı Eğitim Modernleşmesinde Dârü’l-Hilâfeti’l-Aliyye Medresesi ile devam etmek dileğiyle…