Onlar üç aşık gönül… Üç sevdalı yürek…Biri kalemini konuşturdu ,biri neyini biri de süt tatlısını… Sevdayı her dilde konuşturana aşık derler…
Mehmet Akif, Neyzen Tevfik ve Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi…
‘’Dem bu demdir dem bu demdir dem bu dem. Her geceyi son gecen her günü son günün görüyorsun. Gittikçe dost öksüzü oluyorsunuz. Dost çöküyor , akran çöküyor. Yaşlı insan kafir de olsa hürmet edin mehcur . Yaşlanmış artık irade yok kendisinde tabi . Neyzen Tevfik’i tanırım . Mehmet Akif’i de tanırdım. Hatta safahatta da vardır; ‘’ Derviş Ahmet’’ şiirini Neyzen Tevfik’in 3400. tövbesinden istifası nedeniyle yazmıştır. ‘’der Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendi, yaşlılığın son deminde arkadaş ortamında . Altı bay Bakırköy’de kalırdı. Altı ay dışarda kalırdı.
-‘’Bahsettiğiniz dalların hiç birinde istişarım yok. ‘’
– ‘’ Öyleyse ne için beni ziyaret ediyorsunuz.?’’
-‘’Mehmet Akife muhabbetimiz fazladır.’’ dedi Ali Efendi ve gözleri doldu. O anlar gözünün önünde canlandığından olacak bir derin iç çekti nefes aldı ve nefesle birlikte bir derin ahıı içinden salıverdi sanki…Anlatmaya devam etti:
-‘’Bir anda fena oldu. Akifim Akifim Akifim Akifim Akifim Akifim dedi.’’ Ali Efendi öyle bir Akifimm diye seslendi ki, sanki Neyzen Tevfik yıllar öncesinden hala Akifimm diye yanık yanık söylüyordu.
-‘’Allah aşkına gidin’’ dedi Neyzen…’’ Ben melunum ben kafirim ben fasıkım yüzüme bakmayın imanınız gider. Yapmayın yapmayın dedi ağzından burnundan kan boşandı. Yerde bayıldı hemşireler geldi. Müstakil bir oda kulübe vermişler. Küçük bir kulübe. Oraya aldılar. Bekledik ayılmadı .Kendi üzeri de kan oldu. Bizim üstümüz başımız da kan revan oldu oldu. Dışarıda ceketimi yıkadım falan.
Hastaneden çıktıktan sonra tekrar gittik. Nuri Demirağlar himaye ederdi onu. Gittim şehzade başı diye bir otelde daire tutmuşlar bohem hayatı yaşıyor. Gittim ziyaretine ;
-‘’ Ayyyy dedi. Ben geçen sefer sizi çok üzdüm dedi. Beni affeder misiniz ‘’dedi. Öyle bir gözyaşı geliyor ki ilahi bir bestenin içinde bir umman kâinat saklı. Dedi ki;
-‘’ Ben çok memnun oldum. Başladı hatıralarından anlatmaya perdeyi de açtı başka alemlerden de bahsediyor. (Buradaki perdeye dikkat…J ) Ben size ney de üfleyeyim bu benim son neyim olacak dedi. Veda neyim olacak dedi. Üç Neyi vardı. Şah neyi aldı eline. İyi üfledi. Bu vazife size terettüp verildi dedi. Beni siz yıkayacaksınız siz cenaze namazımı kıldıracaksınız kabre de siz indireceksiniz dedi. Şaşırdım. Acayip bir hal şaşırdım. Hastalığımı size haber verecekler icabet edeceksiniz dedi. Acayip bir hal. Tarifi mümkün değil. Uzattım kollarını emanetini teslim etti. Ben perişan oldum tabi. Telkin veriyoruz. ‘’Ben ölmedim ki diyor telkin verirken.’’( Ali Efendi bu sözü söyleyince yüzünde inanılmaz bir tebessüm belirdi. Evet. Bir perdeyi aralamıştı Ali Efendi birkaç kişiye yaptığı o sohbette… Gülümsemesini uzatarak baktı karşısındaki kişilere ) Aleksi Carrel’in ‘’İnsan Denen Meçhul’’ kitabı var ya. Kimse kimseyi tanımaz, bilemez… Frekanslar uymuyorsa kimse kimseyi tanımaz baba evladı evlat babayı. ‘’
Ve kimse bilinmez perdeler ardını göremeden… Âşık elinden bade içemeden… Üç aşığın hikâyesini anlatmaya sondan başladık vesselam…
Üç mısrayla bitirelim…
Mehmet Akif’ e ait:
Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz,
İnler safahatımdaki ‘Hüsran ‘ bile sessiz…
Neyzen Tevfik’e ait ;
Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer…
Bandırmalı Tatlıcı Ali Efendiye ait;
Mezarımı yol üstünde kazsınlar dost geçince belki bana can gelir.