Zeka genellikle bireysel anlamda kullanılan bir terimdir. Eskiden zeka denilince aklımıza tek şey gelirdi, sonra iş biraz karıştı, ‘Çoklu zeka kuramı’ diye bir terim çıktı ortaya. Buna göre sözel, mantıksal, görsel, bedensel, müziksel, kişisel, kişilerarası ve doğa diye zeka çeşitleri tanımlandı. İşler karıştı diye düşünseniz de aslında eğitim dünyası açısından güzel bir yaklaşım olduğunu kabul etmek gerek.
Ben bunlardan ayrı bir zeka durumuna değinmek istiyorum. Yazacaklarıma başlık olarak aslında sosyal veya toplumsal zeka terimini seçmek istedim, ancak kişilerarası diye belirtilen zeka böyle de adlandırıldığı için karışıklık olmaması adına bundan kaçındım.
Önce de söylediğim gibi zeka bireysel bir terim. Peki toplumların veya toplulukların bir zekası yok mudur? Varsa nasıl bir şeydir, nasıl ölçülür?
Toplumların zekası denilince genellikle bireylerin zekaları toplanır, birey sayısına bölünür ve ortalama zeka değeri elde edilir. Buna göre falan ülke ileri zekalı, filan ülke geri zekalı olur. Dünyanın yerine göre vasat ülkeleri çok daha zeki, en ileri ülkeleri vasat veya geri olarak sınıflandırılabilir buna göre. Sonuçta bu bir bilgidir, ama bu bilgiyi toplumları karşılaştırmada kullanmaya kalkarsanız böyle bir komedi çıkar ortaya.
Bana göre toplumun zekası onun gelişmişlik düzeyinin bir göstergesidir. Bir toplum ne kadar ileri ise anlatmaya çalıştığım zekası o kadar ileri demektir. Ancak bunu ölçmenin bildiğim kadarıyla bir yöntemi yok.
Aslına bakılırsa topluluk zekası hayatımızın bir parçası. Her ne kadar buna net bir isim koyamasak da onunla iç içe yaşıyoruz.
Biraz örneklendirmek istiyorum.
Önce basit bir örnekle başlayalım. Bir futbol takımı kuruyorsunuz. Futbolcuların her biri oldukça zeki. Veya o sektördeki değer ifadesi olarak transfer ücretleri üzerinden konuşalım. Yani dünyanın en pahalı takımını kurmuşsunuz. Ancak bu değer her zaman sahaya yansımıyor. Takımınız birlikte hareket etme ruhuna sahip değilse, oyuncularınız arasında farklı ilişkiler ön plana çıkıyorsa olmadık bir takıma yenilebiliyorsunuz.
Okullarda bazen grup olarak ödevler verilir. Diyelim ki çok zeki arkadaşlarınız var, ama aralarında bazı anlaşmazlıklar mevcut. Anlaşmazlıkları çözemediğiniz için zekalarınız maalesef en iyi ödevi ortaya çıkarmanıza engel oluyor.
Devletler de böyle. Zeka katsayısı ortalamasına bakarak ne bir devleti üstün ne de diğerini alçak görebilirim. Allah’a şükür çok sayıda üstün zekalı insan yetiştiriyoruz. Ancak bunların koordinasyonu ve birlikte hareket ettirerek başarılı sonuçlar ortaya koymaları konusunda çok başarılı olduğumuz söylenemez. Burada yönetici pozisyonda olanlara da çok iş düştüğünü söylemek gerek. Hem toplum olarak iş yapma bilincine sahip bireylere hem de onları iyi koordine edecek yöneticilere ihtiyacımız var.
