Okumak; (1)yazıya geçirilmiş bir metne bakarak bunu çözümleyip anlamak, (2) yazılmış bir metnin iletmek istediği şeyleri öğrenmek, (3) bir şeyin anlamını çözmek… Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğü’nde “okumak” sözcüğünün anlamları bu şekilde sıralanmış. Sözlüğe göre okumak eylemiyle “çözümlemek, anlamak, öğrenmek, çözmek” amaçlanmaktadır. Peki yeteri kadar okuyor muyuz ya da okuma eylemi neticesinde kazanılması amaçlanan eylemleri ne derece gerçekleştirebiliyoruz? Yunus Emre’nin “Okumak, kendini bilmektir.” düsturunu okuma eylemi sonucunda kazanabiliyor muyuz? Bu kazanımlarımızı çocuklarımıza, öğrencilerimize, gençlerimize bilinçli bir şekilde aktarabiliyor muyuz, onların da bilinçli bir okur olmalarını sağlamak için neler yapıyoruz? Bütün bu sorulara farklı cevaplar verebiliriz elbette. Ancak bir eğitimci olarak okumanın yöntemini, önemini, erdemini, ulviliğini yeteri kadar kavradığımızdan şüpheliyim. Hem gündelik hayatımızda hem de eğitim anlayışımızın temelinde “okumak” eyleminin önem ve ciddiyetinin anlaşılamadığı, anlaşılsa bile geniş kitlelere bu anlayışın benimsetilemediği, bu yönde çalışmaların ise yüzeysel etkiler oluşturduğu, saman alevi gibi parlayıp söndüğü görülmektedir. Bunu derslerimde yaşadığım deneyimlerim ve gözlemlerim neticesinde söylediğimin de altını çizmek istiyorum.
Bir Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak ben de kendi payıma düşen bu eksiklikten, hissemi fazlasıyla alıyorum. On dokuz yıllık öğretmenlik hayatımda öğrencilerimde genel olarak gördüğüm okuma kazanımlarına dayalı en önemli eksikliklerden bazıları şunlardır: okuduğunu yeteri kadar anlamama, muhakeme ve çözümleme yapma yetersizliği, eldeki bilgilerden yeni bilgiler üretmede zorlanma vs. Verilen bilgileri ezberleme noktasında oldukça başarılı olan öğrencilerimiz, iş yukarıda yetersizlik olarak saydığım kazanımlara gelince oldukça zorlanmaktadırlar. Öğrencilerimizin bu noktalardaki yetersizliğinin altında birçok sebep var mutlaka. Bu, çok yönlü bir durum aslında: Okul, öğretmen, aile, sosyal hayat, medya vs. şeklinde genellenebilir. Müfredatın içeriği ve uygulama şeklinden tutun da okullardaki sınavlar, merkezi sınavlar, bir öğretmen olarak kolaya kaçmamız (Çünkü ezberlemek ve ezberletmek kolayımıza gelebiliyor ), kitaptan ve okumaktan uzak aile ve arkadaş ortamı, sosyal medya vs. şeklinde de detaylandırabiliriz bu sorun kaynaklarını. Peki bu noktada neler yapabiliriz, düzeltilemez bir durum mudur bu? Tam çözüm mümkün değildir, herkesin üst seviyede olmasını beklemek de hayatın gerçekleriyle örtüşmez. Ancak sorunları azaltabileceğimiz çözüm yöntemleri sunabiliriz.
Bir eğitimci olarak naçizane birkaç önerim olacaktır: İlkokulda çocuklarımız okuma- yazma öğrendikten itibaren özellikle Türkçe derslerinde gerekirse ilk üç yıl sadece seviyelerine uygun kitap/metin okumaya, anlamlandırmaya, eleştirel okumanın ilk adımlarını atmaya, okudukları üzerinden kısa metinler yazmaya teşvik edilmeli; gramer bilgisi sonraki yıllara bırakılmalıdır. Hatta diğer derslerin konu/kazanım içerikleri de bu okuma-anlama-yorumlama-çıkarım yapma-eldeki bilgilerden yeni fikirlere ulaşma silsilesi üzerine inşa edilmelidir. İlk üç yıl boyunca sadece okuma ve anlamlandırma üzerine yoğunlaşılmalı, öğretimin bilgi boyutu, sınırlı tutulmalı ve yukarıda saydığım okuma kazanımlarının önüne geçmemelidir. Üst sınıflara geçtikçe bilgi kazanımları yavaş yavaş verilmeli ve çocuklar bilgi yoğunluğu altında ezilmemelidir. Güncel müfredatın içeriğinde bu saydığım okuma kazanımları halihazırda var lakin bu daha yoğun ve sistemli okuma eylemi üzerinden sunulmalıdır. İlkokuldan itibaren okuma eyleminin bu kazanımlarıyla birlikte hem kitap/metin okuma sevgisi ve alışkanlığı kazanmış hem de okuduğunu daha iyi anlayan ve anladığı/anlamlandırdığı bilgiler üzerine yorum ve muhakeme kabiliyeti gelişmiş nesiller yetiştirme inancını daha da güçlendirmiş oluruz kanaatimce.
