Dr. Ekrem Zahid BOYRAZ[1]
Birey olarak toplumun en küçük yapı taşı olan insan, hemcinsleriyle fiziksel ve davranışsal olarak farklılıklar taşıyan bir canlıdır. Farklılıkların sonsuz ve sınırsız kat sayısal değerinin yanında her canlının doğumundan itibaren özünde bedeniyle birlikte var olan, yaşayan fıtrî bir gerçeklik söz konusudur. Fıtrîliğin kendine has eşsiz kıymetinin yanında bu özün tüm canlılarda taşıdığı ortak değerler bulunmaktadır. Bu minval üzere ahlak kavramı, tüm canlılarda yaratılışlarıyla birlikte açığa çıkan ortak değerler olarak tanımlanabilir. Bir diğer ifadeyle ahlak, özden beslenen doğal davranışların tamamıdır. İnsan, canlılar arasında bu öz değerleri en kusursuz bir biçimde açığa çıkarabilme kapasitesine sahip bir canlıdır. Eğitim, davranışların belirli bir disipliner yapı içerisinde dönüştürme süreci olarak tanımlanabilir. Bu tanım çerçevesinde eğitim, tam olarak bireyin süreç içerisinde değişime uğrayan fıtrî, ahlaki değerlerini yeniden özüne yani aslına uygun olarak dönüştürme faaliyetidir.
Eğitim, bireyin zihniyet, kabiliyet, idrak, tutum ve değerlerinde kasıtlı ve istendik davranış değişikliği meydana getirme sürecidir. Bu doğrultuda eğitim bireyin davranışlarını amaçlanan yönde değiştirme, değişimin bireyi kendi yaşantısı yoluyla geliştirme, plan ve program dâhilinde dönüştürme faaliyetidir. Eğitim sürecinde bireyin gelişim ve öğrenme özellikleri belirleyicidir. Eğitim toplumsal değişim sürecinde itici bir faktör, değişimi yönlendiren ve değişen topluma göre kendini yenileyebilen dinamik bir güçtür. Eğitimin genel amaçlarını belirlemede “niçin insan yetiştirmeliyiz?” sorusu önem arz etmektedir (Özdemir, S. vd., s:4,23,128,213). Ahlak kavramı bu noktada eğitimin değiştirme faaliyetinin dayanağını oluşturmaktadır.
Ahlak kelimesi köken itibarıyla Arapça “hulk” kelimesinin çoğulu olarak türetilmiş bir kelimedir. Ahlak kelimesi, tanımı ortaya koyan bireyin veya toplumun yaşama bakışıyla doğrudan ilintili olduğu için özellikle felsefi açıdan belirgin bir tanımı bulunmamaktadır. Kavram olarak ahlak dört farklı anlamı taşıyan; bir toplum tarafından ortaya konulan benimsenmiş davranışların bütünü, normlara bağlı olarak sergilenen davranışlar, törebilim, ahlak felsefesi yani etik gibi anlamları barındırmaktadır (Gündüz, 2016: 2-3).
Fıtrat kelimesi “‘yarmak, ikiye ayırmak; yaratmak, icat etmek’ mânalarına gelen fatr kökünden isim olup ‘yaratılış, belli yetenek ve yatkınlığa sahip oluş’ anlamında kullanılır” (Hökelekli, 1996: 47). Bu yönüyle fıtrat, ilk yaratılış sırasında Allah’ın insan tabiatına bahşettiği yaratanını tanıma eğilimi, ruh temizliği, hakkı benimseme yatkınlığı vb. olumlu yetenek ve yatkınlıklar olarak tanımlanabilir (Hökelekli, 1996: 47). Başgil sonsuz ve sınırsız yaratım çeşitliliğinin sonucu insanda ortaya çıkan farklılıkları mizaç olarak nitelemektedir (Başgil, s:39-42).
“Ben Hakka yönelen birisi olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim” (DİB, En’am Suresi: 79. Ayet-i Kerime) ayeti bireylerin fıtratlarına dönme gayretini ortaya koyabilir. Erbakan söylemleriyle eğitimde nihai hedefin bireyleri fıtratıyla buluşturma gayreti olması gerektiğine inanmaktadır.
