Geçmişte yaşamaktan, geçmişi anlatmaktan, geçmişten bahsetmekten ne kadar da çok hazzediyoruz değil mi? Şurada, şu tarihte şöyle olmuş, burada bu tarihte böyle yapılmış, o şunu demiş, bu bunu, öteki şöyle, beriki böyle yapmış, mış, miş, mış…Bir nevi dedikodu aslında yapageldiğimiz. Ha, bu arada kendimizi de tarih anlatıyor havalarına bir sokarız ki değme gitsin… Aslında her kesim kendi tarihçilerinin ya da kendilerini tarihçi gibi pazarlayanların görüşlerinin aktarıcılarıdır bir yerde. Birçoğumuz geleceğe dair söz söylemekten çekiniriz, söylesek de ya birkaç aylık ya da yıllık projeksiyonlardır sağdan soldan duyduğumuz ya da tarihi belli içi henüz doldurulamamış uzaklıklar… Ve kısır döngü, vahim sonuç; üretememe hastalığımız…
Sahi yarına dair “içi dolu bir söz” söyleyecek kimseler biriktiriyor muyuz? Ya da söylenecek bir söz? Geleceği çoktan tasarlayanlardır bugüne yön verenler aslında, bunu göremiyor muyuz? Onların dayattıkları, medyalarının parlatıp pazarladıkları gündemleri yaşıyor ve onların çok önceden öngördükleri birkaç farklı davranış biçiminden birini sergiliyoruz hadiseler karşısında. Kaldı ki zaten her bir farklı refleksimize karşı hamleleri de çoktan planlanmış durumda. Bizler daha yarını planlamakta zorlanırken, hatta milletin emanet ettiği elimizdeki gücü bir takım basiretsizliklerimize kurban edip, fütursuzca azaltırken ettiğimiz büyük laflar kimin muhayyilesinde ne gibi yeni ufuklar açıyor? Kazanımlarına dahi sahip çıkamayan ya da asgari hak, adalet, liyakat, hakkaniyet değerlerini tercihlerinde yeterince içselleştirememiş olan bizler neden küçük ve yapılası güzellikleri, iyilikleri ihmal eder de hep büyük büyük laflar ederiz ki sahi?
Oysa her alanda gelecek tasarımı gerekiyor ve ülkemiz aydınlarının ve siyasilerinin önceliği bu olmalı. Eğitim sistemimiz ve buna destek veren “insan-ı kâmil” yetiştirme iddiasındaki nice kurumlar maalesef sadece “ortalama insan-vasat insan” yetiştiriyor ve bu nesil bir yandan nefisleri, hırsları, hevesleri ve kapitalizmin acımasız silahları ile mücadele etmekte çok zorlanırken diğer yandan da yetersiz ilmi ve fikri alt yapı ve motivasyonlarıyla her alanda geleceğe dair tasarım ve proje üretmekten acziyet içerisinde bulunuyor.
Ahlâklı olmanın yolu bilgelikten geçiyordu halbuki. Yarım bilge, yarım ahlâklı insanlardan “işler yolunda gittiği sürece sadık” bir ekip olsa da, bu sorgulamayan ve sadece kendisine bir lider seçip kayıtsız şartsız itaatle peşinden giden insanların gelecekle ilgili bir tasavvur ve katkıları da olamıyor maalesef. Kulaklarına üfürülen ya da gözlerine yansıtılan klişe ne varsa onu duyar, görür ve söyler halde ortalıkta dolaşıyor ve hatta daha acısı ve acınası bir de her konuda ahkâm kesiyorlar. Bağlı bulundukları merkezi güç ya da otoritedeki en ufak bir zaafiyet durumunda ise gemiyi ilk terk edenler de bu sözüm ona sadık kitle oluveriyor. Sadakatlerinin kaynağı ahlâk ve değerler olmayan, sadakatleri davaya değil de kişilere olanlardan da erdemli davranışlar ve bundan fazlası beklenemez zaten.
Büyük ve ulvi gayelere; sağlam bir ahlâki zemin, yüklenilecek mesuliyetlere yetecek fikri ve ilmi alt yapı, mesleki yeterlilik, beceriklilik, katıksız bir idealizm, sarsılmaz bir iman ve çelik gibi bir iradeye sahip, dünü bilen ancak dünde takılıp kalmayan, bugünü ise yarın ve ötesi planlamalarına matuf yaşayan ve değerlendiren, aidiyet ve mensubiyetini kişilere ve onların çizdiği dar çerçevelere mahkum etmek yerine Allah’a ait olma, O’nun kulları için razı olduğu sisteme mensup olma ve O’nun nizamını yeryüzüne hakim kılma temeline oturtan bir nesil ile ancak ulaşılabilir. Ve bu şuurda yetişen bir “dava adamı” bu temele uymayan her bir iş, oluş ve kişiyi sorgulayabilme yetisine de sahip olur.
Bu anlamda bu kutsal yolun yolcusu oldukları iddiasında olan ve bilhassa bu milletin ve ümmetin kaderine tesir edebilen “karar vericilerin” bu yolda yürürken de, aynı yolda yürüyecekleri yol arkadaşlarını seçerken de mahşerde verilecek ağır bir hesabın idrakinde olmaları, hatalı ve eksik tercihlerin millete ve ümmete ödeteceği bedelin vebalini omuzlarında hissetmeleri ve yukarıda bir kısmını dile getirmeye çalıştığım “dava adamı” kriterlerini göz önünde bulundurmaları gerekmektedir. Yoksa yola da yazık olur, size de, o yolda arkanızdan gelenlere de. Zira doğru yolda yürümek, ancak doğru adımlar ve doğru adamlarla mümkündür.
Dünü yeterince anlayamayanların, bugünü yarının penceresinden bakarak yaşayamayanların, yarına ait bir söz söyleyemeyecekleri, söyleseler dahi bu sözün bir kıymeti harbiyesi olmayacağı aşikardır. Daha yolun başındayız ve yapılacak çok iş var… Rabbim bize merhamet etsin ve kafirler zümresine karşı galip gelecek silah ve her türlü donanımlarla bizleri mücehhez kılsın…