Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var demişler büyüklerimiz. Ya bizim içtiğimiz sayısız kahvelerin hatırı… Bir ömre yetmezdi oysa. Peki, öyle mi oldu?
Beraber yaşadığımız anlar, unutamayacağımız yıllarımız var. Ağlayıp güldüğümüz, hüzünlenip sevindiğimiz, birlikte büyüdüğümüz okul yıllarımız var. Senelerce aynı mahallede geçen çocukluğumuz unutulur muydu? Aynı yıl liseyi bitirmiştik. İkimiz de büyük bir heyecanla bekliyorduk üniversite sınav sonuçlarını.
Bir ikindi vaktiydi. Pencerenin önünde duran, dedemden kalma tahta sandalyeye oturdum. Öyle düşüncelere dalmıştım ki. Ya günün birinde canım arkadaşım gönül dostum Tuğba ile yollarımız ayrılırsa ne yaparım diye.
Penceremin perdelerini havalandıran rüzgâr, ağaçların dallarını sallamaya ve çeşitli sesler çıkartmaya başladı. Yaprakların hışırtıları arasında yaz yağmuru yağmaya başladı. Aniden sağanak sağanak yağan yağmur hemencecik toprağın kokmasını sağladı. Pencerenin önünde yağmuru izliyorum. Yollardan kaçışarak bir yerlere sığınmaya çalışan insanlar görüyorum. Bu hal bana, bilmem neden Kudüs’ü hatırlattı. Kudüs’te yağmura açarlar kadınlar pencerelerini. Tüm insanlar caddelere, sokaklara çıkarlar. Yağmur altında oyun oynarken çocuklar, çocukların oyun arkadaşıdır yağmurlar.
Yağmurdan kaçışanlar yerlerini bulmuş olmalılar ki cadde boşalmıştı. Yağmur pencereden içeri girmeye başlamıştı. Ben yine de pencereyi ”Kudüs’te yağmura açarlar kadınlar pencerelerini” dedim ve örtmedim. Toprağın kokusunu içime çektim. Bilinmeyen bir zamanda gibiydim. Toprağın güzel kokusuna inat içimde engelleyemediğim kötü duygular neşet etti. Birden Kudüs’ü ben kaybetmişim gibi hissettim. Yaz yağmuru çabuk geçer. Dışarıda yağmur dindi. Gel gör ki içimde dinen bir şey yoktu. Birden dudaklarımda Kudüs’ü ben kaybettim sözü döküldü. Gözlerimden bardaktan boşanırcasına ”yağmurlar” akmaya başladı.
Öyle dalmış öyle dalmıştım ki telefonun sesi ile birden kendime geldim. Kudüs’ü ben kaybetmemiştim. Sevindim. Telefonun öteki ucundaki ses can dostum Tuğba idi. Sınav sonuçlarının açıklandığını söyledi. Barajı geçtiğini sınavı kazandığını söylerken sevinci sesine yansıyordu. Tuğba ile aynı sevinci ben de yaşıyordum. Az önceki kasvetli ortam birden bire dağılmıştı. Demin yağan yağmur kırlarda çiçek açtırmıştı. Her yer yeşile boyanmıştı. Toprak kokusuna gül kokusu karışıyordu.
Dışarıda yağmur bitmiş, şimşekler çakmaya devam ediyordu. Şimşek çakıp gök gürleyince irkildim. Benim de beynimde şimşek çaktı. Bu sınava Tuğba ile birlikte ben de girmiştim. Sevinçten havalara uçuyorduk. Ya ben ne yapmıştım acaba? Kaybetmiştim, kahretsin kaybetmiştim. Kazanmış olsaydım Tuğba onu da söylerdi. Hayır, hayır heyecandan söylememiştir. Kazandım tabi ki kazandım. Yoksa can dostum böyle ağzını yaya yaya, gülücüklerle dolu çığlıklar atar mıydı? Oh be! Sınavı da kazandık ya. Neyse işi kesinleştirmeliyim. Tuğba’ya benim sınav sonucunu sordum. Kaybettim, kazandım gel git girdabında, gelen kaybetmek giden kazanmak oldu.
