Güzel ülkemi bir uçtan bir uca her karesini gezmiş memur bir ailenin ferdi olarak 1982 yılında Ankara’da doğdum . Bu durum bana yeni insanlar yeni kültürler tanıma şansı tanıdı .Bayrağımızın dalgalandığı her yer kutsaldı ,vatandı. İki senede bir tayin süreci başlangıçta adapte olmakta zor olsa da en büyük destekçim hep öğretmenlerim olmuştur. Bu yüzdendir ki çocukluğumdan beri onlar gibi fener tutmaktı gayem yeni yeni hayatlara …
Öğretmenlik, Hz.Ali’nin: “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.” sözünde olduğu gibi kutsal. Ali Rıza Binboğa’nın şarkı sözlerindeki gibi “ Bir harf için kırk yıl köle olunuyorsa, yirmi dokuz kere kırk yıl kölesiyiz öğretmenin.” kölelik minnettarlık anlamında malum… Minnettar olduğum.. Minnettar olduğumuz. Cumhurbaşkanlarından, doktorlara, hakimleri de…Toplumdaki herkesi mi, her mesleği yetiştiren kutsal meslek. Tıpkı bir heykeltıraşın eserine şekil vermesi gibi ince ince… Bir nakış işlercesine özenli, hep iyi ki öğretmen olmuşum dediğim şükür sebebim…
Eğitim malum üç ayaklı sacayağı aile ,okul ,çevre .Sacayağının büyük bir kısmını tutmak bize düşüyor çoğu zaman…çalıştığım yaş grubu geçiş dönemi (ergenlik grubu ) bizler gibi giyinip bizler gibi saç kestiriyorlar, kimi zaman kullandıkları kelimelere kadar aynı taklit ettiklerinin farkındayız ,işte bu nokta çok önemli oluyor onlara örnek olma kısmı ne mi yapıyorum? Her gün okula giderken sanki sahne alacak bir sanatçı gibi hazırlıklı, temiz ,özenli..15 yıl oldu bu mukaddes yola çıkalı sanki dün başlamışçasına heyecanlı.
Öğrenci Kalmak
Ankara’nın korkulan kenar semti diye tanımlanan bölgede bir ilköğretim okulunda yaklaşık dört yıl, gönülden söylüyorum, büyük bir keyifle çalıştım .Hayata dair okadar çok ders almıstım ki o okuldan, o bölgeden…Kapı çalma diye bir davranışın olmadığı , hatta öğrencilerin derse giriş zili çalınca pencereden sınıfa girdiği…
Çoğu öğrencinin anne ve babası cezaevinde olduğu için veli toplantısı diye bir kavramın olmadığı, annesinin de babasının da siz olduğunuz evlatlar… Çaresizlik…. Umudumuzu kaybetmek yok . Öğrettiğimiz kadar , öğrendiğimiz bir okul.
Onlar sayesinde yüksek lisansı bitirdim,şimdide doktoraya başladım. Yetemiyordum. Fakülte de aldığım bütün bilgiler sanki bir anda uçup gitmişti, öyle hissediyordum. Çoçuklar öyle yeteneklilerdi ki anlatamam sizlere…“Bu yapamaz hocam.’’dedikleri öğrencimiz beş enstrüman çalmayı biliyordu,hem de dokuz yaşındaydı.Müzik kulakları muhteşemdi .Oyunculuk deseniz söze hacet yok okadar iyi…Yola onların bu yeteneklerini değerlendirmeyle başladık.Konservatuara hazırlamak için özel olarak piyona ve saz dersi almaya başladım. Başladım diyorum .Ders aldırma imkanım yoktu ,öğrencilerimde mahallenin dışına çıkmak istemiyorlardı. Dışardan da kimse gelmek istemiyordu. Köprü olmuştum. Kendimi geliştirdikçe onlarda gelişti.Güzel sanatlar lisesine öğrenci göndermeye başladık, bir yıl sonra sayısını şu anhatırlayamadığım kadar çok yeni dünyaları oldu.
