Anlık ve hararetli tartışmalara dikkat etmekte fayda var. Ya iş işten geçtiği için suçluluk psikolojisiyle yapılıyordur veya meseleyle gerçek anlamda yüzleşmemek için sorumluluk savan bir vaveyla kopartılıyordur. Bu tip tartışmaların bir anlamda toplumsal karakterimize dönüştüğü çok da bilinmeyen birşey değil. Bu anlamda kendi kendimize ettiğimiz kötülüğün bugüne kadar hiçbir düşman tarafından yapılmadığını söylersek yeridir. Bu tip tartışmalarımızın belki de en muşahhas örneğini eğitim alanında görüyoruz. Bir iki gündür YKS verileri üzerinden yürütülen kamusal tartışmanın en önemli özelliği yaklaşımı, tarzı, usulü ve üslubuyla sorumluluk savıcı olmasıdır. Tartışmanın içeriğine dair pek bir şey söylemenin gereği yok. Zira YKS verileri ortada. Herhangi bir izahı gerektirmeyecek şekilde ortada. Üstelik verilerde dramatik bir değişiklik de söz konusu değil. MEB ve ÖSYM’nin merkezi sınav verileri dikkate alındığında sistematik bir başarısızlığın ve devam ede gelen istikrarlı bir düzeyin olduğu rahatlıkla görülecektir. Salgın sürecinin özgül koşullarından kaynaklanan ve rahatlıkla da anlaşılabilen verileri sanki eğitim tarihimizin parlak tarihinde görülmemiş bir sonuç gibi ele almanın ve bu tarz bir şaşkınlık hali içerisinde değerlendirmenin sorumluluk savmaktan, gerçeklikle yüzleşmekten kaçınmak dışında bir anlamı olabilir mi?
Evet, sonuçlar açık ki yürüttüğümüz eğitim-öğretim faaliyetinin niteliğinin bir göstergesidir. Ancak yukarıda da değindiğim gibi belirli bir yıla ve belirli bir mekana özgü olmayan verileri sistemik bir tartışmanın mevzusu yapmıyorsanız, yapamıyorsanız kopardığınız vaveylanın, yürüttüğünüz haraetli tartışmanın da bir anlamı olmuyor. Türkiye’nin eğitim tarihi eğitim tartışmasını teknik-tali eksiklikler, aksaklıklar üzerine oturtan son derece yanlış ve yönlendirici bir aks üzerinden yürütülmektedir. Burada mesele öğretmenin niteliği, velinin ilgisi, materyal, donanım, yöntem-teknik vs. bir lokasyona sıkıştırılıyor. İdeolojik-politik aidiyet farketmeksizin toplumun tüm kesimleri egemen eğitim formuna razı gelmiş durumda. Bu formun içeriğinin nasıl doldurulacağı üzerinde seyreden tartışma ve çatışma da yüzeysellikle maluldür. Egemen formu, yerleşik sistemi ve kodifikasyonu eleştirmezseniz, tartışmazsanız bulunduğunuz kapanda kalmaya mahkum olursunuz. MEB müsteşarı bir kaç yıl önce “Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim sisteminde paradigmatik anlamda hiçbir değişiklik yapılmamıştır” demişti. Bu kadar çarpıcı tespitlerin bu kadar rahat söylenebildiği ve hiçbir tartışma doğurmadan unutulmaya yüz tuttuğu bir ortamda YKS verileri üzerinden eğitim sistemimizin başarısız olduğunu tartışmak açık konuşmak gerekirse mucizeler gösterildikçe inançsızlıkları artan inatçı müşriklerin tavrına benziyor.
YKS verileri üzerinden başarısız olduğumuzla sarsılanların önünde sorulması, tartışılması gereken pek çok soru var. Örneğin MEB bu haliyle niye başarısız değerlendirilsin? Ya MEB ve uyguladığı sistem tam da bu sonuçları üretmek ve tartıştırmak üzere varsa? Veya bugün başarısızlığı tartışılan MEB acaba hangi dönemde başarılıydı? Neydi başarı istatistikleri? Kitlesel-zorunlu eğitim sistemi içerisinde bekleyeceğimiz başarı ne olabilir? Marj ne olursa kendimizi başarılı görmüş sayacağız? Ayrıca mevcut sıralama sınavlarımızın neyi ölçtüğü, nasıl ölçtüğü de izaha muhtaç değil mi? Hani her öğrenci biricikti? Her öğrencinin öğrenme stili farklıydı? Her öğrencinin ilgisi, istidadı farklıydı? Öyleyse tek sınav nedir, neyi ölçer, nasıl ölçer?
Yapısal, sistemik sorunları yapıyı ve sistemi sorgulamadan, değiştirmeden çözebileceğimizi düşünüyoruz. Evlere şenlik halimizi sürdürerek yarınlara ilişkin iddialı hayaller kuruyoruz. Ağdalı retorikler yorgunu bir toplum haline gelmiş durumdayız. Açık konuşmak gerekirse eğitimdeki performansımız toplumsal hayatımızın diğer alanlarındaki başarımızdan bağımsız değil. Nerede ne kadar başarılıysak eğitim alanında da o kadar başarılıyız. Diğer taraftan başarı nedir, niye başarılı olmak istiyoruz veya niye başarısızız gibi sorularımız da sahici bir tartışma bekliyor. Başarısızlığımızın nedeninin ne olduğunu bilmiyoruz. Bu konuda Cumhuriyet öncesinden devralıp bugüne taşıdığımız bir ezberimiz var. Bugün de aynı ezberi sürdürerek yeni sonuçlar çıkacağına kendimizi inandırıyoruz.
Kendimizi değiştirmeden, anlayışımızı, zihniyetimizi, sorun tanılama ve çözüm üretme sistematiğimizi eleştirel bir okumanın konusu etmeden kendi dışımızdaki bir takım unsurları değiştirmeye çalışmanın bir anlamı olmuyor. Kendi dışımızda neyi değiştirirsek değiştirelim değiştirilen her şey bizim elimizde yine önceki sonuçları üretmeye devam edecektir. Bu bir kapandır, bu tartışma da şekli ve içeriği itibariyle kapanın tahkim edilmesidir.