Efkâr havaya mı düştü, suya mı, toprağa mı? Düşen cemre değildi bu kesin. Cemre hangi diyara hangi ellere gitti. Hangi yaralı gönlü avuttu bu sene ki bize gelmedi. Bir yaralı gönle şifa olduysa eyvallah… Nedendir bilmem sanırım şair gibi bizi de bu havalar mahvetti. Virüsle birlikte bir mutsuzluk tozu da...
‘’Yazınızı bekliyoruz’’ dedi, editör. Sonrasında hafızamı yokladım. Kendi içimde seyahat etmeye başladım. Derin hafızamda bir hatıra yolculuğu yaptım. Güzel hatıralar aradım beynimin kıvrımlarında… Çook çok eski silik bir hayal belirdi gözümün önünde… Cılız bir erkek çocuğu… Yıl 1990’lar diye başlayalım söze… Üniversiteli yıllar… Tarih Öğretmenliği 1.sınıftayım, kulağa ne hoş geliyor…...
“Öğretmen olmak güzeldir. Tükendiğini hissedersin, boğazın acıyıncaya kadar anlatırsın, yorulmak gibi bir lüksün yoktur. Gülümsemen eksik olmamalıdır yüzünden. Her zaman vicdanınla baş başasındır. Ufacık bir el, bir gülüş seni öyle mutlu eder ki sen bile kendine hayret edersin. Ama her gece yastığa başını koyduğunda çocuklarını düşünerek uyursun. Kendi kendine söz...
Her şey çok karanlıktı daha ilk günden. Işık yaktım aydınlansın diye. Sonra güldüm kendi kendime. Güneşin aydınlatamadığını sen nasıl aydınlatacaksın? dedim. Yutkundum sonra. Geceyi bekledim. Yavaş yavaş seçilmeye başladı başlar… Öne eğik başlar. Özüne eğik başlar. Herkes farkında kendinin. Aynaya bakınca evet bu benim diyorlar. Ayna da kırılıyor doğal olarak...
Teneffüs dönüşü sınıfa girdiğimde hep bir ağızdan ”Taha hoparlörü kırdı öğretmenim! ” diye bağırdılar. Taha yeşil tahtanın önünde beti benzi sararmış, süklüm püklüm duruyordu. Sınıf başkanımız otoriter bir öğrenciydi. ”Taha hoparlörü kırdı öğretmenim!” dedikten sonra arkadaşlarına biz neciyiz yollu sitem bakışı attı. Beden dili kızgın ve kırgındı. Rolünün gasp edilmesi...
Hava soğuk. Aylardan Ekim. Bu normal bir soğuk mu yoksa Küresel Isınma dedikleri ” bilinç yıkamanın ” bir tezahürü mü bilmek güç gibi. Genellikle Eylüllerin kucağımıza bıraktığı hüzünle formatlanan dünya izanı, bu kez takvim dışına sarktı gibi. Bir yerlerde işler “terso” sanırım ama nerelerde bilmem. 4.Ekim.2021 günü ikindi vaktinden ertesi...
Çocukluktan kalan bir zaman hikâyesi: ”Annem ne kadar kızıp, ikaz etse de o mutlaka arka sokaklara dalar, orda başına bir müsibet sarar, yetmez gibi de bitlenir gelirdi eve. Annem biti fark edince delilenir, kafasını gazyağı dolu kovaya sokardı. Sık dişli fildişi bir tarağı vardı, saçlarımızı taramaz, kafatasımızı yüzerdi o tarakla....
Bir eski zaman hikayesi. Hiç unutmam köyde arkadaşlarla dağlara çıktığımızda yedik, içtik, gezdik eve döndük, ertesi gün çay yapacağım, bir de ne göreyim, semaver su damlatıyor… Değiştir demesi kolay, bi’ etek para döktüm ben ona. Hemi de bakır. Tabii bakır semaverden çay içmeyenin bakış açısına ihtiyaç da duyulmaz. Damlaya damlaya...
Bir Okul Günlüğü: Dalına da bindim oh oh Dalına da bindim oh oh Çocukluğumun kulağımda iz bırakan en tatlı tınısı… Çocukluğumun bir kısmını Yukarı Çağlar köyünde geçirdim. Bu yılların bende derin izler bıraktığını yıllar sonra anladım. Günün ilk saatleriyle güneş tatlı yüzünü, tepenin üzerinden göstermeye başlıyor. Heyecanla kapının...
Yaşanmış bir öğretmen hikayesi. Burhanettin Saygılı’nın kaleminden. Hazan mevsimi iyice kışa yaklaşıyordu. Elmalar toplanmış, dökülmeyen yapraklar, turuncu renge dönmüştü. Hatta yapraklarda, benek benek çürük lekeler olmaya başlamıştı. Güneş acelesi varmış gibi erkenden gidiyordu. Geç geldiğini saymıyorum bile. Apansız inen akşam, yazdan kalan yüreğime dokunuyor ve zaman da yetmiyordu. Zaman darlığının...
Bir Öğretmen Okulu Günlüğü: Yıl 1973; Yozgat İli Şefaatli İlçesine bağlı Çaydoğan (Alibar) köyünden sekiz erkek kardeşin 4. Çocuğu olarak ağabeyim Hüseyin ile birlikte Pazarören Mimar Sinan Öğretmen Okulu’nu kazandığımı öğrendim. Bu kazanma haberini alınca, sevincimden dünyalar benim olmuştu. Köyümüzden Bekir FIRAT, Reis ŞENTÜRK, Osman CEYHAN da kazanmıştı. Rahmetli babam...