Anne Kurabiyesi
‘‘Onlar sayesinde’’ kelimesini yine kullanacağım ; çünkü onlar sayesinde hafta sonları yemek ve pastacılık kursuna gitmeye başladım .Bir gece rahmetli dedemi rüyamda gördüm. Onun ruhuna, çok sevdiği un kurabiyelerinden yapmıştım .Okulda öğretmen arkadaşlarıma ve sınıfta öğrencilerime dağıttım .Çok mutlu oldular .Sonra içlerinden biri” Öğretmenim bunu ödül diye mi dağıtıyorsunuz?” dedi. Anlamamıştım. ‘Biz kendimize ayar çekersek ( toplarsak anlamında )yine yapar mısınız? Tabi evet dedim ama; ben un kurabiyesinden başka bir şey yapmayı bilmiyordum ki. İşte o zaman pastacılık kursu serüvenim başladı . Zamanla isimli kurabiyelere kadar öğrendim, onlar için yaptım . Disiplin sorunları nerdeyse bitti diyebilirim İnanılacak gibi değildi . Ceza yoktu, ödül vardı. Hep ceza vermeyi, ceza almayı öğrenmiş bir gruptu çalıştığım .Ödül mü anne kurabiyesi ,limonlu kek ve limonata. Onu çok severlerdi.
Tokadan Anahtarlık
İlk göreve başladığım günü hiç unutamıyorum. Okul idaresinden de teslim aldığım dolabı açamamıştım. Uzun süre uğraştığımı , kıvrandığımı gören üç yaşında bir kız çocuğu gözleri boncuk boncuk simsiyah üzüm tanesi şirin mi şirin, abisini almaya gelen annesinin yanında sessizce bekliyordu. Yanıma yanaştı ,elimi tuttu “Aba “dedi. Kucağına al dercesine bacağıma sarıldı. Anlamadım şaşkınlıkla ne yapmak istediğini çözmeye çalışıyordum .Kucağıma aldım annesini işaret etti, alın diye eğildi. Kıvrım kıvrım saçlarının arasından bir tel toka çıkardı . Tel tokayı o gür saçlarında görmek imkansızdı .O tokayla dolabımı açtı iki hamleyle; benim saatlerdir açmayı denediğim o çelik dolap bir anda açıldı .İşaret etti ,eşyalar vardı içinde, aldım ve tekrar işaret etti ,”Aba” dedi. Kucağıma almamla dolabı tek hamleyle tel toka yardımıyla kapattı .O kadar şaşırmıştım ki ufacık bir kız çocuğunun bu açma sistemini bilmesine mi, yardım etmek istemesine mi, daha konuşmayı bilmezken bu yaşadığı hayata mı…
O gün orada anladım ki Cengiz Aytmatov’un “ Bebeklerin Ulusu Yok” şiiri gibi anne babamızı seçmek , elimizde değil ama; eğitimle nerede olabileceğimizi seçmek elimizde. O yüzden kutsal bir iş yapmanın gururunu yaşıyorum. Gururunu yaşıyoruz.
İstanbul Ulus Heykelinin Neresinde
“İstanbul’u Dinliyorum ’’şiirini okuyoruz .Orhan Veli Kanık’ı anlatıyorum . Sınıfta arka sıradan yükselen bir ses C. “Öğretmenim İstanbul nerede?” tam açıklama yapacağım sırada yanındaki arkadaşından bir uyarı:” Ulus Heykeli varya onun hemen yukarısı amma da cahilsin.” Sözleri… O gün orada bir süre susup kalmıştım. Sözlerime nereden başlayacağımı bilememek bu olsa gerek . Çok canım acımıştı… Ulustan sonrası bizim için yoktu. Sınırımız orasıydı .
