Kendimizi bir tren istasyonunda hayal edelim. Önümüzde obez denilebilecek derecede kilolu bir adam durmaktadır. Gözlerimizi karşıya doğru çevirdiğimizde tren raylarının üstünde çalışmakta olan 3-5 adamı görüyoruz. Aynı zamanda uzaklardan bir ses de duymaktayız. Sesin nereden geldiğini anlayabilmek için meraklı gözlerle etrafı incelerken bir trenin geldiğini görüyoruz ve hızlıca tren, çalışmakta olan adamların üstüne doğru gitmektedir. Şoför, frenler çalışmadığı için telaşlı ve siren çalmasına rağmen adamlar duymamaktadır. Burada bize iki seçenek sunulmakta ya dehşete kapılmış bir halde izlemeye devam edeceğiz ve rayların üstünde çalışmakta olan 3-5 adam ölecek ya da önümüzde duran obez adamı tren rayına itip treni durduracağız ve sadece 1 kişi ölecek. Unutmayalım ki, kilolu adamın suçsuz olduğu kadar çalışma yapan adamlar da suçsuzdur. O halde;
Bu durumda gözlerimizi kapatalım ve biraz düşünelim, siz olsaydınız ne yapardınız?
Matematiksel olarak düşündüğümüzde çoğunlukta kalan tarafın kurtulması bize daha cazip gelecektir. Sadece bir kişiyi öldüreceğiz ama 3-5 kişiyi kurtardığımız içinde kahraman ilan edileceğiz. Bu düşünceye sahip olanların zihni eşitlik anlayışına daha yatkındır. Çünkü, zihinlerinde bütün kişiler eşittir ve bir adamın ölmesi daha cazip gelmektedir.
İkinci ihtimali değerlendirirsek eğer tren 3-5 adama çarpacak ve onlar ölürken önümüzde duran adam yaşamaya devam edecektir. Bu düşünceye sahip olanlarda ise adalet duygusu daha baskındır. Çünkü önümüzde duran kilolu adamda rayların üstünde çalışma yapmakta olan kişilerde yaşamsal olarak aynı haklara sahiptirler. Her ne kadar çoğunlukta olan adamların yaşamı sona erse de olay ile hiçbir bağlantısı olmayan kilolu adamın yaşam hakkı elinden alınmayacaktır.
O halde; eşitlik ve adalet kavramları genellikle birbirlerinin yerine kullanılsa da anlamsal olarak zıt kavramlardır. Sözlük anlamı incelendiğinde eşitlik, yasalar karşısında siyasal ve toplumsal haklar bakımından yurttaşlar arasında hiçbir ayrım bulunmaması durumudur. Adalet ise; kişilerin çıkarları arasında hakka uygun denge sağlanmasıdır. O halde kişi olağan durumu gözetlemeden herkese aynı muamelede bulunursa eşit ama adil olmayacaktır. Bunun tam tersi durumda ise gerçekleşen olay değerlendirildiğinde adaleti seçersek adil ama eşitlikçi bir düşünceye sahip olmayacağız.
Bu kavramların farklılığı sadece bu durum için geçerli değildir. Aç olduğu için ekmek çalan çocukla hırsızlığı keyfiyet haline getirmiş kişinin farklı yargılanması gibi ya da köyde eğitim görenle şehirde eğitim görenin aynı sınava girip eşit değerlendirilmesi de bu duruma örnektir. Eğitim; yaşadığımız çevreye, büyüdüğümüz aileye hatta bulunduğumuz ülkeye göre verimliliği değişmektedir. Birey nerede ne zaman doğacağını seçemez. Bu sebeple eşit ortamda büyümeyen kişilere gerek sağlık açısından gerek de eğitim ve kültürel açılardan takviye edici ortamlar hazırlanmalıdır. Bu daha fazla okul, hastane ve yaşam merkezleriyle mümkün olmaktadır. Bunun içinde mevcut olan boş kadrolara mezun olan bireyler alınıp kişilerin ve ortamların hayat kalitesi yükselmelidir.
Sonuç olarak özetleyecek olursak; irade insana verilen en yüce haktır. Kişinin hayatı boyunca farklı durumlar karşısında vereceği karar kendi özgür iradesine aittir. Bu gerek eğitim gerek de sağlık, siyasal ya da kültürel olabilir. Birey, olumlu olarak her ne karar verirse versin ya eşitlikten ya da adaletten yana seçimini yapacaktır.
Unutulmamalıdır ki; kaderimiz irademizin yansımasıdır.