YUSUF DURSUN
Ne büyük bir talihtir yüreği sevgi dolu bir anne babayla, ilkokul öğretmenine sahip olmak.
Diğer yandan ne büyük bir acı kaynağıdır bir çocuğun sevgiden nasibini almamış kişilerce yetiştirilmesi.
Ne yapsın böyle bir çocuk? Hangi limana sığınsın?
Hangi kucakta arasın mutluluğu?
Bunun cevabı belli. Her insan gibi huzura hasret çocuklar da fıtratında zaten var olan “insan olmanın iyi yanına” sığınacak, güzel örnekleri bağrına basacak, kötü örnekleri elinin tersiyle itecek.
Çok mu zor bu saydıklarımı başarmak?
Evet, zor lakin imkânsız değil.
Rabb’im ne istemiş de olmamış?
Bir mübarek elin, böylesi bir çocuğun başını okşamasını murat etmişse elbette o da olacak.
İşte o zaman duracak akan sular, işte o zaman aydınlık günler alacak koyu karanlıkların yerini.
Bir öğretmen düşünün, dilinden Yunus Emre’nin şu mısraları düşmeyen:
“Bene gelmedim dâ’vi için
Benim işim sevi için.
Gönüller dost evi için
Gönüller yapmaya geldim.”
Aynı öğretmen elbette şu mısraları da nakşedecektir öğrencilerinin gönlüne:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzüm yumaz değil.”
Yunus Emre’nin çağlar aşan mısralarıyla bir şekilde hemhâl olan bir insan, hayatının merkezine sevgiyi almaz da ne yapar?
Başka hiçbir dilde karşılığı olmayan “gönül” kavramı onun için huzurun ta kendisi olmuştur artık.
Bu gönülde kavgaya değil sadece sevgiye yer vardır. Mademki ezelî ve ebedî dostun evi gönülerdir, yapılacak iş, o dosta layık gönül sahibi olmaktır.
İşte o zaman Koca Yunus’un “Ballar balını buldum/Kovanım yağma olsun.” dediği gibi, ballar balına erişen gönül sahibinin hedefi kovana değil, balın da kovanın da sahibi olan yüce Yaratıcı’ya ulaşabilmek olacaktır.
Hani, bazı insanlar vardır, ağzından bal damlıyor dediğimiz, sohbetine bir türlü doyamadığımız.
Ya da tam tersi, köşe bucak kaçtığımız, bir cümlesine tahammül edemediğimiz insanlar. “Yüzünü şeytan görsün” deyimi tam da onlar için söylenmiştir. En kaliteli balı sattığı hâlde müşteri bulamayan tüccarın talihsizliği, yüzünün sirke satıyor olması değil midir?
Kimi insanlar vardır, ne çektiyse dilinden çeker. Onlar, Yunus Emre’nin şu dizelerindeki anlam derinliğini bilselerdi, eminim dilleri yüzünden türlü belalara düçâr olmazlardı:
“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı
Bal ile yağ ede bir söz”
“Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.” demiş ya atalarımız; insanoğlu tatlı dili nereden alacak? Pazarda satılmaz ki böyle bir hüner.
Hâlbuki bir tatlı dil, bir tatlı bakış, bir tatlı tebessüm, bir tatlı eda, duymayı ve bakmayı bilen için hiç de uzakta değildir. Uzakta değilse nerededir, diye sorduğunuzu duyar gibiyim.
İlhamını Yunus Emre’den alarak yazdığımız şu dizeleri, bu sorununuza cevap niyetine sunalım:
“Sevgi dağın taşın içinde bile,
Kendine bir yuva kurmayı bilir.
Yeter ki sevmeyi gönülden dile
Sevgi, ta yürekten koşarak gelir,
Bir gül bahçesinde yoldaşın olur.”
Sevginin bir adım ilerisi, aşktır elbette. Kastımız sadece ilahî aşk değil, olmadık yerde ve zamanda insanoğlunun yoluna çıkan dünya aşkından da bahsediyorum. İlle de ilk aşktan. Hangi aşk unutulmuş ki ilk aşk unutulsun!
Necdet Atılgan’ın şu mısraları duygularımıza nasıl da tercüman oluyor: “Tez geçse de her sevgide bin hatıra vardır / Sevda denilen şey yaşayan hatıralardır.”
Bu harika sözler, Selahattin İnal’ın bestesiyle birleşince âşık gönülleri tutabilene aşk olsun!
Aşk, bir sevda cemresi gibi düşünce yüreğe âşığın yapması gereken ilk şey ne olmalı? Sıkı durun, sıra dışı bir cevap vereceğim bu soruya: Sevgilinin suretinde bunca güzelliği bize ikram eden Allah’a şükretmek! Bizim de bu niyetle şu mısraları yazmışlığımız vardır:
“Şükür canımızı bir tek bedene
Sığdıran Rabb’imin gücüne şükür.
Şükür aşkı bize ikram edene,
Bizdeki bu aşkın harcına şükür,
Sevdamın gül açan burcuna şükür.”
Aşk deyince, Yunus Emre’nin şu mısralarını başımızın üstünde taşısak yeridir:
“İşitin ey yârenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misali taşa benzer.”
İyi de “Hangi aşk güneşe benzer?” diye sormak gerekmez mi? Gerekir elbette. Cevabını gene Yunus’tan alalım:
“Âşık bir kişidir, bu dünya malın
Ahiret korkusu bir çöpe saymaz”
Demek ki neymiş? Âşık olan kişi, ahiret korkusundan bu dünya malını bir çöpe bile saymayacakmış!
Az önce dünya aşklarından bahsetmiştik ya işte asıl mesele gönlümüze yerleşen geçici aşkın bizi ebedî aşka nasıl götüreceğinde. Zor değil bunu başarmak hatta çok kolay. Yeter ki dilimizden dökülen şu mısralara kulak verelim:
“Aşk denilen kor ateş
Değdiğini yakmalı.
Âşığın gözü yalnız
Helaline bakmalı.”
Yine Yunus Emre’ye kulak verelim. Çağlar öncesinden bir muallim edasıyla nasıl da tatlı tatlı fısıldıyor kulağımıza:
“Âşık öldü diye sala verirler
Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez.”
Haydi, itiraf edelim, hangimiz ölümsüzlüğü aramıyoruz? Hangimiz bengisuyun peşinde değiliz?
Hâlbuki Koca Yunus’a kulak versek ve aşk üzre yaşayıp aşk üzre teslim etsek emaneti asıl sahibine, ne harika olurdu değil mi? O zaman, “Her ölüm erken ölümdür.” diyen Cemal Süreya’ya, “Hayır, hiçbir ölüm erken veya geç değildir.” diyebilirdik.
Yunus Emre her çağın hocasıdır, dedik ya günümüzün değerli öğretmenleri eminim onun şiirlerine vakıf oldukça değerlerine değer katacaklar. Modern çağın çocukları da böylesi öğretmenlerin elinde, içlerindeki hazineyi keşfedip gönüller yapmanın huzuruna erecekler.
Hocamız Yunus Emre,
“Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun”
mısralarıyla gönlümüze sesleniyor ya hadi biz de kendi mısralarıyla sevindirelim koca şairi:
“Hak’tan inen şerbeti
İçtik elhamdülillah
Şol kudret denizini
Geçtik elhamdülillah”