Osmanlı’dan Cumhuriyete yaşanan süreçte Erbakan’ın düşüncelerini paylaşan fikir adamları toplumun birtakım açmazlar yaşadığı gerçeğini ahlak ve eğitim ekseninde bazı tespitleriyle ortaya koymuşlardır. Kısakürek toplumun fikir, kültür, politika, idare, ilim, muaşeret vb. alanlarda yaşadığı tüm ıstırapların temelinde ahlaki buhranların bulunduğunu ortaya koyar (Kısakürek, 2014a:115). Kısakürek, bu durumu “ahlak davamızı ne yapacağız? Öyle bir şeydir ki ahlak, bozulunca batırdığı hiçbir cemiyette ön sebep olarak görünmez, daima arka planı tutar; fakat her şeye hâkim sultanî vasfını hiç kaybetmez. Ne olursa onun yüzünden olur da, bahaneleri, siyasi, iktisadi, idari ve benzeri sahalarda belirir” şeklinde özetlemektedir (Kısakürek, 2014b:178).
Erbakan, yaşadığı dönemin sosyolojisini ve toplumun ihtiyaçlarını tarihsel bütünlük içerisinde analiz ederek çözümler ortaya koyabilen düzen kurucu bir bireydir. Bu bağlamda dönemin ihtiyaçlarının çözümünü ortaya koyarken “Yeniden Büyük Türkiye” ifadesini sürekli ifade etmektedir. Erbakan’a göre milli bünyeye sahip millet, büyük ve şerefli bir tarihe sahiptir. Tarihsel süreçte bu millet büyük âlimler, arifler yetiştirerek ilmin, fennin, irfanın, ahlak ve faziletin tüm dünyaya yayıldığı bir medeniyetin kaynağını oluşturmuştur (Erbakan, Milli Görüş, 1975a:90). Gelinen süreçte bir dönem bu milletin sahip olduğu medeni değerler bütününün ve öğretilerinin görmezden gelinerek Batı medeniyetinin yetersiz dünya görüşüne kapılmanın bir sonucu olarak geçmişinden uzaklaşmış bireyler yetiştirilmiştir. Bu durum “kültür ve irfan işgalcilerinin ev sahibi olduğu, hakiki ev sahibinin ise kendi fikrî evine yabancılaştığı bir hava” doğurmuş, milletin bireyleri milli şuur ve şahsiyetten uzak bırakılmıştır (Erbakan, 2014a: 185). Bireylere eğitimde sadece teknik ve mesleki bilgi verilmekle yetinilmiş, bireylerin milli ve manevi değerlerle manen ve fikren gelişmesine, milli ahlak anlayışıyla eğitim almalarına gereken önem gösterilmemiştir (Erbakan, Milli Görüş, 1975a:108).
Esasen eğitim siyaseti bireyleri fıtratına ve milli tarihin karakterine uygun bir şekilde yetiştirmeye dönük oluşturulmalıdır. Eğitim siyasetinin temelini ahlak ve maneviyat oluşturduğunda bireyler ve gelecek nesiller inançlı, çalışkan, vatanını seven, milli ahlaka, milli tarihe ve milli kültüre sahip çıkabilecek donanımda olabilir. Bu milletin çocukları böylelikle ilim, teknik ve medeniyet yarışında insanlığa örnek gösterilebilir. Eğitimlerini terbiye ve fazilet esasıyla alan şuurlu bireyler kendi huzurlarının yanında ailede de huzuru tesis edebilir. Böylelikle “hakikati öğren” prensibiyle bireyler, anaokulundan üniversiteye kadar öğretimin her kademesinde milli ahlak ve manevi düsturları hayat felsefesi olarak içselleştirebilir (Erbakan, Milli Görüş, 1975a:109-115). Bu esaslar üzerine inşa edilen milli eğitim modeliyle yeni nesiller büyük ve şanlı tarihiyle iftihar eden, geçmişine, örf ve ananelerine bağlı olarak yetiştirilebilir (Erbakan, 2014a: 186).
Topçu, Erbakan’ın tanımladığı milli eğitimi “metafizik ve ahlak prensiplerini Kur’an’dan alarak Anadolu insanının ruh yapısına serpen ve orada besleyen, insanlığın üç bin yıllık kültür ağacının asrımızdaki yemişlerini toplayacak evrensel bir ruh ve ahlak cihazı” olarak tanımlamaktadır (Topçu, 2016: 15).
