AYŞE ÜNÜVAR
Türk Ailesi bir ocaktır esasında. Toplumun yapı taşı, temel esasıdır aile ve tüm toplumlar için vazgeçilmez bir unsurdur.
İlelebet tütsün otun(od) ocağın.
Daim kutlu kalsın hanen bucağın! Der büyüklerimiz.
Ocağın tütmesi demek; Ailenin var olması, huzurlu mutlu olması ve gelecek nesle hayır duasını gelenek görenek ve alışkanlıklarını aktarması anlamına gelir. Aile bir çekirdektir, temeldir, yapının ilk taşıdır ve çekirdeğin özünü ne kadar koruyabilirsek o kadar sağlıklı ve mutlu fidanlar yetiştiririz.
Türk Ailesi koruyan, kollayan, çocuk yüreğine umut koyan yani meyveye dal kıvamında bir yapıdır. Büyütürken sever, kucaklar, onarır, türlü yanlışlardan esirger. Yeni nesil içinde yaşadığı toplumun tüm kurallarını aile içerisinde öğrenir ve öğretir.
O halde aile kurumu bir nevi köprüdür aslında. Geçmiş ile geleceğin buluştuğu. Ne kadar sevildikse o kadar sever, korur, anlar ve inanırız. Sağlıklı bir nesil için iyi aile örneklerimiz toplumun geleceği ve Ülkenin gelişmesi için önem arz eder.
Her ne kadar sosyolojik literatürde Türk Aile yapımız Ataerkil yani baba “erkinin” baskın ve akrabalık bağının babadan geçtiği ve babanın sözünün geçerli olduğu bir yapı olarak ifade edilse de Türk Babası aile içerisinde hem köktür hem gövde hem de dal.
Yani ağacın tamamıdır baba ve ağaç ağaçlığını kadının özünden, sözünden yüzünden alır. Kadın ya da erkek aile kurumu ile birbirini tamamlar. Erkeğin baskın olması bir nevi kol kanat germe, kök olma niteliği taşır Türk Ailesinde ve kadın ince, narin ama güçlü ve üretken bir konumdadır aynı zamanda. Zaten Mesele aile olabilmektedir. Ana “erki” ya da baba “erki” taşımaktan evladır bu. Zira sevmek, anlamak, işitmek için kalbin gücüne ihtiyaç vardır sadece.
Kalbin gücü ile aile bağları kuvvetlendirildiğinde kurumların daha huzurlu ve köklü olacağı kanaatindeyim. Öyleyse değişen teknoloji ve sistem karşısında aile yapımızı nasıl geliştirir ve nasıl koruruz sorusu gelir zaman zaman gündeme? Eskiden diye başlarız hemen!
Eskiden şöyleydi eskiden böyleydi ve başka biri eski eskide kaldı diyebilir hemen. Eski eskide kalmadı. Eskimeyen eskilere ne çok ihtiyacımız var oysa. Bizim nesil şöyle başlar mesela; Eski Türk Filmlerinde başka severdi insanlar, başka bakar başka anlar başka duyardı…
Bu başkalık nereye gitti şimdi? Ne vardı o eski filmlerde? Sanat toplumun aynası ise değişen filmler değil biziz belki de. Eski filmlerdeki saflığı nerede yitirdik? Durmadan aradığımıza göre o saflığa, içtenliğe, kader kıymet bilinirliğe yeniden ihtiyacımız var demek.
Peki o eski Türk Filmlerinde bizleri en çok etkileyen ailevi motifler nelerdi acaba? Birkaç Türk Filmi örneği üzerinden giderek dünden bugüne aile vurgusuna, sıcaklığına, şefkatine ve kutsallığına değinmeye çalışalım.
1978 yapımı “Neşeli Günler” filmi beni en çok etkileyen aile filmlerinden biriydi örneğin; Bu film karı ile kocanın iyi turşu suyunun sirkeden mi yoksa limondan mı yapıldığına dair tartışmasıyla başlar ve mizahi anlam yüküyle devam eder.
Eşler bu tartışma sonucunda ayrılınca çocuklar iki ebeveyn arasında paylaşılır. Zaten filmin dokunaklı tarafı da buradadır. Kardeşler ayrı ayrı büyür ve günün birinde karşılaşırlar ve özden gelen o güçlü bağ onları tekrar bir araya gelmeye iter. Böylece anne babayı yeniden aile olmaya ikna ederler.
Film boyunca aile değerlerini vurgulayan replikler olduğu gibi zihnimdedir ki bir sanat yapıtının çağın yeni resmini nasıl oluşturacağı apaçık ortadadır derim hep. Zira gözünün önündeki aile resimleri geleceğe taşınır.
Kendi ailen, komşu aileler, akraba aileler, filmlerdeki aileler ve gazetelerin yansıttığı aile fotoğrafları.
