Bu kelimeler üzerinden bir yakın devir Türkiye okuması yapılabilir.
Türkiye’de modernliğin kadınlar üzerinden yürütülme iddiası/inadı ciddi kırılmalara yol açmıştır.
Modernlik kadın imajı üzerinden doğrulanmak istendi. Kadınların sosyal hayata katılması, çalışması, öğretim sistemi içinde yer alması, siyasî sistemde rol alması…Bütün bunların aynı zamanda bir görünürlük meselesi olduğunu unutmayalım. Görünürlükte prensip şudur: Kadın gelenek içinden getirdiği kıyafetle bu vasatlarda bulunmamalıdır! Sırf kıyafetini sürdürmesi kadının geleneği temsil etmesi demekti, ki Türkiye’de gelenek demek geniş ölçüde din demekti. Kıyafet değişmeden bütün bunlar mümkün değildi. Bunu en açık şekilde, seçecekleri listesinde sürekli erkeklere yer verirken, 1935’de 17 kadın alan Mustafa Kemal göstermişti. Kazan köyü muhtarı Satı kadın, olağan kıyafeti ile değil, ona uygun görülen kostümle Meclis’e kabul edilmişti. Hatta ismi dahi uygun bulunmamış Satı olan adı Hatı’ya çevrilmişti. (Ne demekse!)
Siyasette kadınlara yer verilmesi Türkiye’de bir demokrasi hamlesi değil, modernleşme gösterisidir. Bununla birlikte kadınların siyasette gerçek anlamda rol alması, sayıları azalsa da çok partili hayatta geçişten sonra mümkün olmuştur. İlk defa o devirde gerçekten seçimle gelen kadınlar görülmüştür. Şu daha önemlidir: Kadınlar hiçbir devirde, son yirmi yılda olduğu kadar sosyal hayatta, iş hayatında, hatta siyasette olmamışlardır. Öğrenim-öğretim hayatında ise zirve noktaya ulaştıkları görülmektedir.
Akademide kadın varlığı bir süre sonra erkeklerin çoğunluğuna sona erdirecek bir orana ulaşmıştır. Son rakamlara göre, Türkiye’de 26 bin 352 kadın, 25 bin 60 erkek olmak üzere 51 bin 412 araştırma görevlisi bulunmaktadır! Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir durum söz konusu değildir. Avrupa’da kadın akademisyen nisbeti yüzde yirmilerde, ABD’da otuzlarda seyretmektedir. Önümüzdeki 10-15 yıl içinde, Türkiye’de bu oranların yüzde elliyi aşma ihtimali kuvvetlidir. Bu hızla gelişmenin sebepleri üzerinde ciddiyetle durulması şarttır.
Cumhuriyet’ten sonra dinin hayattan çıkarılma yönünde atılan adımlar, 1930’larda dinî öğretimin tamamen ortadan kaldırılmasıyla zirveye ulaşmıştır. Bu zirveden sonra da ezanın türkçe okunması ve hatta namazın türkçeye çevrilmiş sûrelerle edası yönünde zorlamalar olmuştur.
Erkeklere şapka devrimi, kadınlara örtü yırtma!
Cumhuriyet erkekler için şapka devrimi yapmıştır ama kadınlar için böyle bir devrim sözkonusu olmamıştır. Bununla birlikte kadınların tesettürden uzaklaştırılması, hatta mümkün olduğu kadar açılması yönünde hayli çaba harcanmıştır. Türkiye’nin birçok yerinde görülen kadınların örtülerinin/çarşaflarının jandarma tarafından yırtılması hadiselerini de bu fasla kaydetmek lâzımdır.
Müslümanlık merkezden taşraya itilmiş, dindarlık bir iki nesil sonra nihayete erecek geriliği temsil eden bir kalıntı olarak görülmüştür. Tahsilin sınırlı olduğu dönemlerde bu büyük sıkıntı doğurmamıştır. Türkiye’de öğretimin ilk öğretim dışında geniş kitlelere yayılması ancak Demokrat Parti iktidarından sonra mümkün olabilmiştir.
1950’ye kadar bütün Türkiye’de sadece 60 tane lise vardır. Bu demektir ki, bazı il merkezlerinde dahi lise yoktur! Bunların tamamına yakını Osmanlıdan devralının liselerdir. DP döneminde lise sayısı, iki katından fazla artmış, 129’a yükselmiştir.
