John Ronald Reuel Tolkien, 1892-1973 yılları arasında yaşamış büyük İngiliz yazar, şair, filolog ve akademisyen. J.R.R. Tolkien’i, malum olduğu üzere, dünyada en çok okunan kitap sayılan “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinden tanıyoruz ve muhtemelen daha çok da bu kitaplardan yola çıkılarak yapılan filmlerden. Tolkien, insanüstü gibi görünen bir deha ve çaba ile bir dünya inşa etmiştir, tarihi, dili, efsaneleri ile birlikte eşsiz bir dünya. Tasarladığı Orta Dünya’da geçen olayları benzersiz, zevkli bir dille anlatır bize.
Tolkien’in geniş kesimlerce tanınmasında büyük payı olan etkileyici filmler, bütün güzelliklerine rağmen, Tolkien’in kitaplarındaki okuma zevkinin yeri tutamıyordu elbette. Tolkien’in eserlerinin hepsiyle tanışma ve okuma yolunu açtığı için bu filmlere teşekkür borçluyuz yine de. Yüzüklerin Efendisi’nin en çekici tarafı, işlediği yüce erdemler ve modern dünyada unutulmaya yüz tutmuş değerleri incelikli bir şekilde anlatması değildir sadece. Bilhassa Orta Dünya’nın “gerçek” dışı, hayalî rengi önemsenmelidir. Tolkien, başta İskandinav efsaneleri olmak üzere birçok geleneksel bilgelikten de esinlenerek tam anlamıyla kendine özgü bir dünya inşa etmiştir kalemiyle. Fakat Orta Dünya anlatımının bildiğimiz dünyanın ve tarihin çok öncesinden, uzak geçmişin çoktan unutulmuş olaylarından, “ezel”den bahsettiği de düşünülmelidir. Bütün yaratılış efsanelerinin söze başladığı bir devri anlatır gibidir. Mircea Eliade, efsanelerin “zaman dışı” bir devrin anlatımı olduğunu söylüyor, bu bağlamda Orta Dünya anlatımı da o “zaman dışı” dönemi ete kemiğe büründüyor gibidir. İşte bu anlatımın zirvesini muhtemeldir ki Silmarillion temsil etmektedir.
Silmarillion, Orta Dünya hikayelerinin, Yüzüklerin Efendisi dünyasının “yaratılış kitabı”dır. Bir yerde okumuştum; Tolkien’in Silmarillion adlı eserinin özellikle ilk bölümleri, bin ya da iki bin yıl önce ortaya çıksaydı esaslı bir kutsal metin olarak kabul göreceğinden bahsediliyordu haklı olarak. Biraz da bu yüzden yaratılış efsaneleri ve eğitim bahsinde modern çağda yaşamış bir yazarın tahayyül dünyasının ürünü olan Silmarillion’dan bahsetmek kesinlikle gerekli ve anlamlı olacaktır. Bu gereklilik ve önem esasen Tolkien’in, bütünüyle kurguya dayalı olsa da, insanlığın ve dünyanın ve ötesinin, belki de en eski zamanları hakkında konuşuyor olmasından kaynaklanır. Bunun yanında Silmarillion’un, yazarın hayal gücünün eseri olmakla birlikte, değindiğimiz üzere başta İskandinav mitolojik anlatımları olmak üzere birçok eski medeniyetin efsaneleri hakkındaki derinlikli bilginin ve anlayışın zeminine oturuyor olması kıymetini artırmaktadır.
