Rabbim bizleri dostlarımızla sınıyor. Birini yanına alırken; onun acısı gönlümüzde daha dinmemişken bir diğerini de peşinden alıyor aramızdan.
İşte tam da bugün böyle oldu. Ben; dostum ve ağabeyim hacı Abdülkadir Rızvanoğlu‘nun vefatıyla ilgili yazdığım yazımı dostlarıma yeni göndermiştim. Onunla olan dostluğumuzdan ve onun gönülden Kur’an’a olan hizmetlerini sıralamıştım. İsmail Dağbaşı dostum telefonla aradı. Sandım yazıyı okumuş.“ Allah rahmet eylesin!” dedik biri birimize. İyiliklerini yad ettik ikimiz de ! Telefonu kapattım. Telefonumun ekranındaki mesajlardan İsmail Dağbaşı’ nın 21.45 te ki mesajını gördüm. İrkildim. Ahmet Apaydın’ın vefat ettiğini yazıyordu. Oysa konuşmuştuk biri birimizle. Hiç bir şey dememişti Ahmet Apaydın ağabeyin vefatından. Rahmetler dilemiş ve iyiliklerinden bahsetmiştik ikimiz de. Ama anlamıştım!
Ben; onun benim Abdülkadir Rızvanoğlu ile ilgili yazımı okumuş kabul etmiş Rızvanoğlu’nu anıyoruz anlamıştım. O da ; Ahmet Apaydın için yazdığı mesajını okuduğumu sanmıştı. Hemen aradım İsmail Dağbaşı’nı ve durumu düzelmiştik. Cihat Kürkçüoğlu da saat 22.00 de Ahmet Apaydın’ın vefat ettiğini yazmıştı bana. Ve 22.10 da oğlum Avukat Mikdad Lamih de Ahmet Apaydın’ın vefatı haberini yazmıştı bana.
Allah rahmet eylesin. Mekanları cennet olsun.
İşte o dönülmez ebedi yolculuğa çıkan Rızvanoğlu dostumuzun acısı iliklerimize kadar işlemişken ve daha onun acısı gönüllerimizden çıkmamışken şimdi de bir acı daha indi yüreğimize . Demek dostum ve ağabeyim Ahmet Apaydın’ın seksen sekiz yıllık dünya sürgünü bugün sona ermişti . Ruhun hicreti dünyada bitmiş ve sılaya dönüş yolculuğunu başlatmıştı. Onun ruhu bugün muştuya ermişti.
Benim acım ; çile ve dava arkadaşım, siyasi gönüldaşım ; Milli Görüş Davasının yılmazeri ; şeker gibi adam ,şekerci Ahmet Apaydın’nın vefat haberiyle daha da katmerlenmişti. Beni çok üzdü ve de kederlendirdi onun bu vefat haberi.
O, onulmaz dertten evde yatıyordu günlerce. O meret dert kemiklerine bile sirayet etmişti. Ciğerleri de üstüne üstlük cabası idi. Kızının evinde yatıyordu ve bir hafta kadar önce konuşmuştuk onunla. Sesi çıkmıyordu Ahmet ağabeyimin. Helalleştik onunla. “Uzun ömürler ve acil şifalar !”dilemiştim kendisine. Çıkmayan candan umut kesilmezdi. Ama çok ızdırap çekiyordu.
Ve bugün seksen sekiz yıllık beden kafesinde mahpus olan can kuşu ; uçtu öteler ötesi ebedi aleme. Ruhun sürgünü bu dünyada bitti. Fani dünyadaki ruh baki olan aleme hicret etti. Bu acı hakikat birgün çıkacak her canlının önüne. Rabbim iman ve Kur’an ile gitmeyi nasip eylesin herkese.
Ahmet Apaydın mesleğe babasının yanında başlamıştı. Abdurrahman amca sessiz, vakur ciddi bir Leblebici ustası idi. Sarayönünde Leblebici Hayati ustayla dükkanları bitişik idi. Onunla aynı yaşlarda Mehmet Nabi İnciler de Hayati ustanın yanında çırak idi. Onların o dönem maceraları meşhurdu bizce. İkisi rakip leblebici ve şekerci idiler. Çeto ile olanları Ahmet Apaydın zevkle anlatırdı. Kader onları bir de siyasette karşı karşıya getirmez mi ?
