DERSAÂDET YAZILARI- 42
Son iki asırdır dünya Müslümanlarının iki yakası niçin bir araya gelmiyor sorusunun en net cevabı “Sünnetullah torpil geçmez.” şeklinde verilebilir. Ya da diğer bir ifadeyle sünnetullahın ilkelerine uygun hareket etmeyen her kim ya da topluluk olursa olsun akıbet aynıdır.
Sünnetullah “Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur’an terimdir.” (TDV. İA) ‘Allah’ın yasası’ diye ifade edilmesi de mümkündür. Tabiatta mündemiç olan fiziksel, kimyasal, biyolojik vb. yasalar gibi toplumsal hayatın varlığını sürdürmesini sağlayacak yasa ve ilkelerin varlığı da bilinmektedir. Yüce yaratıcı bu ilkeleri toplumun içinden seçtiği elçileri aracılığıyla insanlara bildirmektedir. İşte bu yasa ve ilkeler, sünnetullahın toplumsal boyutuyla alakalı olanlarıdır. Ancak tabiat yasalarının aksine toplumsal yasalar esnek ve esnetilebilen niteliklere sahiptir. Uyulduğunda kemâle, sırt dönüldüğünde zevâle doğru yol alınır.
Bu itibarla İslam’ı kabul etmiş olmak ya da Müslüman olmak sünnetullah karşısında ayrıcalıklı olmayı sağlamaz. Klasikleşmiş bir örnek üzerinden açıklamak gerekirse adaletin hakim olduğu bir topluluk varlığını devam ettirir, zulmün hakim olduğu topluluk ise hangi dine mensup olursa olsun helake mahkûm olur. Her Cuma günü hutbelerden okunan “Şüphesiz ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder; çirkinliği, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. (O, gerçekleri) hatırlayasınız diye size öğüt vermektedir.” (Kur’an-ı Kerim, 16/90) ayeti sünnetullahın toplumsal hayatta rehber edinilmesi gerekli ilkelerinin başında gelmektedir.
Yine “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenen atlar hazırlayın ki onunla Allah’ın düşman(lar)ını, sizin düşman(lar)ınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği diğerlerini korkutursunuz. Allah yolunda ne infak ederseniz (verirseniz) size eksiksiz ödenir; siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Kur’an-ı Kerim, 8/60) buyruğu da toplumsal varlığın/hayatın güvenlik içerisinde devam ettirilmesi açısından sünnetullahın en temel ilkelerindendir.
Günümüz dünya Müslümanlarının sünnetullahın bu en temel ilkesinden uzak kaldığı bir geçektir. Bugün Gazze’de tüm dünyanın gözü önünde akla hayale sığmayan yöntemlerle en vahşi katliamların yaşanıyor olması bunun sonucudur. İsrail’in pervasızlığı, ABD’nin de hâmiliğe ve kabadayılığa soyunması Müslümanların bahsi geçen ayet-i kerimede belirtildiği üzere “güçleri yettiği kadar kuvvet ve savunma araçları” hazırlamamalarından kaynaklanmaktadır. Müslümanların yapmadığı bu işi ne yazık ki ABD ve İsrail hakkıyla gerçekleştirmektedir. Son teknolojik silahlar ve demir kubbe ayette belirtilen “besili atların” tâ kendisidir.
Ayetin nazil olduğu dönemin besili atları günümüzün savaş gemisi, savaş uçağı, İHA’sı, SİHA’sı, füzesi, denizaltısı …. ve demir kubbesidir. Tüm bu araçlara sahip olmak sizin savaş yanlısı olduğunuzu göstermez; aksine saldırganı korkutacak ve size saldırmaya cesaret edemez kılacaktır. Şayet cesaret ederse de karşılığını bulacaktır.
Yurtta ve cihanda sulhun tek dayanağı savunma araçlarının son teknolojik donanımlarla hazır halde bulundurulmasına bağlıdır. Bunun olmaması, sadece dokuz milyon nüfusa sahip eli kanlı İsrail’in tüm dünyanın gözü önünde en vahşi cinayet ve katliamlarla Gazze’de soykırıma girişmesine yol açmaktadır. Bu tabloda iki milyarı aşkın İslam dünyasının kınamaktan başka bir hazırlığının olmadığı açıkça görülmektedir. Elli altı üyeden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir terör örgütüne dönüşen İsrail’in başlattığı katliam ve soykırımın ancak on birinci gününde toplanabilmiş olması “besili atlarının” olmayışındandır.
Hz. Peygamber’in Bedir’de, Uhut’ta, Hendek’te, gerek savaş öncesinde ve gerekse savaş esnasında sergilediği stratejilerinin tamamında İslam dünyası için ders alınması gereken hayati öneme haiz ilkeler mevcuttur. Bu ilkelerin birincisi ve en önemlisi ayette geçtiği üzere düşmanı korkutacak düzeyde “kuvvetin” ve “besili atların” hazır hale getirilmesini zorunlu kılmaktadır. Günümüzde bu ilkeyi hayata geçirmek çağın gerektirdiği son teknolojik gelişmelerle mücehhez “hazırlıklar ve donanımlarla” mümkün olabilir. Nitekim sünnetullahın gereği de budur. Sünnetullah kişinin ve toplumun aidiyetine ve mensup olduğu dine göre değişmez.
Dr. Hasan YILDIZ