8 Eylül 2025 itibariyle eğitim- öğretim yılı yeni okul formaları ve “Orman Yangınlarına Karşı Yeşil Vatanı Koru” açılış dersiyle başlıyor.
Yirmi beş yıl öğretmenlik yapan biri olarak biliyorum. Okulların en telaşlı olduğu hafta birinci haftadır. Açılış töreninde ses sese karışır. Açılış dersi ciddi konular için uygun değildir. Öğrenciler okulu tanıma, yeni sınıf ortamına alışmak, ders kitaplarının teslimi vs sebeplerle birinci hafta okullar için ‘ölü hafta”dır. Öğretmenlerin ders programı bile kesin değildir. Dolayısıyla hayati önemi haiz konuları geçiştirmek gibi olur.
Uyum haftası bundan dolayı yerinde bir şeydir. İkinci haftayı kurtarmaya yarar.
Yirmi beş yıl öğretmenlik yaptım. Hiçbir yıl giriş dersi matematik, yabancı dil, tarih, felsefe, din kültürü olmadı. Matematik, fen bilimi dersleri ve yabancı dildeki başarısızlığa bakarak önemine binaen ilk derslerin sırasıyla bunlardan biri olmalı değil mi ? Olmaz. Çünkü bu derslerin önemini herkes bilir ve ilk derslerde öğrencileri sık boğaz etmemek gerekir. Zaten ilk günlerin, açılış derslerinin dinlenme oranı ve ilgisine uymaz.
Yeşil Vatan tercihinin yerindeliği ancak diğer derslerle tamamlanırsa mümkün olur. Çünkü okullarda Çevre Eğitimi ve İklim Değişikliği ders olarak okutuluyor. Dersin veriliş şekli ve içeriği fevkalade önemli. Çünkü okullarına dönmüş öğrencileri yangınlardan sorumlu tutan bir dil tehlikesi var. Fakat yaz tatiline girerken yerinde bir uyarı olabilirdi.
Bizim teklifimiz öğrencilerin; Türkçenin zenginliği, kıvraklığı, düzgün konuşulup yazılması, okumanın dilimize olan katkısıdır.
Okullar yaz tatilinde olsa da LGS ve YKS sınav sonuçlarındaki başarısızlık ve yetersizlikler sebebiyle kamuoyu 12 yıllık zorunlu eğitimi tartışmaya açtı. Üstüne lise ve üniversite diplomalarındaki, yüksek lisans ve doktora derecelerindeki sahtecilik eklendi. Bu sayede yurt dışında da (Avrupa-ABD) benzer usulsüzlüklerin olduğunu öğrenmiş olduk. Rahatladık!
Diploma, yüksek lisans ve doktora sahtekârlığının adli yönünü ilgili mercilere bırakarak, yüksek lisans ve doktora tezlerin şaibeli olmayanların bile ilim ve fikir dünyamıza artı değer katmadığına dair akademisyen görüşlerine dikkat çekmek istiyoruz.
Liselerin 2+2 mi 3+1 mi tartışması bağlamında söylemek isteriz ki Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli müfredatın dumanı daha üstünde ve bütün sınıf seviyelerinde denenmemişken böyle bir arayış abestir. Böyle bir değişiklik, ortaöğretim müfredatının sil baştan olması demektir. Bu tartışma müfredata olan güveni sarsar. Herkes kabul ediyor ki esas eğitim lise eğitimidir. İyi bir lise eğitimi; dil ve tarih şuuru, milli kimlik, dinî ve genel kültür bakımından üniversiteye ihtiyaç bırakmaz. Orhan Veli, La Fontaine’den, Mallarme’den çevirdiği o muhteşem şiirleri liseden öğrendiği Fransızca ile yapmıştır. Emre Kongar “Şişli Terakki Lisesinde aldığı eğitim ve okuduğu klasikler sayesinde 1. sınıfta birçok dersi çalışmadan geçmiştir. Aynı rahatlığı ABD’de de yaşamıştır. (Herkesten Bir Şey Öğrendim, Nehir Söyleşi). Can Yücel, Şekspir’den 66. Sone’yi; Melih Cevdet Anday E. A. Poe’den Annabel Lee’iyi İngilizce’yi; A. Kadir Mevlana’dan Mesnevi ve Rubaileri Farsçayı iyi bildiği için değil; Türkçeyi iyi bildiği için muhteşem çevirmiştir.
