sim verme alışkanlıklarımız da değişiyor. Son zamanlara kadar erkek isimlerinde Mehmet, Ahmet, Mustafa, Mahmut gibi peygamberimizin adları çoğunlukta idi. Son yıllarda Yusuf ismi revaçtaymış. O da bir peygamber adı da bu yönelişin sosyolojik bir karşılığı olmalı.
Ya bazı yunanca isimlerin rağbet bulmasına ne demeli? Mesela Ege. Ege günümüzde en çok kullanılan bin isim arasına girmiş, Yunanistan’da değil, Türkiye’de!
Erkek adı, fakat kız çocuklarına da veriliyormuş.
Türkiye’de her 7.362 kişiden birinin adı Ege imiş! 12 bin civarında Ege ismi taşıyan vatandaş demek bu! Acaba Yunanistan’da bu adı (Egee) taşıyanların sayısı bu rakama ulaşmış olabilir mi? Peki “Ege” de kim? Aigeus, Aegeus veya Egee… mitolojide bir Yunan kıralının ismi…
“Aleyna aleykümüsselam!” Eskiler selâma böyle karşılık verirlerdi. İşe bakın ki son on yılın “en popüler bebek isimleri” arasında Aleyna da var! Aleyna arapça bir edat. “Bizim üzerimize olsun” demek. Bir de aleyke var: “Sizin üzerinize olsun!” Aleyke nedense rağbet görmemiş, fakat Aleyna tutmuş. Kur’an’da geçiyor diye isim koymak iyi de, nasıl geçiyor, ona da bakmak lâzım. Kur’an’da Firavun da geçiyor. Hadi çocuğuna bu ismi koy!
İsim vermede köklü alışkanlıklardan biri de büyük ebeveynlerin isimlerini torunlara vermek. Ârif bunlardan biri. 10 yaşında, adının mânasını bilmiyor, merak da etmemiş. Dedesinin adıymış. Ârif’le biraz sohbet edelim dedik. Ârif, adının mânasını bilmediği gibi, tabiatıyla “irfan”dan da haberi yok. Aslında tam yok denemez, sınıfında bir de İrfan varmış! Fakat maarifi hiç duymamış! Maarif de isim olarak konmuyor ki!
Şimdi “Milli Eğitim” deniyor ya, eskiden “Maarif” denirdi (Türkîler hâlâ maarif diyor). Bu hem bakanlığın adıydı, hem de bu bakanlığın yürüttüğü işleri anlatan bir kelime idi. Bu bakanlığın adını aniden “Milli Eğitim” yaptık gitti.
Önce “Millî”ye bakalım, çünkü o “ulusal” olmayı bekliyor, yakındır! Çünkü Millî eğitimin müfredatında tercih edilen kelime millî değil “ulusal”. Yok sayılan milletin yerine sentetik bir “ulus” geçirilmek istendi. İşte o ulus, nasıl dinden uzaklaştırılmak istendiyse, dini bilme aracı olan dilden de uzaklaştırıldı. Kendi medeniyet köklerimizden böyle koparıldık. Bu limonluk mahsulü ulus 1940’tan beri “millî” eğitim eliyle habire sun’i gübre ile gübrelenip, hormonlanıp duruyor. Sonunda bir hayli mesafe kat edildi, iyice azmanlaştı.
Gelelim “eğitim”e! Bu maarif karşılığı olarak kullanılıyor, fakat eğitim bizi ârif yapmaz, belki bilgili yapabilir. Terbiye de etmez. Bilmek amaç olabilir mi? Bilmek araçtır, fakat bugün amaç olarak görülmektedir.
Daha işin başında bir “dil meselesi” ile karşı karşıyayız. Türkiye’de dil dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı şekilde devrim/darbe konusu yapılmıştır. Bugünün manzarası: Bütün devrimler bir tarafa, dil devrimi bir tarafa!
“Şapka devrimi”, o acı günleri, yani boynuna yağlı urgan geçirilen masum insanları, donanma gönderilip top atışına tutulan şehirleri unuttuk, artık bu devrim bizde tebessümden başka bir tesir uyandırmıyor.
Harf inkılabı, Fransız filozofu Derrida’nın “katliam” alarak nitelendirdiği yıkıcı devrim dahi olup bitmiştir.
Asıl işleyen yara “dil devrimi”dir.
Medreselerin yokluğunu fazla hissetmiyoruz da tekkelerin yokluğunu hissetmemek mümkün değil. Onlar edep mektepleri idi! Tekkeler kapandı, edep hayatımızdan çekildi. Bu sözümden zamane tekkecileri kendilerine bir pay çıkarmasın; bugünün tekkelerinin çoğu cumhuriyet tekkesi olmuştur. Öyle “şeyh”ler var ki, dillerine Allah’ı değil, “şef”i vird edinmiştir!
Edeb gitti, terbiye gitti, maarif gitti, marifet gitti, irfan gitti, ârif gitti, muarefe kalmadı, maruf yok…Bu yoksunluklar nasıl tarif edilebilir?
Tarif de unutturulduğu için Ârif’e tarif imkânı da kalmadı!
Dil devriminin temel kaynaklarından Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda “edeb”in karşılığı “edev”. Uydurma “edev”i millette karşılığı olan edep yerine koymak tam mânasıyla edepsizlik!
Nasıl edev “edeb” olamazsa, eğitim de asla “maarif”in yerini tutamaz. Terbiyenin yerini tutmadığının en açık delili, eğitimli terbiyesizlerin çoğalması!
Ârif’e maarifi nasıl anlatacağız?
Maarifi bilecek ki, “maarif dâvası”nı anlayacak!
D. Mehmet Doğan