Yusuf DURSUN
Hepimiz masal dinlediğimiz çağları özlemle hatırlarız. Bir köşeye bağdaş kuran ninemiz birazdan masala başlayacaktır. Derhal, bir yavru kuş gibi onun kanatları altına gireriz. İşte bu an, her türlü eğitime açık olan çocuğun en masum olduğu andır. Masal anlatanla dinleyen arasında bir sevgi bağı kurulmuştur ve anlatan her zerresiyle, dinleyene âdeta şöyle seslenmektedir:
Çiçek açar dal uyanır, petek petek bal uyanır.
Yavrucuğum senin için dilimde masal uyanır.
Yağ satarım, bal satarım; içine masal katarım.
Melek yüzlü yavruları, canımdan üstün tutarım.
Masal, “Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu dağdan taştan çokmuş…” diye başladığı zaman çocuk, önce anadilinin tadını hisseder. Sonra da şuuraltına, bugün “var” olan bir şeyin yarın “yok” olabileceği fikri yerleşmeye başlar. “Allah’ın kulunun dağdan taştan çok olduğunu” duyunca da dünyada yalnız olmadığını, kendisi gibi milyarlarca insan olduğunu kavrar. Her türlü nimetten onların da faydalanmaya hakkı olduğunu anlar ve bencilliğin ne kadar kötü olduğu sonucuna ulaşır.
Masalda olaylar geliştikçe çocuk, bambaşka duygular yaşamaya başlar.
Üç kardeşten en küçüğünün, zekâsıyla bütün engelleri aşması, hiç kimsenin küçük görülmemesi gerektiğini anlatır. Bunu kavrayan çocuğun yüreği, farkına varmadan kendine güven duygusuyla dolup taşar. Bu yönüyle masallar, Gilbert Keith Chersterton’un dediği gibi “ejderhaların var olduğunu anlattıkları için değil, ejderhaların bile yenilebileceğini anlattığı için” önemlidir. Bunu kavrayan çocuğu tutabilene aşk olsun! Hiçbir zorluk yıldıramaz onu, hiçbir aksilik yolundan döndüremez.
Cemil Meriç’in dediği gibi kitaplar, meçhule meçhule yani masala, esrara, sonsuza açılan bir kapı gibidir. Öyle ki bu kapı, çocuğun hayal dünyasıyla açılır ve onu doyumsuz bir serüvene çıkarır. Artık aydedenin saçlarını taramak da kolaydır, yıldızlarla saklambaç oynamak da. Bir devi, saçından tutup sürüklemek de çocuk oyuncağıdır, masal kuşunun kanadında Kafdağı’nı aşmak da. Konu bir de güçsüzlere yardım etmek, yetimlerin yüzünü güldürmek, bir ihtiyarı sevindirmek gibi gönül okşayıcı hâle gelince bütün güzel çocuklar, bu konuda usta kesilir.
Masal dinleyen çocuğun hayal gücüne sınır çizilemez. Dünyayı güzelleştiren hayallerdir bunlar. Ruhunu masalla besleyen çocuğun çizdiği resimlerde kuş vardır, ağaç vardır, masmavi bir gökyüzü vardır, şırıl şırıl akan dereler ve özgürce koşulacak kırlar vardır. La Fontaine’in dediği gibi masallar öyle bir resimdir ki içinde hepimiz kendimizi bulabiliriz.
Masalın kötü karakterleri de vardır elbette. Bunların işi gücü masalın ana kahramanlarına zorluk çıkarmaktır. İyiliği temsil eden her karakter, masal boyunca kötülerle mücadele eder. Mutlu sona ulaşmak için önüne çıkarılan ve yapılması neredeyse imkânsız engelleri aşmak için uğraşır. Sonunda kara bulutlar dağılır, ortalığı gün ışığı kaplar ve kahramanımız mutlu sona ulaşır. Çocuk sonunda anlar ki mutlu sona ulaşmak için çok çalışmak, aklını kullanarak engelleri birer birer aşmak gerekir. Hele bir de masalı anlatan, “Ya evladım, gördün mü bak, yemek bile çiğnenmeden yutulmuyor.” derse o çocuk asla “çalışmadan kazanma” düşüncesinde olamaz.
Ey, masalın kötü kahramanları, siz o kadar da kötü değilsiniz aslında. Masal dinleyen çocuk sizin sayenizde zalimliğin ne kadar kötü olduğu sonucuna ulaşır ve içinden, “Ben büyüyünce böyle biri olmayacağım.” demeye başlar. Eh, bu da bir şeydir. Belki o gül yürekli çocuklar sizi bağışlayabilir. Ne de olsa çocuklar kin tutmaz. Hele masal dinleyen çocukların yüreğinde asla kine ve nefrete yer yoktur.
Masalın bir yerinde ortaya çıkarak kahramana yol gösteren aksakallı ihtiyar, çocuğa, yardımsever olmanın ne büyük bir erdem olduğunu fısıldar. Bu sayede çocuk sadece insanlara değil, doğaya ve hayvanlara da sevgiyle yaklaşır. Gözü, kulağı ve hayalleriyle nerede yardıma muhtaç biri varsa onu araştırır ve sonunda hepsinin yardımına koşar.
Masalın sonunda kötüler mutlaka cezasını çeker, iyiler mutlu sona ulaşır. Çocuğu rahatlatan bu sonuç, aynı zamanda onun adalete olan inancını pekiştirir. Ya tersi olsaydı ne olurdu? Aman Allah’ım, bunu düşünmek bile korkunç. Neyse ki masallar, bazı büyük büyük yazarların, büyük büyük eserleri gibi kötülüğü ve zalimliği yüceltmez; insanları birbirine düşürecek nifak tohumları ekmez. O yüzden, “yaşasın masal” diyoruz; o yüzden masal anlatanı da dinleyeni de çok seviyoruz.
Düşünmek bile istemeyiz ama masalsız büyüyen çocuklar, kendilerini bekleyen tehlikenin farkında bile olamazlar. Bir masalın tadını hangi bilgisayar oyunu verebilir? Dilinden bal damlayan masalcı ninenin sohbetindeki güzelliği, hangi sanal ortam verebilir?
Sözün tam burasında masaldan mahrum kalan çocuklara bir çağrı yapalım:
“Kuşlar yine kuruyor gökyüzü sofrasını,
Yıldızlar yine çağırıyor uçurtmaları.
Sakalını tarayan aydede,
Masal köşesine kurulmuş,
Çocukları bekliyor.
Kanatlanın rüyalar,
Delin bulutları bin bir yerinden.
Yeniden başlasın yağmuru
Masal çiçeklerinin.
Yeniden yeşersin
Dudaklarda tebessüm.
Kanatlanın çocuklar.”
Masal bitmiş, çocuğun yüzünde tatlı bir tebessüm kalmıştır. Sıra, gökten düşen üç elmanın paylaşılmasına gelmiştir. Bu doyumsuz elmalar masalı dinleyenin, anlatanın ve bütün güzel çocukların hakkıdır.
Biz de o çocukların şahsında dünyanın bütün çocuklarına deriz ki:
“Çiy tanesi yüreğinle,
Doyasıya gül çocuğum.
Senin olsun varım yoğum,
Neyim varsa al çocuğum.
Güneşin bol, havan açık;
Kelebek ol kırlara çık.
Bir çiçek ol yumuşacık,
İncinmesin dal çocuğum.
Gözlerin var türküleşen,
Dudağın gül, yüzün gülşen.
Eksilmesin dilde neşen,
Gülüşünle kal çocuğum.”
23 Mayıs 2021
Zeytinburnu / İstanbul