Yıl ,1987 milletvekili genel seçimleri var Türkiyede. Ahmet Apaydın Refah Partisi Urfa İl Başkanı ve Mehmet Nabi İnciler de Urfa’da Bağımsız milletvekili adayı. Refah Partisinden ise adayımız Mustafa Yazgan idi. Mustafa Yazgan dönemin en büyük hatiplerinden idi. Mustafa Yazgan bir devrin yiğit kalemlerinden ve ölümsüz kitapların yazarlarındandı. O, Büyük Doğu ekolünün mihenk taşlarından idi. O . Urfa’nın Büyük Doğucu dokuz güzel adamlarından biri idi. Onun hitabeti hala Urfa’nın meydanlarında yankılanmaktadır. Çok çetin bir seçim geçirdik Urfa da. Mustafa Yazgan seçildi ama, Refah Partimiz Türkiye de barajı aşmadığı için Mustafa Yazgan milletvekili olamadı. Mehmet Nabi İnciler de Urfada bağımsız seçilmesine rağmen o dönemin baronları bu “ kabadayı İnci babayı “. kazandırmadılar . İnci Baba derdi ki, “ şeriatın ve kanunların olmadığı yerde babalık olur !. “ Ne kadar doğru bir söz değil mi? Onunla çok hatıralarımız vardır. O Urfa’nın ve Türkiye’nin
En renkli iş adamlarından idi. Seçim çalışmaları için bir küçük anekdot aktarayım:
Hararetli seçim atmosferinde Mustafa Yazgan , Ahmet Apaydın, hacı Bahaeddin Açıkyol ve İbrahim Halil ÇELİK,Menzile gittik. Urfa’daki müritler bize oy versinler diye. Şeyh Muhammed Raşid Efendi henüz divandan inmemişti. Bizleri aldılar Caminin yanındaki gül bahçesine. Küçük oğlu Abdülgani bizimle idi. Severim onu. Adıyaman’ın emekli müftülerinden Ahmet hoca isminde güzel bir insan da oturuyordu. Selam verdik bizlerde oturduk yanıbaşına. Efendi Hazretlerini beklerken ben Abdülgani’ye, bak : “ Baban gelirken üç gül koparacak bahçeden. İkisi açılmış, biri de tomurcuk olacak. Açık güllerin birini Mustafa Yazgan’a , diğerini Ahmet Apaydın’a ve tomurcuğu da bana verecek!” dedim. Abdülgani “ de get !” dedi. Müftü efendi pür dikkat bizi dinliyordu.
Şeyh Muhammed Raşit Efendi iri, görkemli endamıyla , üstündeki deve tüyü abasıyla göründü öteden. Yanındakilerle bize doğru geliyordu . Gül bahçesine girdi. Güller arasında bir iki adım attı. Abdülgani bana baktı. Merak etme baban koparacak dedim fısıltı halinde. Ve Şeyhefendi döndü geriye ve kopardı dediklerimi; ilerledi bizlere doğru yürüyerek. Açılmış olanlardan birini önce Mustafa Yazgan’a; diğerini Ahmet Apaydın’na ve diğer tomurcuğu da bana verdi. Ben ; Abdülgani’ye : “ Gördün mü kerameti ?” deyince ; o zamana kadar hiç konuşmayan ,sakin sakin oturan ve bizi dinleyen müftü emeklisi Ahmet hoca efendi: “ Babası Şeyh ama , keramet sizde ! “ demesin mi yekten. Abdülgani şok oldu.
Şeyhefendi bizleri hoş karşılayıp, tatlı sohbetten sonra : “ Tabii ki reyleri size verecekler!” dedi gönül rahatlığıyla.
Ahmet Apaydın sadece bir il başkanım değil o , aynı zamanda bizim Harran Kültür ve Folklor Dergimizin sahibi idi. Harran Üniversitesi Kurma Derneğimizin faal üyesi ve Leblebicilik ila Şekercilik mesleğinin en güzel numunesini o güzel dükkanında sergilerdi. Onun dükkanı bir sohbet yeri idi. Arkada kaynardı cezve içinde onun acı kahvesi. Ve ikram edilirdi gelen yaranlarına. Onun bu dükkanı Ankara ve İstanbul’da bile az bulunurdu. O, titiz , işine sadık ve dili tatlı biri idi. O ,tek el ile iyi çiğköfte yapardı Mahmut Yaşar Uğur , Şevki Hafız ve Halil Soran gibi. O, güzel bir aile babası idi. Ona çok misafir olduk sıra gecelerinde. O, misafirperver , cömert ve tam bir gönül adamı idi. Urfa kültürüne ; sahibi olduğu Harran Dergisiyle bizler yazı heyeti olarak Adil Saraç, Mehmet Oymak, Mehmet Emin Ergin , Mehmet Atilla Maraş ve İbrahim Halil Çelik senelerce edebiyata ve sanata hizmet verdik. Aziz dostum Mahmur Apaydın da benim için ayrı bir dünyadır. O der ki :
” Ya saatlerini ver kitap oku,
Ya da senelerini ver kitap yaz!”
