İsmet İnönü, “Milli terbiye istiyoruz. Sizin vereceğiniz terbiye dini değil milli, beynelmilel değil millidir. Sistem bu! Bu konuda yapılan her cahilane itiraz ve teşebbüs de bertaraf edilecektir” diyerek startını vermişti.
Sonra “benim dinim ulusalcılıktır” şiarıyla eğitim hayatını tanzim eden bir kanun çıkarıldı. Ve Tevhid-i Tedrisat eksenli bir eğitim sistemi inşa edildi.
Memiş Okuyucu “Türkiye’de Şehirli Dindarlık” kitabında bu meseleyi detaylı bir biçimde analiz ediyor.
Milli Eğitim Bakanı katıldığı bir televizyon programında; “Eğitimin reforma ihtiyacı yok. Okul, öğrenci, öğretmen sayımız arttı. Bazılarının eğitimde kötüyüz iddiası doğru değil” dedi.
Ben öyle düşünmüyorum. Çünkü eğitimi evvela bir zihniyet sorunu olarak ele alıyorum.
19. yüzyıl dünyasının paradigmasına göre tesis edilen eğitim anlayışında geçmiş tarihi ve kültürel miras maalesef reddedildi. Osmanlı padişahları dönemin ders kitaplarında “Bütün milletin kan ve ter içinde kazanıp vergi diye verdiği parayı kendi keyfine savuran. Yalnız kendi keyfi, kendi dileğiyle is gören, canları istediği zaman yabancı devletlerle harbe giren insanlardı.”
Hatta “ Son Osmanlı padişahı Vahdettin yalnız Türkiye için değil, bütün dünya için bir hıyanet numunesiydi.”
Fransız düşünür August Comte’nin sistemleştirdiği “pozitivizmden” etkilenerek aklı ve bilimi kutsallaştıran ve bu doğrultuda bir yaşam anlayışı dayatan, toplumu kontrol etme ve yön verme tekelini elinde tutarak kendi gibi olmayan hemen her türden inanca ve fikre şans tanımayan tekelci bir anlayış inşa edildi.
Bu da eğitim aracılığıyla yeni nesillere aktarıldı. Bu aktarım hala devam ediyor dersek abartmış sayılmayız.
Türkiye maalesef bugüne kadar “eğitimin” yol açtığı ve açacağı zarar-ziyanı/tahribatı hesap edemedi. Anlaşılan o ki hala bu meseleye mesafeli yaklaşıyor.
Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Eğitim Bakanı ile aynı görüşte değil. O, topyekün bir eğitim öğretim reformunu savunuyor. “Türkiye kuru kuruya batıcılık saplantısı yanında, pek çok sapkın ideoloji ve akımın zehrine de maruz kalmış bir ülkedir” diyerekhHer okul seviyesinde öğretime ağırlık verilirken eğitim kısmının ihmal edildiğini ifade ediyor.
Ben de bu konuda kendisine katılıyorum ve hala eğitimin köklü bir reforma ihtiyacı olduğunu söylüyorum.
“Bugün CHP iktidar olsa değiştirilmesinde mahsur görmeyeceği hangi bakanlık vardır?” diye bir sual etsek buna cevabınız ne olurdu? Eğer cevabınız “evet” ise burada bir problemin olduğunu da kabul etmiş oluyorsunuz. Anlayacağınız ciddi bir sorunla karşı karşıyayız.
Bizim şöyle bir problemimiz var. Türkiye’de eğitim denilince akla hala “başarı” geliyor. Eğitimin bireyin içsel dünyasının şekillenmesinde oynadığı rol sürekli ihmal ediliyor.
Diğer taraftan sıra, masa, akıllı tahta, tablet, derslik, öğretmen yetersizliği alanında yapılan çalışmalar da elbette mühim ancak bunlar topyekûn sorunu ortadan kaldırmıyor.
Bilindiği gibi klasik eğitim anlayışı, derinlikten uzak, bürokratlar tarafından önceden planlanmış ve dört duvar arasına hapsedilmiş devlet tekelinde varlık bulan bir eğitim anlayışıdır.
Türkiye ise eğitimde bilgeliğe, derinliğe, yer vermemekte ısrarcı davranmaktadır. Eğitim hala bireyin soru sorma, sorgulama, sentez yapma, özgün, özgür, eleştirel düşünme yetilerini köreltmekte ve kendini bilme yollarını tıkamaktadır.
Hakikatin peşinde koşturan bir nesil yerine itaatkâr, tek bir ideolojiyi hayatlarının yegâne verisi olarak kabul eden, derinlikten uzak bilgiyi bir selpak mendil gibi kullanıp atan bir nesil yetiştirme hedefi gütmektedir.
Bu yüzdendir ki Türkiye’nin ciddi bir intelijansiya sorunu vardır. Okul, hayatı mekanik dümdüz bir çizgiden ibaret sayan içi boş insan üretme fabrikalarına dönüşmüştür. Bu fabrikadan imal edilen ürünlerin insan ve değerlerine dair elbette söyleyebilecekleri hiçbir şey yoktur.
Bu yüzdendir ki yapılması gereken buraya özel, özgün, özgür, tarihi ve kültürel birikimiz üzerine inşa edilen yeni bir eğitim anlayışını hayata sokmamız gerekiyor. Darbe dönemlerinde çıkarılan eğitim kanunlarını revize etmemiz elzemdir.
Ayrıca Türkiye’de eski usul öğretmen anlayışımızı da değiştirmemiz gerekiyor. Öğretmenleri bu tekçi anlayıştan ve birtakım ideolojik önyargılardan kurtarmak gerekiyor. En önemlisi de eğitimciler ve bilhassa okul idarecileri insan hakları, bireysel özgürlükler, tarihi ve kültürel değerlerimiz, ilim irfan birikimi alanlarında da sıkı bir eğitimden geçirilmelidirler.
Bakınız onlar bir 12 Eylül ürünü olan 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde özgürlük ve eğitimde reform yerine ikramiye istemeyebilmektedirler. Eğitim hayatını tanzim eden kanun ve yönetmeliklerin çocuk, aile ve öğretmen lehine reformdan geçmesi gerektiğini dillendiremiyorlar.
Bugün soğuk, sevimsiz hapishaneyi andıran beton yığınlarının içine sıkıştırılmış, zillerle ve komutlarla hizaya sokulan, okul önlerinde nöbet tutan milyonlarca çocuğa verilen şeyin adı eğitim değildir. Disiplindir.
Buradan medeniyeti inşa edecek düzeyde kaliteli fikir insanları yetişmez. Buradan bir Mimar Sinan çıkmaz. Buradan bir İbn-i Sina, Beyruni,Cabir bin Hayyan,Harezmi,Cezeri, Farabi, Yunus Emre,Mevlana, Hacı Bektaşi Veli çıkmaz. Buradan ancak itaatkar nesiller yetişir.
Bu sistemin köklü bir reforma ihtiyacı olduğu aşikâr değil mi?