Her gün konuştuğumuz kelimeleri saysak her halde bunun önemli bir yüzdesini; varlıklarımız, sahip olduklarımız, olamadıklarımız, bir şeyler almak, yeni bir şey sahibi olmak, alış verişlerimiz, borçlarımız, taksitlerimiz, ihtiyaçlarımız ya da bize ve etrafımızdakilere ihtiyaç gibi hissettirilen şeylerle ilgili sarf ettiğimiz sözler oluşturacaktır. Hesap kitap edilip de önümüze konsa ki bir gün mutlaka konacak, herhalde insan olarak bundan utanırdık. “İnsan olarak” ifadesini özellikle kullandım, çünkü “insan olmak” bundan çok daha fazlasını ihtiva ediyor ve etmeli de.
Bir yanda kendi sokağımızda akşam evine ekmek götürebilmenin hesabını yapanlar, birçok ülkede bırakın ekmeği, bir parça yiyecek veya su bulamadığı için açlıktan, susuzluktan, hastalıklardan ölen çocuklar, diğer tarafta da şımarık çocuğunun cep telefonu modelini son bir yıldır değiştirememiş olmanın, daha iki yıl önce aldığı jipini yenileyememiş olmanın sıkıntısıyla hayıflananlar. Şimdi bizler gerçekten de, hastalığının son demlerinde hanesindeki birkaç dinarın bir an önce ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını emreden, bunun hesabını vermenin kaygısını taşıyan bir peygamberin ümmetiyiz öyle mi?
Her gün, her türlü basın yayın aracılığıyla dayatılan bir tüketim çılgınlığının zihinsel ve duygusal bombardımanı altındayız, ancak ne kimsenin bu gidişe bir dur diyesi var, ne de bu durum birilerinin umurunda gibi görünüyor maalesef. Adamın karısı eve bir lokma ekmek daha götürebilmek için el kapılarında temizliğe giderken, kocasının tüm maaşını son model bir cep telefonuna yatırabilme aymazlığını da yaşayabiliyoruz, aylık ya da yıllık gelirinin beş katını borçlananlara da sıkça şahit olabiliyoruz her gün yüz yüze geldiğimiz onlarca vakada. Ne ayak kalmış ortada, ne yorgan, ne de ayak/yorgan hesabı. Yani sadece bugünümüzü tarumar etmekle kalmıyor, millet olarak geleceğimizin de ipotek altına alınmasına çanak tutuyoruz. Hani eskilerin de dediği gibi “Ayranı yok içmeye, atla gider çeşmeye” kabilinden. Ne zenginimizde izan kalmış ne de fakirimizde.
Hani moda tabiriyle “tüketim toplumu” olmuşuz ya, doğrudur. Lakin satın aldığımız şeylerin yanı sıra neyi tükettiğimizi de iyi sorgulamak gerekir. Toplumsal
hassasiyetlerimizi, yardımlaşma ve dayanışma duygularımızı, “veren el” olmanın bize yaşatacağı hazzı, “komşusu açken tok yatmamanın” manevi lezzetini, insan olmanın değerini ve onurunu, millet olmanın sarsılmaz bağlarını, “bedenin bir azası acı çektiğinde bunu diğer kısımların da hissedebildiği” bir ümmet olmanın birlik ve beraberlik ruhunu da tüketiyoruz kanaatimce. O halde sizce biz tüketiyor muyuz, tükeniyor muyuz? Tüketen kim, tükenen kim ve ney?
Gözlerimiz kapalı, kalplerimiz hissiz, basiretlerimiz bağlı bir şekilde çıldırmışçasına tüketime koşarken, çok fena halde tükeniyor ve bizi biz yapan değerlerimizi de umarsızca ve pervasızca tüketiyoruz aslında. Bu vesile ile paylaşanlardan, o hazzı yaşayan ve yaşatmaya çalışanlardan da bahsetmek gerek. Örneğin yaşadığımız şehirde, bir hafta sonu çocuklarınızın elinden tutup da götürebileceğiniz onlarca hayır kurumu da mevcut. Muhacir pazarının hemen yanında bir aşevi var mesela, günde 1500 kişiye, yani evinde tencere kaynamayan, çorba pişmeyen bu kadar kişiye sıcak yemek dağıtan bir yer. Hatta oraya gelemeyen, yatağa bağlı, engelli ya da yaşlılara evlerinde yemek servisi sağlayan bir kurum. Alın oğlunuzu, kızınızı, eşinizi, hem de yemek dağıtım zamanında oraya bir gidin derim. Ama uzaktan bakın o ihtiyaç sahibi insanlara, orada olduğunuzu hissettirmeden, rencide olmalarına müsaade etmeden. Sonrasında da içeri girip çocuğunuza Sudan’dan bir yetim kardeş seçin mesela, çocuğunuz harçlıklarından artırdıkları ile Sudan’lı bir yetimin açlıktan ölmesine engel olmanın manevi mutluluğunu, hazzını yaşasın küçük ve bozulmamış yüreğinde. Çok ufak meblağlarla toplanan yardımlar sayesinde Sudan’da her gün 2500 yetime sıcak yemek verilebildiğini, barınacak yer sağlandığını da işiteceksiniz. Bu sene kendinizin veya çocuğunuzun cep telefonunun modelini yenilememeniz meğer birden fazla can kurtarabiliyormuş, ne güzel değil mi? Sahi bizim Rabbimiz Bakara 219’da “Sana hangi şeyi nafaka olarak vereceklerini soruyorlar, de ki “ihtiyaçtan fazlasını verin”” buyurmuyor muydu?
Elbette ihtiyaçlarımız olacak, elbette günlük hayatımızı idâme ettirmek için alış veriş de yapacağız. Ancak benim acizane tavsiyem, ne olursunuz hissiyat ve hassasiyetlerimizi diri tutalım da, tüketirken tükenmeyelim.