Ölüm bu yıl çok dostumuzu aldı elimizden. Yakında aziz dostum Müslüm Çiftçi (çotari) ‘yi , kardeşim Müslüm Tüysüz’ü, dostum kardeşim İzzet Olgun’n , Zübeyir Yetik ağabeyimi, Naci İpek dostumu, Abdülkadir Rızvanoğlu ağabeyimi ve şimdi de siyasetin devi; koca il başkanı Ahmet Apaydın ağabeyimizi aldı elimizden. Kaçtı ağzımızın tadı ,günümüz döndü geceye . Rabbim çocuklarından razı olsun. Selam olsun bizden önce gidenlere.
Ruhunuz şad olsun. Yolunuz açık olsun.
Şimdi dostunuz İsmail Dağbaş’nın yeri yetim kaldı sohbetinizden. Sen, Müslüm Çiftçi ile tatlı tatlı sohbet ve bazende kavga ederken İsmail Dağbaşı’nın mekanda keyfine diyecek yoktu .Şimdi yetim kaldı o mekan seslerinizden.
Bir varmış bir yokmuş!
Ah ölüm, ah! Seneler önce Şevket Denek, Mehmet Gerger, Bakır Yavuz, Sabri Tepe, Mehmet Emin Karabulut, İlyas Badıllı , Hacı Hasan Çelik, Hacı Bekir Görgün, Abdülkadir Subaşı, Salih Beşkardeş,Hacı Ahmet Altun, Mehmet Dartar, Dr. Münip Görgün, İbrahim Dörtkardeş ,Mahmut Kayacan, Dede Osman, Ömer Saatçı, Mehmet Kayacan , Ali Yüksekyayla, Kemal Küçükgergerli , İsmail Sunay, Halil Beden ve Ahmet Beden gibi bir çırpıda adları yazdığım ve daha nice isimlerini yazamadığım dost ve kardeşlerimimizi aldın elimizden. .
Rahmetli Ahmet Apaydın ile anılarımızı yazsam kalın bir roman olur. Ama bu acılı günde ancak bunlar geçti gönlümden.
Daha dün Abdülkadir Rızvanoğlu ile yazdığım yazının mürekkebi kurumadan geldi onun kara haberin birden. Şok oldum ! Ey ölüm sen şah damarımız kadar yakınsın bize. Ne diyeyim şimdi yarım asırlık dostluk ve kardeşlik yıllarını nasıl sığdırayım bu kısa bir yazıma? Hulasa olarak sen, aldığı görevi hakkıyla yerine getiren iyi bir dost ve iyi bir insan idin. İlmi ve alimleri severdin. Sohbetin şeker tadında idi. Bugün Urfa iyi bir sevenini daha kaybetti. Urfa aşkı seni diri tutardı. Urfa’nın ulu çınarlarını bir bir ve peş peşe gönderiyoruz kara toprağa. İyi insanlar iyi atlara binip iyi diyarlara gidiyorlar. Birgün bizde yolcu olacağız o dönülmez diyara. Toprak doyumsuzdur insanı yemede. Aslımız toprak idi ; toprak olacağız ki, yeniden dirilelim diye!
Yolun açık olsun aziz başkanım benim. Mekanın cennet olsun. Selam söyle önden giden dostlarımıza bizden.
Bakın üstadım Necip Fazıl ne diyor ölüm için:
‘Ölüm güzel şey budur perde ardından haber
Ölüm güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber’
Bunun üstüne söz söylemek zait olur.
Urfa’nın Kültür, Sanat, Edebiyat ve Siyaset seven dostlarının başı sağ olsun.
Başta kederli ailene , acılı evlatlarına ve seni seven tüm gönül dostlarına yüce Mevlamdan sabırlar diliyorum .
İnna Lillahi ve Inna İleyhi Raciün
İbrahim Halil ÇELİK