“Amellerin niyetlere göre” değerlendirildiği, “niyetlerin de çoğu zaman amellerden daha hayırlı olduğu” haberleri sahih rivayetlerle bildirildiğine göre, bize düşen herhalde bir işe başlamadan önce niyetlerimizin ne olduğunun, nasıl olduğunun muhasebesini iyice yapmak ve daha sonra o işe tevessül etmek olmalıdır. Bu dosdoğru istikamete en doğru merci tarafından yönlendirilmişken akla şu sual gelebilir; “iyi de her gün o kadar çok iş yapıyor ve o kadar çok şeye niyetleniyoruz ki, hangi biri için bu sorgulamayı yapacağız? Buna ne zaman yeter ne de takat getirebiliriz…” diye. Aslında cevap da, bu anlamda alınacak tavır da bellidir. Kalbin yaratanından gafil olmadan, yaratılış gayesinden bihaber olmadan akla rehberlik etmesidir arzu edilen. Hiçbir şeyin fayda etmediği o dehşetli günde değer verilecek tek şey “kalbi selim” olarak ifade edilmiştir çünkü. Yani samimi, ihlaslı, teslimiyetli, dosdoğru bir kalbe sahip olmak. Yani fıtri olanı, yani yaratılıştan temiz olanı bozmadan, bozulmasına müsaade etmeden koruyabilmek ve onun kılavuzluğunda hareket edebilmek. Dürüst olmak kısacası, kendimize, çevremize ve Rabbimize karşı.
Samimiyettir istenen, hasbi olmaktır, içten, hesapsız, garezsiz olmaktır. Küçücük akıllarımızın geçici dünya heves ve hırslarına kapılarak tertemiz ruhlarımızın güzelliklerine gölge düşürmesine, bize oyunlar oynamasına izin vermemektir. Hani eskiler derler ya “ayağın taşa takıldığında kalbini yokla” diye. İşte bu manada kalbe nazar etmek, niyeti gözden geçirmektir bizden beklenen. Niyetlerimiz hayır üzerine mi, güzellik üzerine mi, doğruluk, hak ve hakikat üzerine mi, yoksa tam tersi mi, bunu sorgulamamızdır talep edilen. Zira “niyet hayır olduğunda ancak akibet de hayır” olacaktır. Bir işe kalkıştığımızda bunun sonucunda çevremizin nasıl etkileneceğinin, yani özetle “elimizden ya da dilimizden birilerinin zarar görüp görmeyeceğinin, emniyette olup olamayacağının” tartılıp düşünülerek hareket edilmesidir yapmamız gereken.
Ya hesabi olmak, küçük dünyalık hesapların adamı olmak, gayri insani, gayri ahlaki, hak ve adalete mugayir hesaplarda boğulmak, bataklıkları gül bahçelerine tercih etmek. İçime öyle doğuyor ki; günümüz insanının en mühim sıkıntılarından birisi budur. Nedense tüm hesapların üzerinde Allah’ın (cc) da bir hesabı olduğunu çok kolay unutur insanoğlu, nedense bütün oyunları ve tuzakları boşa çıkaracak güç ve kudretin varlığını hatırlamaz ve umursamaz çoğu kez. Halbuki ne güzel demiş büyükler “takdir, tedbiri bozar” diye. Biz neyin hesabını kime karşı yapıyoruz sahi, kimi aldatıyor, kimi kandırıyoruz. Sakın kendimizi kandırıyor olmayalım. Hele din adına, dindarlık adına bir şeyler yapıyor görünüyorsak ve gerçekten samimi değilsek, bunun hesabından kalplerin gerçekten titremesi gerekiyor sanırım. İngiliz düşünürü Francis Bradley “Bir insan, dindar bilindiği halde, ahlâklı değilse, ya bâtıl bir inanca din adı vermektedir, ya da sahtekârdır” diye bu gerçeği insanlık namına diye getiriyor.
O halde şunu peşinen kabul etmek gerekir ki, özüne yabancı, fıtrata aykırı, Hakk’ın rızasına, halkın huzur ve emniyetine muhalif her türlü hesap, bir gün hesaba çekilmeyi hak etmektedir. O gün gelmeden önce biz niyet ve hesaplarımızı bir daha gözden geçirelim de hasbi bir varoluşu hesabi bir yok oluşa, izzeti zillete tercih etmek suretiyle hem bu dünyada hem de ahirette kazananlardan olalım, olmaz mı?