Ulus ve civarında ayakkabı boyacılığı yapan öğrencilerim vardı. Bir mektup yazmıştı biri beni görmüş çok çok utanmış .”Öğretmenim siyah ellerimden utandım, bana aldığınız o günlüğe yazamam ki çok utandım öğretmenim, heykelin orda size selam veremedim çok utandım… Öğretmenim sizi görünce kaçmıştım…’’ Ulus bizim son noktamızdı… Güzel çocuklardı çok ,yürekleri sevgi dolu…
Tellerin Ardı
Öğretmenlik her gün yeni bir şey öğrenmeyle başlıyormuş. Okulumuz Ankara’da dezavantajlı bir bölgedeydi ve güvenlik görevlimiz yoktu. Öğrencilerimizi dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak için okulun arka bahçesi tellerle kaplanmıştı . Sık sık kesilen yamalarla kapatılmaya çalışılan teller … Kimin yaptığı ortaya çıktığı gün … O teller bana büyük bir hayat dersi verdi .Günlerden salı, ders aram var. Bizim A. ağlayarak öğretmenler odasına girdi. Ne oldu neden ağlıyorsun diyemeden, öğretmen arkadaşım “Hocam siz de disiplin kurulundasınız bir de siz konuşun, derdi neymiş diye sorun lütfen konuşmuyor bir türlü.” O, odadan çıkar çıkmaz gözlerini dikmiş ,bana değil de elimde tutuğum tosta bakmasından aç olduğunu anladım. Tek başına yemek yemeyi sevmem dedim .Başka bir tostum var yer misin? Birlikte yiyelim mi diye sorduğumda yine suskundu .(Okulumuzun kantini güvenlik nedeniyle yoktu , evden getirdiğimiz yiyeceklerle günü geçiştirirdik . )
Kolu tellere takılmıştı ,kanıyordu. Burnunu silince fark ettim, pansuman yapıp sardık . Elimi yıkama bahanesiyle çıktım odadan, ona ayırdığım tostu döndüğümde yemişti .Anlatmak isterse dinleyeceğimi, konuşmak istemezse kendini hazır hissettiğinde konuşabileceğimizi ,çıkabileceğini söyledim “ Sormayacak mısın ? Neden diye Hocam ? Hayır dedim. Sen anlatırsan dinlerim dedim. Ama içten içe de merak içindeydim. Sesi birden yükseldi.” Anamı aldı o teller benden…Anam mapushanede öpemiyom elini.” Of be çocuk yüreğimi ta ortasından kanattın .“Sende anam gibi sardın yaramı hocam, anam gibi salçalı ekmek verdin .“ Tosttan bahsediyordu .Babaanesiyle kalıyordu, babası ölmüştü . Yaşlı babaanesi kızmış, kapının önüne koymuştu. Dün geceyi okulun bahçesinde geçirmişti, öyle söyledi .
Aslında sadece o geceyi değil, her evden ayrıldığında okulun bahçesinde yatarmış, geceleri şimdi mi nerde? Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığından aldığımız destekle bir yuvası oldu. Devlet korumasında iyi bir Anadolu Lisesinde …
First Lego League (Bilim Kahramanları Yarışıyor ) Projesi
Hayatları boyunca hiç lego görmemiş çocuklarımız, program hazırlayacaklar, bunun yazılımı yapılacak, sunumuyla noktalanacakları hayal gibi bir çalışma. Üstelik yarışmaya katılım bile yüklü bir bütçe gerektiriyor. Öğle arasında simit parası bile bulamayan ,okul çıkışı ayakkabı boyayan, arabaların camlarını silerek para kazanan evlatlar. Kısacası sokakta çalışan evlatlarımız.