Silmarillion’un ilk bölümleri olan, “Ainulindalë: Ainur’un Müziği” ve “Valaquenta” kainatın ve ötesinin varoluş öyküsünün zevkli bir anlatımını sunar. Sonraki bölümlerde de Elflerin ve insanların ortaya çıkışı ve akabinde yaşananlar anlatılır. Yüzüklerin Efendisi’nde hikaye edilen olaylardan çok öncesi ve olayların geçtiği Orta Dünya’nın yaratılışı en baştan açıklanır. Burada yaratılışın en başındaki olayların anlatımında müziğin temel unsur olarak seçilmiş olması çok ilginçtir. Hiçbir şeyin varolmadığı bir zamanda olup bitenleri anlatmak için incelikli bir tercihtir bu. Müzik, seslerin karmaşasından bir ahenk içinde hoş ezgilerin tezahürü olarak, bütün unsurlarıyla varlıkların ortaya çıkışını olabildiğince güzel bir şekilde temsil etmektedir. Silmarillion’un ilk bölümü “Ainulindalë: Ainur’un Müziği” şöyle başlar söze;
“Önce Eru vardı. Tek Olan, Arda’da Ilúvatar diye isimlendirilen; ve ilk önce düşüncesinden doğurduğu Ainur’u, Kutsal Olanlar’ı yarattı ve onlar, hiçbir şey yaratılmadan önce onunlaydılar.”
Kelime dağarı ve dilbilgisi kuralları ile Tolkien tarafından geliştirilmiş olan Elf lisanında Eru, tek olan ve yalnız olan anlamına gelmektedir. Sonradan dünyada verilen ismi Ilúvatar ise “herkesin babası” demektir. Arda, dünyayı ifade eder diyar anlamıyla.
Ilúvatar, düşüncesinde önce Ainur’u yaratır yani “kutsal olanlar”ı. Bunlar melek niteliğinde varlıklardır, yüceler olarak da adlandırılırlar. Eru, onlara kendi ruhundan, “yok olmayan alev”den sonsuz hayat vermiştir. Sonsuz Salonlar’da, onlar için hazırlanmış bu saraylarda varlıklarını sürdürürler, Eru’nun hikmetine tabi olarak. Ilúvatar, onlara müzik ilham eder, bütün Ainur, kendi özgün varlığı ve yetenekleri uyarınca verilen tema ile müzik inşa ederler. Kutsal bir ahenk içinde Ilúvatar’ın hikmeti ve gayesine, verdiği temaya uygun bir şekilde sonsuz güzellikte ezgiler ortaya çıkar. Ilúvatar, onları dinler ve mutlu olur.
“Ainulindalë: Ainur’un Müziği”nda anlatım şöyle devam eder;
“Ve an geldi, Ilúvatar, Ainur’u bir araya toplayıp şimdiye dek açıkladıklarından daha büyük, daha harika şeyleri gözlerinin önüne sererek, çok daha kudretli bir tema bildirdi; temanın başlangıcının ihtişamı ve bitişinin görkemi Ainur’u şaşkınlık içinde bıraktı, böylece Ilúvatar’ın huzurunda eğildiler ve sessiz kaldılar.”
Sonra Ilúvatar onlardan bir Ulu Müzik yapmalarını ve onları Yok Olmayan Alev’le canlandırdığı için herbirinin kendi düşünceleri ile bu müziği donatmasını ister. Sonuçta yüce varlıkların farklı güçleri ve düşünceleri ile şekillenen ancak Ilúvatar’ın verdiği tema etrafından sonsuz bir ahenk içinde muhteşem bir müzik ortaya çıkar. Kutsal Olanların terbiyesi böylece kusursuz bir uyum ile muhteşem bir ezgiye yol açar, Ilúvatar dinler ve mutlu olur. Ancak tema geliştikçe Melkor’un yüreğine Ilúvatar’ın verdiği tema ile uyumsuz, “kendi imgeleminin birbiri ile uyumlu olmayan özleri” ulaşmaya başlar. Melkor, müziğin kendisine ayrılan kısmının gücünü ve görkemini artırmaya uğraşmaktadır. Oysa Melkor, Ainur içinde kendisine en fazla güç ve bilgi ihsan edilmiş olandır.
Nice eşsiz sonuçları olacak bir sürçme ile başlar ezelden gelen bir eğitim süreci. Kaybedilen ilk imtihandan sonra bu sürçmenin temsilcisi, ardınca gelenlerin çoğunun da aklını çelecektir.