Ben çok az bir puanla kaybetmiştim. Bir an donup kaldım. Şimdi gerçekten Kudüs’ü ben kaybettim. Keşke savaş meydanlarında öleydim. Şehrin anahtarlarını düşman eline kendi ellerimle vermeyeydim. Önceden kaybettiğimi öğrenseydim, yine arkadaşımı kutlayacaktım. Ne var ki gafil avlanmıştım. Kendi kazandığını benim kaybettiğimi öğrenen arkadaşım, sevincini bana kutlattı. Neden sonra ben sorunca, sevinç çığlıklarımız arasında benim kaybettiğimi söylüyordu.
Dışarıda biten yağmurdan sonra güneş yüzünü göstermişti. İlkin asfaltlar kurudu, sonra her yer kurumaya başladı. Yağmur buharlaşıp kayboluyordu. İnsanın içinde ise kırılan gönül olunca, ömre sığmayacak hatıralar buharlaşıyordu birden.
Annem ve babam liseyi bile okumamı istemiyorlardı. Ekonomik zorluklarla mücadele ediyordu ailem. Öğrenci masrafları müşkülatı artırıyor, ekonomik zorlukları derinleştiriyordu. Hele üniversiteyi okumamı hiç istemiyorlardı. Gurbet ellerde sıkıntı çektiremem, diyorlardı.
Kısa sürede kendimi toparladım, gün doğmadan neler doğar dedim. Karamsarlığa düşmek istemiyordum. İçimde yenilgileri kovan bir ümit vardı. Okulu kazanırsam bir şekilde okuyacağımı düşünüyordum. Okuma düşüncem bu yıl hayal olmuş, umutlarım göçmen kuşların kanadına konup gitmişti. Beklemeliydim, göçmen kuşların döneceği günü.
Bir kelebek misali elimden kayıp gitmişti üniversiteli genç olmak. Kelebeğim yeniden canlasın diye tırtıllara sabredecektim. Ordugâhım dağılmıştı. Yeni bir ordu kuracaktım. Bunda tereddüttüm yok. Yaz günü gün ortasında tepemize dikilmiş güneş gibi yakıcı bir soru duruyordu. Ama nasıl?
Canım ablamda olmasaydı o günler benim için çok zor geçecekti. Demek ki hakkında böyle hayırlıymış gibi sözlerle beni sakinleştiriyor, sen yapabilirsin, diyerek moral verip motive ediyordu. Ablam yaşına rağmen çok olgun düşünen, ağırbaşlı genç bir kızdı. İki yıl önce aynı sınava kendisi de girmiş ve kazanmıştı. Yazık ki kazandığı üniversiteye gidememişti. Bana okumayı sevdiren güzel düşünmeyi öğreten rehberimdi. Okuduğu bütün kitapları bana da tavsiye eder, okumamı isterdi. Âşık olduğu okumaya beni de âşık etti. Geceleri uykumuz kaçtığı zaman bile kitap okurduk. Bizim kitaba olan ilgimiz annemde de merak uyandırmıştı. Annem de bizim okuduğumuz kitapları okur, yorumlar yapar ve yeni kitaplar getirmemizi isterdi.
Kendimi hayli toplamış ve çalışma programı yapmıştım. Derslerime çalışıyordum. Okulların açılma zamanı gelmişti. Tuğba kazandığı bölümü okumak için İzmir’e gidiyordu. İkimiz de ayrılığın verdiği hüzünle birbirimize sarılıyorduk. Ben çeşitli duyguların etkisi altındaydım. Kırgınlık vardı. Sevincini tabiri caizse benim yas tuttuğum yerde yaşamış, dahası beni de buna ortak etmişti. Özlem vardı. Onca yıllık dostum gurbete gidiyordu. Laf aramızda kalsın bir miktar kıskançlık da yok değildi. Yegâne gayemize o ulaşmış ben saf dışı kalmıştım.