Her şey yaptığımız işe inanmayla başladı. Hayatları boyunca unutamayacakları bir anı bırakmaktı başta niyetim. Sonra bütün hayatları değişti. Türk Kızılayı’nın bize destek olduğu çalışmamız yaklaşık altı ay sürdü. Hacettepe Üniversitesinde yaptıkları etkinlikle sunum alanında birinci oldular. İçlerinden üç tanesi maddi imkânsızlıktan dolayı okula gelemezken ,evi geçindirmek zorundayım derken… Hayat boyu burs alıyor. Bir çocuk değişir ,bir dünya değişir.
Bu çalışmada bende derinde kalan bir anı da, proje kapsamında tanıtım gezimizi yaparken gerçekleşti. Türk Kızılay’ı AFOM(Afet Operasyon Merkezi) gezimizde, öğle yemeği sırasında yanıma yanaşıp kulağıma fısıldayan bir öğrencimin sesi hala kulağımda. Ceketinin altına sakladığı muz.“ Öğretmenim bu ne, nasıl yeniyor? Buradakilerden utandım. Yeniyormuş sorusu… Nasıl yenir ki… ”Yaşımız 16 ömrümüzde ilk defa görmüşüz ,hiç cevap veremedim. Konuşursam yanındaki görevliler duyacaktı, belli ki utanıyordu. Mahçuptu. Elimdeki çorba kaşığını bırakıp başladım tabağımdaki muzu soyup yemeye. O anladı, ben anladım. Gizli bir dil oldu aramızda. Her muz gördüğümde bu gelir aklıma. Yurtta kalıyor bu kızım, her ziyarete gittiğimde mutlaka muzumla düşerim yollara.
Sanata Yolculuk
Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğretim üyelerinin Ankara/ Çinçin’de öğrencilerimizin yetenekleri ölçüsünde piyona, keman, saz; ses eğitimi, drama. vb. faaliyetleri içermekte olan bu çalışmasında finali ,öğrencilerimizle birlikte Ankara Radyosunda yaptık. Proje sonunda 11 farklı alanda yetenekli öğrencimiz konservatuarda öğrenim görme şansı buldu.
Bu çalışmaya velilerimiz öyle sahip çıktılar ki okula hiç uğramayan veliler okuldan çıkmaz oldu. Bizde bunu avantaja dönüştürdük. Kendini yanlış ifade etme (bizim mahallemizin en büyük sorunuydu )teması üzerine Devlet Tiyatrolarında da oynanan “Kırmızı Şemsiye” adlı oyunu kendimize göre uyarladık. Öğrencilerimiz ve anneleri aynı oyunda oynadılar. Yunus Emre Kültür Merkezinde oyunlarını halka sergilediler, çalışmamızı Eskişehir’de sergileme teklifi aldık. Eskişehir’de sergilendi. Ömrü boyunca ilk defa mahallenin dışına çıktığını söyleyen üç velimiz hala aklımda. Grubun birçoğunun da Ankara’nın dışına çıkması onlar için unutulmaz bir anı olarak akıllarında. Hala görüşmekteyiz, anmaktayız o günleri.