Eğitim ve iş sektörü bu konuya kesinlikle önem veriyor; toplumsal olarak ilerlemek gerektiğine inanan kişiler önem veriyor. Keşke tüm bireylerimiz topluluk zekası diye bir şeyin olduğunu ve bunda mutlaka kendi katkısının az da olsa olacağını düşünse ve kötü örnekler yaşamasak. Şahsen bir kötü örnek benim hayatıma mal oldu desem yeridir. Fakülte son sınıfta okurken iki ciltlik bir kitabın çeviri işini almıştık. Ekibin başkanı ben idim. Organizasyonu yaptım, ilk cildin bölümlerini ekipteki arkadaşlara dağıttım ve belli bir süre konusunda da anlaştık. Ne demiştim, bireysel zeka ayrı, topluluğun zekası ayrı. Ekipteki her bir arkadaş test sonuçlarını görmemiş olsam da kesinlikle bu ülkenin en üst zeka düzeyine sahip kişiler. Ben kendime düşen bölüme hızlıca bitirdim. Sonra başladım beklemeye. Süre doldu, bölümünün çevirisini getiren arkadaş yok. Her birini ayrı ayrı sıkıştırmaya başladım. Yavaş yavaş bölümler dönmeye başladı, ama epey uğraştım. Bu arada yapamayanlar oldu, onların bölümlerini de ben üstlendim. Sonuçta anlaştığımız tarihten çok geç bir tarihte yayıncıya birinci cildi teslim edebildim. İlk ciltten yaşadığım bu acı tecrübe üzerine ikinci ciltte hiçbir arkadaşı devreye sokmadım ve tamamını bizzat çevirerek yayıncıya söz verdiğim tarihte teslim ettim. Ondan sonraki hayatımda da her ne kadar grup içinde işler yaptıysam da bireysel işlerime daha çok değer verdim.
Bir gün bir arkadaşıma vekaleten Sağlık Bakanlığı’nda bir toplantıya katılmıştım. Toplantıya Türkiye’nin dört bir yanından konuşulacak konuyla ilgili hocalar gelmişti. Meğer bu toplantılar düzenli olarak yapılırmış. Tam hatırlamıyorum, ama toplam kişi sayısı herhalde yirmi- yirmi beş civarında varmıştır. Konuşulacak konuları konuştuktan ve tartıştıktan sonra bir iki maddelik bir karar metni ortaya çıktı. Toplantıdan çıkarken kendi kendime “Bu iki madde için mi Türkiye’nin dört bir yanından hocaları çağırmışlar? Bu kararları tek başıma ben de alırdım.” diye söyleniyordum.
Başka bakanlıklarda da benzer şeyleri yaşadım, ama olayı kişiselleştirmemek adına örnek vermek istemiyorum. Her toplantı çıkışında benzer düşünceler yaşadım. Yalnız dikkat edin, haklı olduğumu söylemek istemiyorum. Tam tersine… O küçük gibi gördüğüm kararlar o büyük topluluklardan çıkmadığı zaman insanların gözünde hiçbir anlam ifade etmiyor.
Yazdığım makaleler, kitaplar veya başka çalışmalarım genellikle bizzat kendimin ürünüdür. Ama kariyer konusunda bunun dezavantajını net bir şekilde gördüm. Ortak çalışma yapıp yayınlayanlar kariyer basamaklarını hızla tırmanırken ben kendi yağımla kavrulup sürünmeye devam ettim.
Altı yedi yıl önce göz anatomisi üzerine bir kitap çıkarmıştım. Kitap ulusal kongremizde satışa sunulmuştu. Orada kitabı gören bir arkadaş yanıma geldi ve beni tebrik ettikten sonra “Ömer, bundan sonra yazacağın kitaplarda bize de bir görev versen, en azından bir bölümü de biz yazsak…” dedi. “İnşallah” dedim ama, öğrenciliğimde yaşadığım acı tecrübeden sonra kesinlikle olur şeklinde bir yaklaşım sergileyemedim.
Yaptığım işler küçük işler… Yazıyorum, çiziyorum, bastırıyorum… Bireysel olarak da yapılabiliyor yani. Büyük işlere kalkınca bireysel yaklaşımın solda sıfır kalacağını biliyorum. Hatta bazen düşünüyorum, tek başıma uğraşmak yerine enerjimin onda birini başkalarıyla birlikte bir şeyler yapmaya ayırabilseydim daha verimli bir şey ortaya çıkmaz mıydı diye… Suçluyum, ama mazeretlerim var. Neyse… Önümüze bakalım. Eğitim sistemi içerisinde bu sorunu çözelim de hiçbir birey başkalarına toplumsal gelişmemizi sekteye uğratacak mazeretler öne sürme hakkı tanımasın.