Yollar her daim ayrılarak ilerler. Yıllar bu ayrılıkları perçinler. Arkadaşım otobüse binerken birazdan başka bir hayata inecekti. Otobüs tıs tıs diyerek ağır ağır ilerledi ana yola çıkana kadar. Ana yola çıkınca birden gözümüzün önünden kayboldu.
İyi ki babam yanımdaydı. İyi ki babam benim babamdı. Güçlü bir adamdı, o zor günleri atlatmamda hep yanımdaydı. Babamın en büyük bahtı annemdi. Anneler babaların değerini düşürür de yükseltir de. Annem babamın değerini hep yükseltti. Özellikle kız çocukları, annesi gibi düşünür. Annemiz babamız hakkında bizi kötü yönlendirebilirdi. Maalesef böyle örneklere çok tanıklık ettim.
O yıl ailemin de desteği ile büyük bir gayret gösterdim. Sonunda çok çalışmanın karşılığını aldım. Göçmen kuşlar kanatlarına takarak götürdükleri umutlarımı geri getirmişlerdi. Umutlarım boş da gelmemişti. İstediğim bölümü ben de kazanmıştım.
Canım babam aklının bende kalacağını bile bile arkamda durdu. Beni engellemedi. Bilakis destekledi. Annem uykusuz gecelerin yakasına yapışacağını biliyordu. Gitme kızım, demiyordu. Üç yıl önce üniversiteyi kazanan ablama gitme denmişti. Bana gitme demiyordu. Çektiğim ızdırabın şahidi idi. Gayretlerimin şahidi hatta ortağı idi.
Geçen yıl kazanmadığım bir bakıma iyi olmuştu. Bir yıllık çalışmam üniversiteyi kazanmama, bir yıllık ızdırap yolumun açılmasına vesile olmuştu. Ablamın senin için hayır böyledir sözü tezahür ediyordu. Ablacığım bilge rehberim benim.
Arkadaşımla tekrar görüşüyorduk. O gençliğin toyluğu ile yaptığı işin farkına varmıştı. Ben de girdaptan kurtulmuş, rahatlamıştım. Onun tecrübelerinden istifade ettim.
Her güzel iş gibi üniversite de çabucak bitti. Abarttığımı düşüneceksiniz biliyorum. Buna rağmen hissettiklerimi açıklamaktan geri durmayacağım. Okula kayıt olurken oradan bir görevli mezuniyet belgemi getirmiş gibi hissettim. Aceleyle geçmişti zaman. Hayranlıkla geldiğim İstanbul’dan hüzünle dönüyordum. Köprünün üstünden geçerken Boğaz’a, boğazım düğümlenerek baktım. Boğaz’da sular vedalaşırcasına akıyordu. Bizim yönümüz Anadolu’ya bakıyordu.
Ayrılan yollar yeni haritalarla çıkıp geliyor insanın önüne. Okullarımızı bitirdik iş güç sahibi olduk. Evlilik sırasını geçirmek istemiyordu. İş sözüne eş sözü uyumlu diye eş çıktı geldi. İş, eş ve aş kafiyeli oldu. Şükürler olsun benim evliliğim de şiir gibi oldu. Sırası gelen yeşil ışık görmüş gibi durduğu yerden kalkıp geliyor. Evliliğimin ardından çocuklarım dünyaya geldi. Hem de nereden geldi? Cennetten. Evlatlarım cennetten gönderilen meyvelerim.
Hayatta çok şey öğrendim. Üşenmedim elime kalem alıp çoğunun üstünü çizdim. Üstünü çizmediğim şu bilgiyi defterime yeniden yazdım: Avuçlarını dualarına, dualarını da Yüce Yaratıcı’ ya emanet etmişsen, sabrı kaybetmedikçe ulaşamayacağın hiçbir şey yokmuş. Sabır ve dua en büyük dermanmış, her derde deva.
Leyla Dinler DALKIRAN
(4/B Sınıfı öğrencilerinden Fatma Hüsna DALKIRAN’IN annesi)