Kapılar Kapanmasın
Her insanın hayatında ikinci bir şansı hak ettiğine inananlardanım. Sincan cezaevinde başlayan anılarımda buradan doğdu. Gençlik ve Spor Bakanlığının tutuklu ve hükümlü gençleri topluma kazandırmak için başlattığı projesinde başladı, gençlerle çalışmamız. Hayata farklı pencereden bakmamı sağladı. Testi kırıldıktan sonra karşılaşmıştık. Bir öğretmen olarak evlatlarım için ne yapmalıyım ki tellerin arkasında değil de önünde buluşmam gerektiğini görme imkânım oldu. Bu çalışmayla öyle çok anı var ki heybemde biriken, en etkileyen derseniz…
A. ile başlayan ilk ders günü sessizdi, hiç konuşmadı. Bu durum 6 ay kadar sürdü. Bütün arkadaşları onu ahraz biliyordu. Kendi mahkemesinde bile konuşmamıştı. Havaların iyice ısınmaya başladığı bir mayıs sabahı duyu çalışmaları ile ilgili hazırladığım bir drama atölyesinde bir serçenin cama vurmasıyla başladı. Hepimiz her şeyi bıraktık, onu seyretmeye başlamıştık. Ansızın hıçkırarak ağlamaya başladı, ne yapacağımı bilemedim. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Bir sürü soru geçti bir anda aklımdan. Ceza infaz memuru arkadaşlarımızla(yönetmelik gereği beraber girerdik derse. Onlar sınıfta arka tarafta bir yerde oturup izlerlerdi dersi, güvenlik önlemi için ) içimiz acıdı. Canım öyle yanıyordu ki kelimelerle anlatamam “ab-lam gi-bi-sin ho-cam an –lat-mak is –tiyorum“ konuşmuştu aylar sonra, omzundan sıkı sıkı tuttum. Ağlamanın kendini ifade biçimlerinden biri olduğunu, kendini bırakmasını söyledim. Diğer katılımcılara teşekkür edip koğuşlarına gönderdik. Uzmanımızla görüştü. Çözüldü mesele ilk mahkemesinde yaşadığı şokla anlatamadığı gerçekleri paylaştı. Yetkililerle kısa bir süre sonra gerçekler ortaya çıktı tahliye oldu.
R .ile bir anımız var ,atölyeleri planlarken adab-ı muaşeret kurallarından. Çatalbıçak kullanmaya aklınıza ne geliyorsa hayata dair ne öğrenmeleri gerekirse adım adım planladık. Çalıştığım grubun çoğu okuma yazma bilmiyordu. İlk oradan başladık.
Atölye çalışmalarında en komik buldukları da(bakışlarından anladığım) bu atölyedeki canlandırmalar oldu, dayanamadı içlerinde biri “Hocam biz bulgur pilavını zor buluyoruz bu kadar kaşığı çatalı ne yapacağız?“ dediğinde diyecek söz bulamamıştım. Kendilerince haklılardı. Cezaevinde çalışmak çok farklı, ne biliyorsanız, vermek istiyorsunuz; heybenizde ne varsa, ne öğrenirlerse kardı…Çalışma bitti. Aylar sonra bir gün telefonum çaldı. Devamlı yemek yemeye gittiğim mekânın sahibi arkadaşımdı arayan, seni bugün biri sordu, seni tarif etti. Cezaevinden öğrencinmiş, sana ulaşmaya çalışıyormuş. Bir an durdum nasıl? Kimdi acaba? Soruları beynimin içinde dolanırken, derste yemek kültürleri üzerine sohbette bu mekânın ismini söylemişim. Yöresel Yemekler Lokantası’ydı.
Meslek etiği gereği açık olarak kimlik bilgilerimizi vermezdik. Bu mekândan bahsetmişim R. cezaevinden çıkmış, işe girmiş. Cumartesi öğleden sonra tekrar geleceğini söylemiş. O hafta geçmek bilmedi, merak içindeydim. Beklenen gün geldi. Sessizce ilk olarak mekânı dışarıdan izledim. Aman Allah’ım bu R.’ydi,sessizce içeri girdim .O kadar şaşırmıştım ki ,annesi kanser hastasıydı. Kan davasından memleketine dönmek istememişti. Annesini o cezaevindeyken doktora yönlendirmiştik. İyileşmeye başlamıştı o da artık