Tüm bunlar yeni neslin kalıcı belleğine kaydedilir durmadan. Aileyi sahiplenmeye çalışıp kendisine misafir diye hitabeden komşu kadına, İşte şu replikle seslenir; Adile Naşit bu filmde;
-“Yabancı değilim kadın! Çocuklarımın anasıyım”
Böylece anaç tavuk misali parçalanmış ailesine kol kanat gerer bu cümleyle… Yine aynı filmde baba rolündeki Münir Özkul, gömleğinin düğmesini dikmeye çalışan oğluna;
“Sizin hem ananız hem babanızım kaç kere söyleyeceğim size. Bu iş de bana düşer” diyerek gömleği oğlunun elinden alıp, ebeveynlik rolünü samimiyetle üstlenmesi bir babanın ağaç rolünü gözler önüne serer. Filmin en can alıcı noktası ise anne babalarını bir araya getirmek için açlık grevi yapan çocukların gazetecilere verdiği demeçtir;
-Bütün anne babalara ibret olsun bizim halimiz.
-Evlerini yıkmadan önce çocuklarını düşünsünler.
-Ana bir yerde baba bir yerde böyle ev olmaz!
-Karnımız toktu ama gönlümüz açtı.
-Bir ailenin düzenli bir yuvanın hasretini çektik hep.
– Anasız da ev olmaz. Babasız da…
(Türk Aile Yapısının gereklerinin çocuklar tarafından vurgulandığı bu replikler bir dönemin genç neslinin aklında yer ederken aynı zamanda onları aile yapımızın nasıl olması gerektiği anlamında yönlendirme görevini üstlenmiştir)
Çocukların yağmur altında verdikleri bu demeçten sonra. Anne ile babanın geçmişe dair yaptığı muhasebe yansır ekranlarımıza ve önce anne “Onlar çocuk” der.
“Asıl kabahat sen de” “Hoş bende de var ama” Sonra baba girer söze; “İkimizde de kabahat var! Sahi Saadet Hanım biz niye ayrılmıştık?” “Ayol hatırlamıyor musun? Turşu suyu yüzünden” “Desene ikimiz de çocukluk etmişiz…” Ve böylece filmin sonunda ayrılıklar birlenip yeniden aile olunur.
Defalarca izleyesim gelir bu sahneleri. Çünkü bizden kokar, sevgi, içtenlik, hasret kokar ve en önemlisi de aile kurumuna dair yıkılmaz bir umut kokar. Kısacası “Neşeli Günler” kokar.
Yine Münir Özkul’un “Bak Bey’im sana iki çift lafım var!” repliğiyle hatırladığımız 1975 yapımı “Bizim Aile” filmi, aile bağlarımızın öneminin oldukça derin vurgulandığı bir filmdir ki kaç kere izlesem hep ağlarım. Filmin dokunaklı sahneleri ve babacan öğütleri hep aklımızda kalır. Analık ve babalık duygusuyla bezeli samimi replikler dünümüzden günümüze belleğimizi süsler.
Bu film baştan sona aile sıcaklığını seyirciye aktarır. Filmde zengin patronu oynayan ve tıp öğrencisi kızının fakir bir aile oğlu ile görüşmesini istemeyen baba ile kızı arasında ki diyalog içimizi acıtır.
Doğum gününde kızına araba almıştır fabrika sahibi baba ve kızı şöyle der ona; “Paranı sevmiyorum baba! Paranla satın aldığın şeyleri de sevmiyorum. Benim senden istediğim bir tatlı söz. Bir tatlı bakış sadece…” Burada baba tüm babalık görevini yerine getirdiğini düşünürken, kızının istediği sevgi ve içtenliktir ki bizler çocukları böyle böyle aileden ve kendimizden uzaklaştırıp yanlışa sürükleyebiliriz…
Filmin ortasında ise; Evlerinden dışarıya atılan ailenin çocukları;
“Bugün okula mı gidilir?”
“Böyle bir günde işe mi gidilir?” dediklerinde baba rolündeki Münir Özkul;
“Asıl bugün gidilir. Asıl şimdi daha güçlü olmamız lazım. İşimize dört elle sarılmamız lazım. Bize kötülük edenlere mağlup edilmeyeceğimizi ancak böyle anlatırız”demesi aile fertleri zor durumdayken yine kol kanat geren, güçlü ve naif güzel bir davranış biçimi olarak yorumlanabilir…
Ve filmin sonuna doğru bizlerin belleğine işleyen o replikle karşılaşıyoruz işte; Ailenin babası Münir Özkul Alev’in babası fabrika patronu tarafından işinden ve evinden edilince aralarında şu diyalog geçer:
-Bak Bey’im Koskoca adamsın. Yakışır mı sana ekmekle oynamak?
…
-Sevgiyi tanımayan adama sevgiyi anlatmaya çalışıyorum.