Bu kazanımları maalesef sadece okullarda ve derslerde kazandıramayız. Sacayağının bir ayağı okul/öğretmen ise de diğer ayağı da ailedir. Ailelerimiz de bu konuda sorumlu davranmalı, her şeyi okuldan ve öğretmenden bekleme kolaycılığına kaçmamalıdır. Sözle, nasihatle değil eylemleriyle çocuklarına örnek olmalıdırlar. Çocuğuna sürekli “Kitap oku” deyip de kendisi eline kitap alıp okumayan ebeveyn, tüm inandırıcılığını ve sözünün tesirini kaybeder. Çocuklarına hediye kitaplarla sürprizler yapıp, sonra ailecek o kitapları “kitap okuma saatleri”
düzenleyerek birlikte okuyup okunan metinler üzerine tartışmak, fikir alışverişi yapmak, kelimeler ve anlamları üzerine konuşmak, kısaca okuma eylemini birlikte yaşamak gerekir. Böyle bir etkinlik hem okulda amaçlanan okuma kazanımlarını pekiştirir hem de çocuklarda aile ile ortak bir etkinlik yapmanın hazzını ve mutluluğunu yaşatır ve zihnen de sağlıklı bireyler yetiştirilmesini sağlar.
Bence aile, eğitim ve öğretimin en önemli mutfağı, ilk ve en etkili okuludur. Sadece “okuma” değil, birçok önemli değer yargımız aile desteği olmadan kazandırılamaz. Okulda verilmek istenenler, ailede pekiştirilmezse çocuk, okulu sosyal yaşamın dışında, kendine göre kuralları olan cam bir fanus olarak algılar ve o fanustan dışarı çıktığında da sokakta, özellikle de evde geçerliliği olmayan bir kurallar yapısı olarak görmeye ve okulda kazandırılmak istenenleri benimsememeye meyleder ki bugün asında eğitim alanındaki önemli sorunlarımızdan biri de budur: Okul-aile uyumu. Bu yüzden diğer değerlerin öğrenciye kazandırılmasında olduğu gibi okuma üzerine yukarıda bahsettiğim ve okulda amaçlanan kazanımların benimsetilmesinde de ailenin okulla paralel bir anlayışı sürdürmesi gerekir.
Bugün teknolojinin de etkisiyle bilgiye ulaşmak çok kolay artık. Öğrencilerimiz bilgiye belki bizden daha hızlı ulaşabiliyor. Önemli olan ise doğru bilgiye ulaşmaları ve onu doğru anlamlandırabilmeleridir. Biz eğitimcilere düşen görev de o doğru anlamlandırabilme aşamasında öğrencilerimize yön/ yordam tayin etmektir. Okumak ve okuma neticesinde elde edeceğimiz kazanımlar da bu yön/yordam tayin etmede bizim en önemli aracımız olacaktır. Bunu aile ile el ve gönül birliği içinde yapmamız, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği açısından çok önemli bir sorumluluktur. Öğretmen olarak kendi payıma bu konuda çok yol kat etmem ve daha fazla çalışmam gerektiğini biliyorum.
Ailelerimize de bu anlamda çok önemli görevler düşmektedir. Çocuklarımıza; arabamıza, evimize, bahçemize, izlediğimiz dizilere verdiğimiz değerden daha fazlasını vererek, kişisel konforumuzdan feragat ederek onları bu güzel vatanın birer geleceği oldukları bilinciyle okuyan, sorgulayan, anlamlandıran, üreten nesiller olarak yetiştirmek hepimizin asli görevlerindendir. Nesillerimiz sağlam olursa geleceğimiz de sağlam ve güçlü olur. Unutmayalım, biz okursak çocuklarımız da okur, biz okumazsak çocuklarımız zor(!) okur. Selametle…
Serdar BİLER