Üniversitelerde lisansüstü eğitimin iki amacı var: Biri araştırma yapmak, diğeri ise öğretim üyesi yetiştirmektir. Araştırma yapmada hem yapan kişinin gelişimi hem de toplumun sorunlarını analiz etme ve çözümleme esastır. Bu nedenle araştırma yaparak araştırmacı yetiştirilirken, araştırmacı yetiştirerek de araştırma yapılmış olur. Bir bakıma tavuk-yumurta döngüsü.
Araştırma yapmak için ilk şart özgün bir konu bulmaktır. Daha önce yapılmamış olan bir konuyu yahut o konunun araştırma yapılmamış kısmını konu edinmek özgünlük için gerekli, çoğunlukla da yeterli şart olarak görülür. Özellikle lisansüstü eğitimin doktora düzeyi özgünlüğün arandığı yerdir. Lakin buradaki kilit kavram, özgünlük kavramıdır. Özgünlük taklit veya hayali olmayan, aslına uygun anlamlarına gelir. Türediği kavram olan öz ise benlik, kendi, ruh anlamlarına gelir. Meseleyi toplumsal olarak ele aldığımızda özgünlük, kültür anlamına gelir. Ne var ki lisansüstü eğitimin bu aşamasında araştırmacı, çoğunlukla danışmanının yönlendirmesiyle, önce batılı literatürü tarar ve genellikle oradan etkilenir ve böylece özgün (!) bir konu seçmiş olur. Bu yöntemin altında yatan saik ise araştırma konusunun ve özellikle de doktora konusunun evrensel olması gerektiğine dair olan yanlış bir inanç. Oysa hem yüksek lisans ve hem de doktora düzeyinde ele alınacak olan problemler sanılanın aksine toplumsal olmalı, araştırma sonucu topluma yararı sağlamalı, toplumda varsa bir sorun onu çözmeyi amaçlamalıdır. Doktora yapmak, bu nedenle, kültürcü bir bakış açısıyla meselelere bakabilme, sorunlara bu minvalde çözüm üretebilme yetisini kazanabilmek demektir. Doktoranın bir alt kademesi olan yüksek lisans ise bunun bir provasıdır ama lisansta öğrenilenlerin üstüne ek bilgiler alma anlamlarına da gelir.
Yüksek lisansta bir konu/problem tartışılır, incelenir ve analiz edilirken, doktorada bunun ötesinde konuya farklı bir bakış açısı geliştirilir, soruna çözüm sunulur. Yüksek lisansta meselelere vâkıf olunurken doktora da meselelerin künhüne vakıf olunur. Yüksek lisansta bu konuda “kimler ne demiş” duygusu hâkimken, doktorada “ben ne diyorum” duygusu hâkimdir. Ne var ki bu durum bizim üniversitelerimizde farklı işler. Mesela hem yüksek lisans hem de doktora tez konuları Amerika’da yahut Avrupa’da trend olan konular arasından seçilir, seçilen bu konular bir süre sonra araştırma iklimini oluşturur. Böylelikle biz toplumsal ya da kültürel olan sorunlarımıza dışarının verdiği reçeteye göre çözüm üretiriz. Buna karşın lisansüstü eğitim alması amacıyla yurt dışına gönderilen öğrencilerin seçtikleri tez konuların çoğu ise bizim toplumsal meselelerimizle ilgilidir. Böylelikle bizim araştırmacılarımızın gayretleriyle Amerika ve Avrupa’daki üniversiteler bizim paramızla bizim öğrencimizle bizim sorunumuzu hiçbir çaba sarf etmeden hazır bulmuş olur. Bu ülkelerdeki düşünce kuruluşları bu araştırmalarla Türkiye yahut ilgili ülkeler hakkında stratejiler geliştirir.
Öte yandan sosyal bilimler başta olmak üzere insan ve beşeri bilimlerin kahir ekseriyetine hâkim olan ilerlemeci bilim anlayışının etkisiyle tezlerde hatta makalelerdeki konular analiz edilirken, araştırma etiği bağlamında dikte dilen tarafsızlık duygusu nedeniyle, tarihimiz ve kültürümüz araştırmacıya bir perspektif sunmaz. Araştırmacının ve danışmanının aklına araştırılacak konuda “bu konuyla ilgili tarihimizde ne var, ne yapılmış, nasıl bir çözüm oluşturulmuş, bu çözümden nasıl yararlanabiliriz” gibi sorular gelmez. Böylece bu ilerlemeci pozitivist anlayış, araştırmacıyı ve akademisyeni “mevcut durum”a odaklar ve mevcut durumun analizini yapmaya zorlar. Bu nedenle araştırmalarda anket veya ölçek kullanarak nicel araştırma, görüşme tekniklerini içeren nitel araştırma yahut hem nicel hem de niteli birlikte kullanan karma araştırma modelleri kullanılmaktadır. Mevcut durumun analizi de batı standardına göre hazırlanan araştırma yöntem ve tekniklerle ve uyulacak etik kurallara göre yapılır. Ortaya çıkan çalışma ise, batılıların belirlediği dergilerde yayınlanır. Zaten İngilizcenin evrensel bir dil olduğu yahut bilim dili olduğuna dair sömürgeci inanca sahip olan ve bu dili alakalı-alakasız bütün alanlarda şart koşan Türk akademisi de buna göre biçimlendirildiğinden batılılar bizim sorunumuzu masalarında hazır bulurken bizim araştırmacı da unvanını hazır bulur. Bundan dolayı üniversitelerimizin lisansüstü eğitimle ortaya koydukları tezler ve makalelerin çoğu sadra şifa olmazlar.
Bu bağlamda özellikle sosyal bilim ve eğitim alanlarında konular /problemler kültürel olmalı; tezler ve makaleler ilerlemeci / pozitivist bir kaygıdan uzak tutulmalı; araştırmalarda nitel ve nicel yöntemler / modeller çok az kullanılmalı ve toplumsal yaraları iyileştirici sorunlar ele alınmalıdır. Özellikle eğitimde hangi konu ele alınırsa alınsın konunun mutlaka kendi tarihimizle, edebiyatımızla bağlantısı kurulmalıdır. Lisansüstü eğitim ancak böyle kültürel hale gelebilir.