Okumaktan mana ne, kişi Hakk’ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin, ha bir kuru emektir
1971 yılındaki “üye ülkelerle sınırlı” anma programını da hesaba katarsak, UNESCO’nun üçüncü defa “Medet!” diyerek büyük mutasavvıf Yunus Emre’yi yardıma çağırdığı bir yıldayız. Birleşmiş Milletler Teşkilatının eğitim, bilim ve kültür işlerinden sorumlu birimi olarak tesis edilen UNESCO, daha önce şairin doğumunun 750. yılı vesilesiyle 1991 senesini Yunus Emre yılı olarak kutlamıştı. Kurum, bu karardan 30 yıl sonra Hazretin vefatını esas alarak 2021’i anma programları arasına alarak yıla özel bir anlam yükledi. Bu hayırlı işte emeği geçen herkese teşekkür borçluyuz. UNESCO Türkiye Komitesi Başkanı Öcal Oğuz ve ekibini yürekten kutluyoruz. Son yıllarda bu sahada övünülesi bir başarı dikkati çekiyor. Evliya Çelebi, Matrakçı Nasuh, Şair Nabi, Itrî, Ahmet Yesevi gibi isimlerle başlayan; Atebetü’l-Hakâyık, Kutadgu Bilig gibi şaheserlerle taçlandırılan; Anadolu’nun kandilleri Ahi Evren, Hacı Bektaş, Yunus Emre ile onurlandırılan bir başarı zinciri bu. Kadim medeniyetimizdeki zenginliğe de işaret eden bu kabuller; değerlerimizin tanıtılması, yâd edilmesi, dünya barışına hizmet etmesi bakımından büyük önem arz ediyor. Son 50 yılda üç kez kabul edilen “Yunus Emre Yılı” kararı ise hayli anlamlı. Yarım asra damgasını vuran bu kararlar, kültür ve medeniyetimiz açısından sevinilecek bir durum elbette. Ancak insanlığın ne hâlde olduğunu göstermesi bakımından da hayli düşündürücü ve dikkat çekici.
Hayat hikâyesi 1241-1321 yılları arasına rastlayan Yunus Emre, kültür ve medeniyetimizi mayalayan isimlerden biridir. Yunus Emre denince akıllara ilk olarak onun her bir sahnesi ibret ve derslerle dolu yaşam öyküsünden sonra gönül dilinden dökülen mısralar gelir. Çağından itibaren hayatıyla birlikte diyar diyar, belde belde gezen bu mısralar, tutsak Macar Georg eliyle XV. yüzyılda Rönesans ve Reform’un eşiğindeki Roma ve Almanya’ya kadar ulaşır. Balkanlar, Anadolu’nun dört bir yanı, onun Yukarı İller sözüyle andığı Azerbaycan Yunus’un dizelerinden nasiplenen coğrafyalardır. Yalnızca bu yerler değil, tüm dünya onun himmet ve teveccühüyle şerefyab olmuştur.
Yunus Emre’nin bilinen ikinci ve son eseri Risâletü’n-Nushiyye’dir. Bu, inanç ve ahlak konularında öğütler veren bir mesnevidir. Yaklaşık 600 dize ile 20 satırdan meydana gelen risale, isminden de anlaşılacağı üzere bir nasihatler manzumesidir. Kimi araştırmacıların ilahilerle kıyaslayarak kuru diye niteledikleri metin; güzel ahlakı öğütler, hayatta iyi insan olmanın yollarını gösterir. Zira önce âdem, yani insan olmak gerekir. Bunun yolu da nefsi terbiyeden geçer. Divanlarda ilahilerden önce risalenin gelmesi boşuna değildir. İnsanın nefisle mücadelesi, kendini bilme ve bulma çabası, arayışları, kin, öfke ve cimrilik gibi kötü huylardan arınması, yani tasavvuf iklimindeki yolculuğu bu mütevazı eserin üzerinde durduğu temel meselelerdir. Aslında bunlar, eseri genişçe tahlil eden Mehmet Kaplan’ın ifadesiyle “insanın türlü hâlleridir.” Çağrı kamuya, yani cümle âlemedir. Dizelerde sık sık tesadüf edilen cümle âlem, kamu vurgusu dikkat çekicidir.
XIV. yüzyılın başında yazıya geçirilen Risâletü’n-Nushiyye, Türkçenin Anadolu’daki hayat hikâyesine ışık tutan eserlerden biridir. Risalenin birçok nüshası vardır ve bu öğüt kitabı, tüm Yunus Emre Divanı yazmalarında bulunur. Ancak eldeki yazmalar beyit sayısı ve sıralanışı bakımından farklıdır. Bu manzara, okuyanda risalenin/tüm eserin tahrifata uğradığı ya da karıştırıldığı düşüncesini uyandırır. Ayrıca risalenin ezberden yazıya geçirilmiş olma ihtimalini güçlendirir. Onu bilim dünyasına tanıtan Abdülbaki Gölpınarlı olmuştur. Araştırmacı eseri önce tenkitli metin şeklinde (1943), sonra sadece Fatih nüshasını esas alarak neşretmiştir (1965).
Mesnevinin girişinde “Şerh-i Âdem Aleyhisselam” başlıklı bir manzume bulunur. Manzumenin başlığı, Fatih nüshasında “Dâstân-ı Ruh u Akıl”dır. Bu dizelerde insanda mevcut olan iki güçten, ruh ve nefisten, onların hâllerinden söz edilir. Aklın insanlar için ne denli önemli bir meleke olduğu, onun telkinlerine kulak verilmesi tavsiye edilir. Bilge konumundaki akıl, her bölümün sonunda söz alarak birtakım öğütler verir.
Bundan sonraki bölümler “Dâstân” adıyla düzenlenmiştir. Yunus Emre, insanın baş düşmanları olan kibir, öfke, cimrilik, kıskançlık, gıybet ve iftira ile mücadelesinin zorluğuna işaret ederek eseri “Destan” adını verdiği bölümler üzerine kurmuştur. Bu kötü huylarla baş eden kişi, onun nazarında bir kahramandır. “Dâstân-ı Kibr”, “Dâstân-ı Buşu”, “Dâstân-ı Sabr”, “Dâstân-ı Buhl ü Hased”, “Dâstân-ı Gıybet ü Bühtân” mesneviyi meydana getiren bölümlerdir.
Özetle mesnevide sırasıyla “ruh, nefis ve akıl, kibir, buşu (öfke), sabır, buhul (cimrilik) ve haset, gıybet ve bühtan (iftira)” kavramları işlenmiştir. Yunus, vermek istediği mesajları karşıt kavramlardan yararlanarak anlatma yoluna gitmiştir. Mesnevideki şu beyit eserin özeti gibidir:
Azîm cihân-durur gönül cihânı
Sen izler olursan göresin anı