Topçuya göre ideal eğitim için uzviyetten ilme, ilimden felsefeye, felsefeden sanata ve ahlaka ve nihayet dine yükselmek gereklidir. Böylesi “adım adım yürüyüş, hasta, hem de şaşkın bir nesli Allah’a götüren yolda yeniden canlandırılabilir. Bu iş bir maarif işidir ve bir neslin kurtuluşunu ancak maarifin yükselmesinde aramak lazımdır” (Topçu, 2016: 29).
Erbakan’a göre ilkokul birinci sınıftan başlayarak üniversite son sınıfa kadar öğretimde baskın olan “maddeci zihniyet” orta yerden kaldırılmalı, yerine ahlaki ve manevi zihniyet baskın hale getirilmelidir. Nitekim ilkokulun birinci sınıfındaki alfabe “Kaya uyu, uyu, yat, yat, uyu….” şeklinde başlamaktadır. Bu durum kabul edilebilir bir durum değildir. İdeal olan eğitimde, bireylere her şeyden önce kâinatın yaratıcısı tanıtılmalı ve daha sonra da “uyu uyu yat uyu…” yerine “Mehmet kalk, uyan, çalış…” öğretisiyle bireyler, toplum yararına düşünen, çalışan, üreten bireyler haline getirilmelidir (Erbakan, Milli Görüş, 1975a: 91).
Erbakan’ın idealindeki eğitim anlayışında bireylerin kalpleri önemli bir yer teşkil etmektedir. Okullarda eğitim gören bireylerin kalpleri ahlak ve maneviyatla, milli ve manevi değerlerle doldurulmalıdır. Aksi takdirde birtakım kanun ve kurallarla uygulanan yaptırımlar bile kalpleri boş olan bireyleri birtakım yanlış yollara düşmelerine engel olamayacaktır. Bu doğrultuda eğitimde ilk olarak öğretim programları ele alınarak, bireylere “kurbağaların üreme sistemleri” gibi bilgileri kavratma anlayışıyla birlikte edep, hayâ, iffet gibi kavramların da kazanım olarak belirlenmesi hedeflenmelidir. Erbakan’a göre bireyler öğretim kurumlarında 15 öğretim yılı boyunca edep, iffet, hayâ kelimelerini duymamakta helal haram gibi kavramları bilmemektedir. Bu sebeple bireylerin vatana, millete faydalı bireyler haline gelebilmesi adına eğitim sisteminin baştan sona yeniden kurgulanması önem arz etmektedir. Toplumda fıtri olmayan tezahürlerin ortaya çıkmaması adına bireyler öğretim kurumlarında güne Allah diyerek başlamalıdır. Eğitimde elde edilecek şuur beraberinde aile kurumunda huzuru tesis edecektir. Toplumsal saadet ve selametin temini için eğitim önce tüm bireylere “nefis” kavramını tanıtmalıdır. Bireyler “beşikten mezara kadar ilim” öğretisinden hareketle eğitimde toplumsal seferberliğin bir parçası haline getirilmelidir (Erbakan, 2014a: 186-187). Bu seferberliğin temel mottoları “erkeğe, kadına, herkese ilim”, “ya öğren, ya öğret” olarak belirlenebilir (Erbakan, Milli Görüş, 1975a: 97).
DEVAM EDECEK
Ekrem Zahid Boyraz:
1977 Ankara doğumludur. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. Lisans, yüksek lisans eğitimini Selçuk Üniversitesi tarih-yakınçağ tarihi anabilim dalında yaptı. Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde “Necmettin Erbakan’ın Eğitim Anlayışı” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Özel eğitim kurumlarında öğretmenlik ve yöneticilik yaptı. TÜBİTAK Ulakbim “Öğretim Programları ve Materyalleri Hazırlama Projesi”nde görev aldı. Karabük Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak bir süre görev yaptı. Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde idari görevli olarak çalışmaktadır. Eğitim ve Basın Tarihi alanlarında akademik çalışmalarını sürdürmektedir.
Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, ekremzboyraz@gmail.com