Mustafa Özcan
Zamanı, mekanı ve matematiği sınırsız kabul etmek bir nevi onlara mutlaklık, sonsuzluk atfetmek olur. İzafiliğini kaldırmak anlamına gelir. Onlardan izafilik kaldırıldığında Allah’a izafilik ve nisbilik yakıştırılmış, isnat ve izafe edilmiş olur. Durum tepetaklak hale gelir. Sözgelimi zamanı bağımsız ve ezeli ebedi kabul ettiğimizde onu Allah’tan müstağni kılmış oluruz. Tapınma araçlarından ve ritüellerinden birisi haline gelir. Nitekim, Kur’an’da buna işaret vardır ve kimileri ‘bizi ancak zaman (dehr)öldürür ve diriltir’ demişlerdir. Kur’an onlardan menkul olarak şu ifadelere yer verir: Bir de şöyle demektedirler: “Bu dünya hayatımızdan başka bir hayat yoktur. Ölürüz, yaşarız. Bizi öldüren ise zamandan (dehr) başkası değildir.(Casiye: 24)”
Zamanın sonsuzluğuna ve bir nevi tasarrufuna inanmak yani zaman lehine Allah’ı aradan çıkarmak, devre dışı bırakmaya ‘dehrilik akımı’ denmiştir. İslam düşüncesinde veya kelam tartışmalarında bu akıma ‘dehriye’ denilmektedir. Zaman her şeyin ilacı olarak görülmüştür. Zamanı ezeli ve ebedi kabul etmek onu Allah’tan bağımsız kılmak, görmek olur. Zamanı Allah’a bağımlı veya izafi kılmak yani mukayyet kabul etmek ise onu sınırlandırmaktan geçer.
Sonsuzluk üçgeninde ikincisi unsur veya ünite ise eskilerin ‘hala’ dedikleri uzay boşluğudur. Uzay boşluğunu da sınırsız kabul etmek mekanı da ezeli ve ebedi kabul etmek olur ki, bunu bir yaratıcının varlığıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu açıdan Gazali Allah ve sıfatlarıyla mukayyet olmayan felsefeyi reddetmiştir. Bu düşünceye set çekmek değil müheyya olduğu alana indirgemek ve yönlendirmektir. Eskiler hala veya uzay boşluğu meselesini tartışmışlardır. Kimileri sonluluğuna kimileri de sonsuzluğuna yani sınırsızlığına inanmıştır. İslami çizgiye bağlı olanlar hala’nın sonsuzluğu düşüncesine karşı çıkmışlardır. Elbette zamanda ve mekanda, denizlerde ve göklerde derinlik vardır. Lakin kutsal kitaplar bu derinliğin sınırlı olduğunu ve yaratmayla hayata geçtiğini ifade etmişlerdir. Dinlerdeki kıyamet inancı da bize bu görülen kainatın yıkılıp yeniden kurulacağını anlatır. Bu da onun zamani ve mekani boyutta sınırlı olduğunu tezine götürür. Hatta Celal Şengör gibiler de tabiat kanunlarının (ilahi yasalar) bazen düzensiz olduğunu ( bu değişime ve mucizelere imkan verir) savunmaktadırlar. O reddetse de bu, Gazali ve Eş’ari kelamcılarının söyledikleri ile aynı kapıya çıkar. Onu başka bir şekilde ifade etmek olur. Mucizelerle bazen Allah bu yasaların veya kanunların işleyişine doğrudan müdahale eder, bozar, kırar. Kur’an bize Sünnetullah veya ilahi yasalarda değişme olmadığını söylese de bu ritmik değildir. Dünya hayatı aşamalardan müteşekkildir. Nitekim ayet bize şöyle der: O gün göğü, kitap sayfalarını dürer gibi toplayıp düreriz. Sonra onu yaratmaya ilk başladığımız zamanki gibi yine eski haline döndürürüz. Demek ki bozulma ve yeniden yapılandırma söz konusu olur. Bozulma bizi maddenin ezeli ve ebedi olmadığı sonucuna götürür.
Denizler, uzay ( hala) ve zaman ne kadar derin olursa olsun onların bir başlangıcı vardır ve bu nedenle ezeli değillerdir. Kainat ezeli olmadığı gibi ebedi de değildir. Ebediyeti kayyumiyete bağlıdır yani bizatihi değildir Allah’ın ona bahşettiği lütufla kaimdir.
Matematik de nazari olarak sonsuzdur. Negatif ve pozitif sayılar sonsuza dek uzanırlar. Lakin bu sonsuzluk kağıt üzerindedir yani bir nevi sanaldır ve dijital sonsuzluktur. Bununla birlikte kimileri ilahi sonsuzluktan istiğna etmek için matematiğin sonsuzluğuna sığınmışlardır. Bunlardan birisi de İngiliz filozof Bernard Russel’dır. Allah’a inanmadığını ve sonsuzluk iştiyakını ise matematik üzerinden ve sayesinde dindirdiğini ve giderdiğini söylemiştir. Bu bir avuntudur. Bizi Hazreti İbrahim ile Nemrut’un tartışmasını götürür. Nemrut yalancı tanrılık taslar lakin Hazreti İbrahim ‘rabbim güneşi doğudan getirir sen de batıdan getir’ deyince apışıp kalır.
Geçmişte dini düşüncenin karşısına felsefi düşünce çıkmıştır. Modern çağda ise felsefenin yerini bilim almıştır. Lakin bilim de kendi felsefesini üretmiştir. Bilim Allah’ı inkar etmez. Bilakis teknik bilimler insani bilimlerin hilafına özünde İslami bilimlerdir. Sanii hakimi ve kanunlarını ispat ederler. Bununla birlikte faraziyeler veya nazariyeler üzerinden kendi felsefesini de üretmiştir. Muhammed Kutup gibi ilim adamlarının nakzettikleri ve geçersiz kıldıkları gibi evrim ve tekamül böyle bir faraziye veya nazariyedir. İlim dinin yerine geçmek için kendi iman rükünleri üretmiştir. Pozitivist felsefe ile dinlerin yerini almak istemiştir. Bu doğrultuda Bernard Russel matematiği dinin yerine geçirmek ve alternatifi haline getirmek istemiştir. Müspet ilimler bizatihi sanii hekimi ispat ettikleri için bu bilimlerin İslamileştirilmesi söz konusu değildir. İhtiyaç yoktur. Sadece onlar adına üretilen nazariyeler nakz ve ifham edilir.
Sosyal bilimler ise yoruma dayalı olduğundan içine dine ve umdelerine aykırı düşünceler de sızmış, bulaşmıştır. Bunları ayıklamak gerekir. Çağımızda buna kafa yoranlardan ve eleme işlemini sistematik düzeyde yürütenlerden birisi şehit İsmail Raci Faruki ile halefi Taha Cabir el-Alvani olmuştur. Lakin 11 Eylül sürecinden sonra o da mihneti meşakkate düşmüş ve süreci atıl hale gelmiş ve etkisi kırılmıştır.