1950’ye kadar İstanbul, İstanbul Teknik ve Ankara üniversitesi dışında üniversite yoktu ve yüksek tahsil öğrencilerinin sayısı 10 bini bulmamaktaydı. Demokrat Parti devrinde ilk defa Ankara ve İstanbul dışında üniversiteler açılmıştır. Trabzon’da Karadeniz Teknik Üniversitesi, aynı yıl İzmir’de Ege Üniversitesi kurulmuştur. İki sene sonra Erzurum’da Atatürk Üniversitesi ve 1959 yılında Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi açılmıştır. 1960 darbesinden sonra yüksek öğretimde neredeyse 10 yıl ciddi bir gelişme görülmez. Bu arada bir tek Hacettepe Üniversitesi kurulmuştur. 1970’lerde kurulan 4 üniversiteden sonra, 1982’de tek kanunla 8 üniversite kurulması ilgi çekicidir. 1992’de 24 üniversite ile bu rekor da geride bırakılmıştır.
Üniversitelerde başörtüsü öğretimin yaygınlaşması ile ortaya çıkan bir modernleşme problemidir
İşte 1980’li yıllarda şehirli dindarlığın görünür hale gelmesi, bunun her alana yansıması dönemidir. İlk defa 1968’de Ankara İlahiyat Fakültesi’nde ortaya çıkan “başörtüsü meselesi” eğer, bir boykota yol açmadan usuletle halledilse idi belki de yüksek öğretim kurumlarında başörtüsü üzerinden yürütülen siyaset ve buna karşı tepkiler de olmayacaktı. İlahiyat Fakültesi’nde başını örtmek isteyen hanımların bulunması, bu fakülteye inkılaplar doğrultusunda yön vermek üzere sokuldukları tahmin edilebilecek hocaların tepkisini yol açmış ve ardından yüksek öğretimde ilk boykot yaşanmıştır.
1980’li yılların sonuna doğru yükselen başörtüsü meselesi, 1990’ların başında normal bir seyre doğru giderken, 28 Şubat müdahalesinin vuku bulması işi çığırından çıkarmıştır. İkna odaları, yıldırma kampanyaları, saldırılar ve nihayet, başörtüsünün üniversitelerde kesin olarak yasaklanması bu konuda tarafları keskinleştirmiştir. Konu esas olarak ideolojik mahiyet kazanmıştır.
Üniversite öğrencisi baş örtülü kızların gelenekli örtünme tarzının dışında bir örtünme şekli benimsemeleri dahi bu hareketin modernizmin bir parçası olduğunu gösterir. Mesele belki tesettür meselesi olmaktan çıkmış, başörtüsü meselesi haline gelmiştir. Bu sembol etrafında sürdürülen mücadele, bütün sahalarda kendini göstermiştir. Büyük Millet Meclisi’ne başörtülü bir hanımın girmesi, 28 Şubatçıların iktidara getirdiği hükümet tarafından engellenmiştir. Mecliste seçilmiş bir vekilin engellenmesi, meseleyi zirve noktasına yükseltmiştir.
Bu süre içinde çatışmacı havadan etkilenerek örtünenler olduğu tahmin edilebilir. Bu konuda karar verme süreçlerini inançla birlikte ideolojinin de etkilediği söylenebilir. Baş örtüsü üzerinden sürdürülen zıtlaşma, basın kesiminde örtülü yazarlara kontenjan
açma denilebilecek bir noktaya gelmiştir. Bütün sağ/muhafazakâr gazeteler örtülü hanım yazarlar istihdam etmişlerdir. Bunlar içinden başarılılar da çıkmış olmakla beraber, birçoğu zaman içinde saf dışı olmuştur.
Bu süreçte örtünmenin sırf dinî saikle yaygınlaştığı sanılmamalıdır. Devrin havası böyle bir yönelişi beslemiştir. Bu yönelişte ideolojik olarak modaya uyma temayülü de görülebilir. Aynı zamanda dezavantajlı bir kesim olan örtülülerin, bu mağduriyetlerinin telafisi, hatta daha ötesinde imkânlara kavuşmasını sağlayan bir mekanizma da işlemiştir. Bilahire bu havanın dağılması, siyasette zemin kaymalarının ortaya çıkması, bazı örtülü yazarların iddialarını boşa çıkarmıştır.
Baş örtmenin yalnız başına kişiyi daha dindar yaptığı söylenemez. Netice olarak hangi sebeple örtünülmüşse, benzer sebeplerle örtünmekten vazgeçilmesi de şaşırtıcı olmamalıdır.