Ankara’daydı. Sonra sonrası yoktu… Oturdum büyük bir sevinçle .heyecanla başladık sohbete .Beni nasıl bulduğundan ,çıkınca nasıl bir hayat kurduğuna. Meğer R. vefasından beni bulmak istemiş. Onun dilinden aktaracağım” Hocam vallahi çatal bıçak dizmeyi öğrettiğin gün çok güldüydüm içimden bu bana ekmek kapısı oldu” dedi anlamamıştım. Başladı anlatmaya çıkınca memleketine dönmek istememiş kan davası malum istemiyorum “Hocam ben dersimi aldım. Düşmanlıktan ölümden bir yol olmaz.” dedi. Çıkınca önce iş aramış garsonluk… Temizlik işi… Malum sabıkalı olunca kimse işe almak istemedi ,bende gazete ilanından bulduğum bir iş yerine gittim. Sabıkamı duyunca istemediler. Bir organizasyon şirketiymiş. Tutarım işin ucundan, bende çatal bıçak düzerim dedim. Çok telaşelilerdi. Yetişmesi gereken bir düğün varmış, personel trafik kazası yapmış. Hastanedelermiş, kimse yoktu ortada.’’ Hemen tuttum işin ucundan. Oiş benim ekmek kapım oldu.’’ dedi. Şimdi garsonluktan, sofra düzeninden, kasaya… Her şeyi bana emanet diyorlar. Günde 18 saat severek çalışıyorum, sizi neden aradım biliyor musunuz .Bir teşekkür borcum var ,ilk maaşımdan sakladım. Anamla size bir yemek yedirem ahtım var dedi. Ben bir hayat dersi daha aldım. Hayatta herkesin ikinci bir şansa ihtiyacı var. Ara ara çalıştığı iş yerini ziyarete gidiyorum, işverenler çok ama çok memnunlar.
Son olarakA koğuşumdan bahsetmek istiyorum. İlk ders eyvah dedim, çok önyargılılardı bakışlarından belliydi. İçlerinden biri fısır fısır “Gençten bir bayan gelmiş. Ne öğretecek sanki?” dedi. Bu grupla yaklaşık üç ay kadar çalıştık, çalışmanın sonunda kendileri bir oyun kaleme aldılar. Cezaevi yönetimi de şaşkındı. Artık derse çıkmayı ödül çalışması olarak söylüyorlarmış. Çok uğraştık, önyargı, iletişim empati….Çalışmanın sonunda milli ,manevi duygularla kaleme aldıkları “Çanakkale Şehitleri “adlı oyun sahneye hazır hale getirdiler. Cezaevi yönetimi bu olumlu değişiklik karşısında Türk Kızılay’ı ile ortak bize öncü oldular. Maddi sebeplerden göremedikleri ailelerini memleketlerinden getirttik. Sürpriz yaptık. Kimi Diyarbakır’dan kimi Kayseri’den kimi Mardin’den… Ailelere de tembih ettik, telefon görüşmelerinde söylememeleri için. Ogün oyunda bir araya geldiler. Ömrüm boyunca unutamam. O gençler ailelerini gördüler .Bu arada sahnede devlet tiyatrolarından yardım istedik. Kostüm dekor vb. profesyonelce olmuştu her şey .Oyunlarını canlandırdılar hiç bozmadan. Bir çığlık duydum, bir söz vardı oyunda ‘‘Herkes umudu kesmişti ama; Koca Seyit kesmemişti.’’ Çığlık bir anneden ‘‘Ben bile senden umudu kesmiştim” annesinin bile umudunu kestiği rolünden hiç çıkmadı oyun bitti, o sarılma anını o kavuşma sahnesini asla unutamam. O gün aramızda bakanlık yetkilileri vardı, bir de Alman heyet çalışmamızı izlemek için gelmişlerdi dillerini anlamadıkları bir oyunda ağlamaya başladılar. Anne, babalarıyla kavuşan çocukları görünce hıçkırıklar sarmaştı hepimizi. Hayatta gerçekten hepimizin ikinci bir şansa ihtiyacı var.
Aynı oyunu 30 Ağustos’ta cezaevindeki taburdaki personel ve askerlere sergilediler. Hükümlü genç yirmi beş yaşında ,saz çalan oyuna eşlik eden cezai infaz memuru yirmi beş yaşında, izlemeye gelen asker yirmi beş yaşında… Sözün bittiği yer …Bu mukaddes meslekte bize çok iş düşmekte.