CB Erdoğan, 2002’den beri bulunduğu bütün pozisyonlarda eğitim ve öğretime en büyük desteği verdi. Bakanların ve bürokrasinin bu konudaki bütün tekliflerine sahip çıktı. Bu bağlamda en son Türkiye Yüzyılı Maarif Modelinin ve Milli Eğitim Akademisinin yürürlüğe girmesini sağladı. 2002’den bu yana denenmedik sistem, müfredat kalmadı. Dolayısıyla Türkiye Yüzyılına bilgi, kültür ve donanım bakımından gençlere çok ihtiyaç olacak; bunun için ülke sathında liseler bir zamanların İstanbul Erkek Lisesi, Kabataş Lisesi, Ankara Erkek Lisesi gibi okulların seviyesini hedef almalı, Bakanlık lise eğitimini gözden çıkardı izlenimi verilmemelidir.
Böyle diyorum ama yukarıda adı geçen ve LGS’de çok tercih edilen akla gelebilecek diğer liselerde 40-60 arasındaki seviyesinde olduğunu iddia etmiyorum. Bu liselerin tamamen YKS başarıları ölçü alınarak tercih edildiğini herkes biliyor.
İstihdamın hukuk, sağlık, eğitim ve güvenlik dışındaki branşlarda daraldığı göz önüne alınırsa modern teknoloji ile donatılan meslek liseleri bir zamanların (Erkek Sanat Okulu, Olgunlaştırma Enstitüsü) seviyesinden aşağı olmamalıdır. Temel branşlar dışındaki fakültelerin eğitimi açık öğretimde mümkün hale getirilmelidir. Böylece diploma sahibi olmak için usulsüzlük yapmaya gerek kalmayacaktır. Paydaşlar denilen kurum ve kişiler de eğitim sisteminin bir parçası oldu artık ve eğitim gerçekten bu paydaşların dahil olduğu bir süreçle işliyor. Medya, üniversiteler, sosyal medya, küçüklü büyüklü partiler “iç güçler” eğitime müdahil olmakla kalmıyor dış güçler de (UNICEF, AIHM, TIMSS, TEOFL, OECD)izleme raporları ile eğitim sistemimizde önemli yönlendirmelerde bulunuyorlar. Evrensel güç odaklarının hareket noktası kendi değerini evrensel değer olarak lanse etmekte toplanıyor. Dış dünyaya ait güç merkezleri eğitim ve öğretim işlerini öyle bir hale getirdiler ki yerlilik ve millilikten vazgeçmeden evrensel olmazsınız diyorlar.
Bu zehirin panzehiri Türkçedir. Geleceğimizin teminatı olan gençleri bizzat geleceğimizi tehdit eden bireyler olarak kendi elimizle yetiştirir hale gelmemek için ana dil ile okur-yazar, konuşur, anlar-anlatır öğrenciler yetiştirmek zorundayız. Nutuk Türkçesi, Safahat Türkçesi, Yahya Kemal, A. Şinasi Hisar, Esendal, Ahmet Haşim, Mütareke Dönemi Edebiyatı Türkçesinin okur, yazar, anlar, anlatır hale getirmeden İngilizce öğretim, dil olarak kendimize, kültürümüze ihanettir. Türkçe ve Edebiyat derslerinde hikaye, şiir, roman ve diğer edebi türleri sadeleştirilmiş metinlerden okutmak, Namık Kemal’in dilimize ve fikir dünyamıza kazandırdığı “hürriyet”i özgürlük; millet’i ulus olarak değiştirmek 1000 yıllık Türkçeye ve Türk Edebiyatına ihanettir.