-Sen büyük patron, milyarder para babası fabrikalar sahibi Saim Bey! Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm! Ben Yaşar Usta! Gözümde pul kadar değerin yok. Ne oğluma ne gelinime bir şey yapamayacaksın. Biz büyük bir aileyiz, güzel bir aileyiz, sevgiyle bağlıyız birbirimize. Bunu yıkmaya senin gücün yeter mi sanıyorsun? Dokunma artık aileme. Dokunma çocuklarıma. Dokunma oğluma. Dokunma gelinime. Eğer onların kılına zarar gelirse ben ömründe bir karıncayı incitmeyen Yaşar usta hiç düşünmeden…
“Bak Bey’im” ile başlayan bu replik yaşamımızda bize sevgiyi, samimiyeti, saflığı, dik duruşu ve ailenin değerini anlatan bir yol haritası olmuştur adeta. Çünkü sevgi ile bağlamak için maddeye gerek yoktur ve aile demek kalpler arasını sevgiyle bağ etmek, huzurla, umutla doldurmak demektir zaten…
Ve “Bizim Aile” Filminin sonunu şöyle bağlar o büyük patron para babası:
“Gidebilirsin kızım! Şimdiye kadar sadece paranın gücüne inandım. Yanılmışım. Sevmek sevilmek benden uzak duygulardı. Değişemem artık. Şimdi o güzel insanların arasına dön ve mutlu ol!” Bir film daha biterken bizlere kalan sevmekten, aile olmaktan, bağları sımsıkı tutmaktan başka ne olabilir ki?
Paranın hiçbir şeye gücünün yetmediği ve daim sevginin kazandığına, aile kurumunun gücüne şahit olur bu diyalogla izleyici…
Bizleri çok güldüren ama derin düşündüren 1975 yapımı “Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı” filminin sonunda da Okul Müdür Muavini Mahmut Bey İle Edebiyat Öğretmeni Semra Hanım’ın öğrenci velileri ile aralarında geçen şu diyalog aile değerlerini ve önemini gözler önüne serer;
-Sanırım okula ilk defa geliyorsunuz sayın veliler?
– Evet, Efendim, okulun yolunu bile zor bulduk.
-Ben bir kere gelmiştim
-Ne zaman?
-Sanırım 10- 12 sene evvel oğlanı ortaokula kaydettirirken.
-Anlıyorum herhalde sizi niye çağırdığımı biliyorsunuz, öncelikle karnelerinizi dağıtacağım.
-Notlarından da anlayacaksınız çocuklarınızın notları oldukça düşük. Tabi bunda haylazlıkların da payı büyük!
…
-Bir anlamda sizin analık babalık görevlerinize verilen notlardır bunlar.
…
-Ne istedilerse aldık. Elbise ister yaparız bir dediğini iki etmeyiz.
-Ben döverim ama severim de ne de olsa evlat.
-Tabi hepiniz çocuklarınızı seversiniz ama benim demek istediğim başka bir şey şöyle geçmişe bir bakın, ilkokul sıralarından beri çocuklarınızın eğitimi ile ne kadar ilgilendiniz, onlarla arkadaş olup onları anlamaya dertlerine sorunlarına ortak olup yardımcı olmaya çalıştınız mı?
…
(Veliler susar)
Toplantı Sonunda Veliler ile öğrencilerin diyalogu;
-Ne oldu içerde baba
-Karne verdiler
-Ceza falan
-Yok bir sürü nasihat dinledik. Hem düşünüyorum da hocanız çok haklı;
-Yıllardır neredeymişim ben. Niye ilgilenmemmişim seninle. Ben babalık yapsaydım bugün her şey başka olabilirdi. Neyse çok geç kalmış sayılmayız. Bundan sonra bak nasıl babalık yapacağım sana…
Hababam Sınıfı Film serileri toplum üzerinde oldukça etkili olmuş Türk filmlerinden birisidir. Bu seri de aile ilgisizliğinin sonuçları ve getirileri işlenmiş olup, aile sevgisinin yabana atılamayacak kadar önemli olduğu ve toplumu ayakta tutan yegâne kurumun aile olduğu ne de güzel vurgulanmıştır.
Hâsılı kelam önemli sanat değerlerimizden olan filmler bir toplumun gidişatı üzerinde olumlu ya da olumsuz etkiye sahiptir.
Bu sebeple eski filmlerin aile değerlerimizi oldukça derin değerlerle işlemiş olması bir neslin “iyi ana” “iyi baba” “iyi çocuk” “iyi aile” “iyi ebeveyn” olma özlemini perçinlemiş ve huzurlu mutlu aile yapılarının çoğalmasını sağlamıştır.
O halde sanatın toplumu ayakta ve diri tutmak maksatlı, değerlerimizi, gelenek görenek algımızı hiçe saymadan icra edilmesi umudundayım…
O vakit ilelebet tütsün otumuz (od) ocağımız! Sevgiyle, umutla, huzurla büyüsün hanemiz bucağımız. Payidar olsun aile sıcağımız…