Zihniyet, toplumsal bir varlık olan insanın nasıl düşündüğüyle ilgili bir meseledir. Olayları ve olguları anlama ve anlamlandırma biçimidir. Hatta bir değerlendirme ölçütü, bir miyardır. Bu nedenle bir zihniyete sahip olunmadığında bir değerlendirme biçimine de sahip olunamaz. Paradigma kavramı ile zihniyet kavramı yakın anlamlara sahiptir. Kısmen ideoloji kavramıyla da benzerlik gösterebilir. Bu üç kavram birbiriyle yakın ilişki içinde olsa da, kültür, diğerlerine nazaran zihniyette daha baskın konumdadır. Zihniyet oluşumunda toplumun, çevrenin, anne-babanın, tarihin, eğitimin, medyanın, kahramanların, modellerin büyük etkisi var.
Zihniyeti ikiye ayırmak gerek: Biri kendiliğinden oluşan, diğeri oluşturulan zihniyet. Oluşan zihniyet, insanın edilgen bir şekilde kendi kendine oluşturduklarıdır. Hayatı yaşarken öğrendiklerimiz, gördüklerimiz, edindiğimiz bilgiler, hissettiğimiz duygular zihniyetimizi oluşturuyor. Doğduğumuz andan itibaren yakınlarımızın ve çevremizin bize katkıları olan zihniyet, kendi geçmişimize bağlı hatta bağımlıdır. Zihniyetin bu türü değişimi, başkayı sevmez; var olanın sürdürülmesini neredeyse hayati bir olay olarak görür. Mevcudun kayboluşu, onda panik havası yaratır. Korkar bundan. Bu tür zihniyetin bir korkusu da gelecektir. Çünkü gelecek belirsizdir, oysa zihniyetin bu türü belli bir formatta çalışmaya meyillidir. En azından “ana yoldan” sapmadan gidilmelidir. Yine zihniyetin bu türü bilinçli bir şekilde inşa edilmediğinden insan için hapishane haline gelebilir. İnsan bu hapishanede bütünü göremez, sınırlı imkânlarla düşünür, çoğunlukla istenilen kadar düşünür ve yaşar.
Zihniyetin ikinci türü olan “oluşturulan zihniyeti” de ikiye ayırmak gerek. Birincisi hakikati, kendi kültürünü temel alarak oluşturulan zihniyet, ikincisi ise başka kültürleri temel alarak oluşturulan zihniyettir. Hakikati ve kültürünü temel alarak inşa edilen zihniyet, karanlıkta bir el feneri gibi olur. Zihniyetin bu türü insanın geçmişinin, çevresinin emrinden çıkar, vicdanın şemsiyesinin altına girer. Bağımlı değil ama bağlıdır. Koşullanmaz ama koşulları dikkate alır. Tarihi bilir ama tarihselci değildir. Çevresine dikkat eder ama çevresinin zihniyetini belirlemesine müsaade etmez. Başka kültürleri temel alan zihniyet ise yıkıcıdır. Kendi tarihini, kültürünü, çevresini, koşullarını dikkate almaz, bunları yıkmaya, onların yerine örnek aldığı kültürü yeşertmeye çalışır.
Kendiliğinden oluşmuş bir zihniyete sahip insana bilinçsiz insan; kendi zihnini kendi kültürüne göre inşa eden insana bilinçli insan denmesi bundandır. Eğitim, insanın zihniyetini bu edilgenlikten etkenliğe çıkarma girişiminin adıdır. Ve esas terbiyecisi de yine insanın kendisidir. Ne var ki insanlar kolay yolu seçer. Yorulmak istemez. Eylem kadar zihin konforundan da ödün vermek istemezler. Bu nedenle genel geçer fikirlerin takipçisi, modellerin izleyicisi, düşüncelerin tâlibi olurlar. Ve böylece zihniyetleri “kendiliğinden” oluşur. Eğitim dâhil olmak üzere var olmamızın ya da varlığımızı sürdürmenin tek yolu belirlenmiş standartta bir düşünme ve eylem biçimine sahip olmak mıdır? Egemenin yanında yer almak yaşamak için belirleyici midir? Gibi sorular zihin konforcusu için yani zihniyetleri kendiliğinden oluşanlar için soru yerine bile geçmiyor bu nedenle.
Zihniyetimizi terbiye etmemiz gerek, yani yeniden inşa etmemiz gerek. Çünkü mevcut zihniyetimiz sorunlu. Eğitim de bu zihniyetle işlediğinden, eğitimin de zihniyeti sorunlu. Eğitimimizdeki zihniyet sorunu, hakikatle yani sahih kültürümüzle olan bağlantımızın olmamasından kaynaklanıyor. Zihniyetimizin tekâmülümüz haline gelebilmesi yani kendi tarihsel tekâmülümüzün zihniyetimizi oluşturması, öncelikle, hayatın sorularla yürümesine bağlıdır. Çünkü önce içinde bulunulan zihniyetin çözülmesi gerekir. Aynı zamanda özgün zihniyetimizin aşılanması gerekir. Ancak tüm bunlar doğal olarak çile ister. Çile, derviş ister. Derviş inziva ister. İnziva, çile ister. Ve oluşan bu döngü, insanın zihniyetini terbiye eder. Çile yoksa derman da yoktur. Derviş yoksa halvet yoktur. Bu nedenle önce kendi zihniyetimizin, dolayısıyla hakikatimizin dervişi olmak gerek. O zaman eğitimin adı değil, kendisi var olacaktır.