Günümüzde her iki kadından biri çalışıyor. Ailelerin %40’ında ise anne ve baba çalışıyor. Bu durumda çocukların eğitimi tamamen okullara ve çocuğun ilişkide olduğu ortamlara kalıyor. Çocuklar yeterince anne şefkati alamadığı gibi geleneksel değerlerimizin aktarımında da sıkıntılar yaşanıyor.
Eskiden baba veya anne odaya girince çocuklar ayağa kalkar veya en azından toplanırdı. Büyüklerin yanında saygıda kusur edilmezdi. Anne ya da babanın bir dediği ikiletilmezdi. Küçüklerin yanında konuşulanlara dikkat edilir, kötü örneklikten sakınılırdı. Hiç kimsenin annesine babasına en ufak bir saygısız söylemekten herkes çekinirdi. Çünkü böyle hallerde istenmeyen vakalar yaşanırdı.
Ebeveynlerinin çalışması sebebiyle çocukların geleneksel değerlerini yaşayarak öğrenememesi şimdilerde büyük sıkıntılar doğuruyor. Gençlerin hatta çocukların ağzında en galiz argo kelimeler dolaşıyor. Şiddet, saygısızlık, ahlaksızlık dört bir yanı sarmış durumda. Çocuklar hiçbir değer tanımadığı için dilediğini yapabileceğini düşünen başıboş tipleri andırıyor.
Bu gidişatın hayra alamet olmadığı açıktır. Saygıyı, sevgiyi, yardımlaşmayı, nezaketi ve insan olmayı öğretemediğimiz her çocuk potansiyel tehdit haline geliyor. Bu çocuklar birer yetişkin haline geldiğinde oportünist, pragmatist birer fırsatçıya dönüşüyor. Banka hesaplarıyla oynayanlar, bahis çetesi kuranlar, saadet zinciri ile insanları aldatanlar, devletin gizli bilgilerini yabancılara satanlar ve türlü ahlaksızlıkları yapanlar işte bahsettiğimiz bu gençlerin arasından çıkıyor.
Filozoflar kesin ve tamamlanmış bilgi yoktur der. Bu da bilginin sürekli gelişen ve dönüşen bir yapıda olduğunu haber verir. Bilginin sonraki nesillere aktarılmasında bir araç olan eğitimin bundan ayrı tutulması düşünülemez.
Değişen zamanla birlikte insan da değişir, alışkanlıklar da değişir, mekân da değişir, kavramlar da… Dolayısıyla çağın gereklerine uygun şekilde hareket etmek ve ihtiyaçlara göre eğitim kurumunu güncellemek bir zorunluluktur.
Geçtiğimiz günlerde Kayseri’de meydana gelen olayda 13 yaşındaki bir çocuk aynı yaşlardaki arkadaşını öldürdü. Çocuğun, bir bilgisayar oyunundan etkilenerek cinayeti işlediği konuşuluyor. Geçtiğimiz yıllarda da benzer olaylarla karşılaşmıştık. Annesine veya babasına şiddet uygulayan evlatlar, hatta ebeveynlerini acımasızca öldüren katiller gün geçtikçe artıyor.
Doktor ve sağlık çalışanlarına şiddet, öğretmene şiddet, trafikte şiddet, düğün magandaları, gürültü nedeniyle komşular arasında ortaya çıkan kavgalar, akran zorbalığı ve aile içi şiddet hemen her gün karşılaştığımız olaylar haline geldi. Toplum bu haberleri kanıksadığı an büyük bir yıkımın bizi beklediğini söylemek kehanet olmasa gerek.
Hemen herkes bu durumlardan şikâyetçi. Kendisine mikrofon uzatılan veya fikri sorulanlar konuyu hemen eğitime bağlıyor. İşin uzmanları da kitle iletişim çağına uygun şekilde eğitimde yeni yaklaşımlar getirilmesi gerektiğini vurguluyor. Yani hemen herkes topu Milli Eğitime atıyor.