İngilizce öğretemiyoruz çünkü Türkçe öğretemiyoruz. Bir ülkede herkesin ağzında “Çocuklarımız 500-600 kelime ile konuşup yazıyor, 500-2000 kelime seviyesinde İngilizceyi nasıl öğretebiliriz” sözleri sakız olduysa işe İngilizceden değil Türkçeden başlamak gerekir. Esas soru şudur: Öğrencilerimizin 500-600 kelimesi içinde milli kültürümüze ait kelime oranı nedir? Uydurma denilen “Ataç Türkçesi”ne ait kelime sayısı nedir? Türkçenin Söz Varlığı projesi öncelikle bunu tespit etmelidir.
Bakan Tekin’in (17 Ağustos 2025) İngilizce öğretmenleri ile yaptığı toplantıda “ Sınavlarda, İngiltere’de aynı seviyedeki öğrencilerin bilmediği İngilizce gramer kurallarını soruyoruz” demekle sorunun bir kısmını gördüğünü söyleyebiliriz. Ancak esas sorun ölçme değerlendirme içeriğini değiştirmekle çözülmeyecektir. Yapay zeka yardımı ile roman, hikaye ve bilimsel eserlerin tercüme edilip basıldığı bir dönemde yeni nesil de asgari iletişimi bu teknikle karşılayabilir. Dolayısıyla öncelik dilimizde olmalıdır. Çocuklarımıza yapay zeka yoluyla Türkçe öğretemeyiz. Öğrencileri yabancı dilden önce; Türkçe okur, yazar, anlar, anlatır hale getirmek gerekiyor. Üzülerek söyleyelim ki Maarif Modelinin Türkçe ve Türk Edebiyatı müfredatı bu konuda yetersizdir. Liseler 2+2, 3+1 de olsa bu araçlarla istenilen sonuç elde edilemez. Bunun için ilk düğme doğru iliklenmeli ve bütün branşlarda bir Türkçe seferberliği düzenlenmelidir. Önemine binaen söylüyoruz ki öğretmenler Akedemi tarafından Alfons Daudet’nin “Son Ders” öyküsünde öğrencilere verdiği şuurla yetiştirilmelidir. Prusyalılar, Alsace’ı işgal edince Almanca’dan başka dillerin öğretimini yasaklar. Öğretmen, öğrencilere “Bugün son dersimi yapıyorum zira dilimiz yasaklandı. Sevgili öğrenciler Fransızca’nızı sakın unutmadan geliştirin çünkü dilinizi koruduğunuz müddetçe hürriyetin anahtarı elinizdedir” der.
Evet, dilimiz, Türk yazısı denilen hattımız hürriyetimizdir, hürriyetin anahtarıdır.
Bakanlık, bu yıldan itibaren öğretmen adaylarını Milli Eğitim Akademileri vasıtasıyla kendisi yetiştirecek. Muhalefet partileri, bir takım sendikalar ve basın organları “göreceksinizbundan da istenilen sonuç çıkmayacak” beklentisi vetemennisini açıkça söylüyor. Okullara gittiğinde idareci, öğretmen, veli ve öğrencilerin bütün dikkatlerinin akademi mezunu öğretmen adaylarının üzerinde olacaktır. Yani dağ, fare doğurmamalıdır. Aksine keşke bu zamana kadar neden geç kaldık dedirtmelidir. Maarif Modeli Müfredattan ve Milli Eğitim Akademisinin eğitime müdahil olmasından da sonuç alınmazsa Türkiye Yüzyılı diye bir hedef sözde kalacaktır ve eğitimde tekrar başa dönmek tartışılacaktır. Bakan Tekin’in geçen yıl için “İlk konumuz Çanakkale’den Gazze’ye Bağımsızlık Ruhu ve Vatan Sevgisi olacak” açıklamasına “Yusuf Tekin istediği kadar anırsın, ben Çanakkale’yi anlatır geçerim Gazze beni ilgilendirmez” diyen ve Maarif Modeline sahip çıkmayan öğretmen profili var ki bu da eğitimdeki hedefleri olumsuz etkiliyor.
Görüldüğü gibi bütün düğüm Osmanlı’nın Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin “Şu mektepler olmasaydı Maarif’i ne güzel idare ederdim.” sözünde. Çünkü Maarif Modelini içselleştiren muallimlerin varlığından şüpheliyim. İnşallah 2025-26 bu güzelliğin başlangıcı olur. Yeni öğretim yılı herkese hayırlı olsun.
Kâmil Yeşil