Yaşanan bu olumsuzluklara kayıtsız kalmayan Milli Eğitim Bakanlığı yeni bir karar alarak lise ve ortaokul müfredatına yeni dersler ekledi. Farklı beceri ve kazanımların sağlanabileceği dersler ikinci dönemden itibaren listede yer alacak. Teknolojiden sosyal yaşam kurallarına kadar birçok konuyu kapsayan yeni dersler kamuoyunda genel olarak memnuniyetle karşılandı.
Bakanlığın aldığı karara göre Temel Hukuk, Adab-ı Muaşeret, Görgü Kuralları ve Nezaket, Afet Bilinci, Türk Sosyal Hayatında Aile gibi 9 yeni seçmeli ders müfredata eklendi. Bu dersler, ortaokul ve lise kademelerinde seçmeli ders statüsünde yani isteğe bağlı olarak okutulacak. Nurettin Topçu ne güzel söylemiş: “Bırak tahsili evlâdım, sen ilkin bir hayâ öğren!” Topçu’nun bu çağrısı aradan geçen yarım asrın ardından nihayet karşılık buluyor.
Ne yalan söyleyeyim, bir veli olarak bu seçmeli derslerin ismi beni mutlu etmeye yetti. Yusuf Tekin yönetimindeki bakanlığın, sorunlara duyarsız kalmaması ve çözüm için taşın altına el atması bizim gibi konuya duyarlı velileri çok mutlu ediyor. Nitekim anne babasına saygılı, nerede nasıl konuşacağını ve insanlara nasıl davranacağını bilen müeddep, şuurlu, donanımlı çocuklar herkesin arzusudur. Sayın Yusuf Tekin’in bu yönde ortaya koyduğu çözüm iradesini somut adımlarla ete kemiğe büründürmesi milli eğitim tarihimizin yüz akı olarak tarihe geçecektir.
İlginçtir ki, bu karardan rahatsız olanlar da var. Ülkemizde atılan her adımı sırf muhalefet etmek amacıyla eleştiren bu azgın azınlığa bakacak olsaydık ne yeni hava limanları yapılabilirdi, ne SİHAlarımız uçabilirdi, ne boğaza üçüncü köprü ne de Marmaray inşa edilebilirdi. Kuşların göç yolunu bahane ederek İstanbul Havalimanına karşı çıkan, boğazda ekolojik dengeyi bozar diyerek yeni köprüleri engellemeye çalışan, deprem olursa su basar diyerek Marmaray ve Avrasya tüneline karşı çıkan bu cahil tayfasına ne desek az kalır. Sadece şunu söyleyelim ki bahsi geçen havalimanı, köprü ve tünelleri şimdilerde en çok kullananlar da bunlar.
Aslına bakarsanız âdâbı muaşeret en çok da bunlara lazım. Bunların hali kızamık aşısı vurulmayacağım diye tepinen haylaz çocuğu andırıyor. Bilse ki hayatını kurtaracak, en başta kendisi uzatır kolunu. Ama öyle olmuyor maalesef. Bu ülkede en basit gereklilikler bile bu azgın azınlığa rağmen gerçekleştiriliyor. Bu da ister istemez milleti yoruyor, hepimize zaman kaybettiriyor. Atalarımız ne güzel söylemiş: Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan zordur.
Sayın Bakan, toplumda yaşanan sıkıntıların doğrudan muhatabıdır ve attığı adımlar bu sorunları ortadan kaldırmaya dönük çözüm iradesinin yansımalarıdır. Dolayısıyla Sayın Bakan, sorumluluğunun gereğini yerine getirmektedir ve millet de arkasındadır. Genç nesillerimizi sosyal medyanın insafına terk etmek düşmanın topraklarımızı işgal etmesinden farksızdır. Nasıl ki ordumuz sınırda görevini yapıp düşmana geçit vermiyorsa eğitim sistemimiz de çocuklarımızı çağın afetlerinden koruyarak toplum yapımızı bozmaya çalışan ahlaksızlıklara geçit vermemelidir. Milli eğitim bakanlığının yaptığı tam olarak da budur. Tebrikler Yusuf Tekin, tebrikler Milli Eğitim…
Yunus Emre Altuntaş