Sünnilikte akli muhakemeye dayanan Usulilik ve onun karşıtı zıt akım Ahbarilik anlamında kavramlar yoktur. Tefsirde elbette rivayet ve dirayet ekolleri vardır. Lakin bunlar yine de Şia’daki usuli ve ahbari ayrımı gibi değildir. Daha teknik bir mevzudur. Lakin Ahbariliğin yerini dolduran bir başka terim var: Haşeviyye. Esasında bu deyim ile haşiye, haşiyeci deyimi aynı kökenden geliyor. Huşuv ve fuşuv kalıbından türemiş bir ifade. Bir fırkaya isim olarak verilmeyen bu deyim veya terim esasında birçok isim, fırka için ortak bir deyim olarak da kullanılmaktadır. Anlayacağınız bu isimle anılan, böyle bir mezhep veya fırka yoktur. Her fırka ve meşrepte böyle adamlar ve akımlar barınabilir. Hadis alanında senet ve metin tenkidine veya kritiğine fazla girmeden her önüne geleni kabul eden anlayış için söylenmiştir. Fakihler de buna mümasil başka deyimler de kullanmışlardır. Sözgelimi ‘hatib-i leyl’ bunlardan birisidir. Merhum ve mağfur İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü müdürlerinden Ahmet Davudoğlu gibi Bulgaristan göçmeni olan Osman Keskioğlu’nun ‘Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku’ adlı eserinde gözüme çarpmıştı ya da görmüş olmalıyım. Özensiz bir biçimde her bulduğunu dağarcığına atan ve devşiren ilim adamları için hatib-i leyl tabiri kullanılmış ve kullanımı iştihar etmiştir. Gece oduncusu demektir. Geceleyin odun toplarken yani gece oduncusu gözler karanlıkta yeteri kadar kesmediği için, etrafı seçemediği için çuvala her şeyi doldurabilir. Bunlar bazen haşerat nevinden yılan gibi zararlı hayvanlar da olabilir.
Bu nedenle İslami ilimlerle uğraşanlar ve bilhassa hadis ilmiyle uğraşanların senet ve metin tenkidini de bilmeleri gerekir. En azından aşina olmaları beklenir. Gazali hadis konusunda kendisini yetersiz görmüş ve hadiste ‘müzcat’ yani eksik olduğunu söylemiş ve bunu telafi etmenin yollarını aramıştır. Bu nedenle de ölmeden önce yeniden hadis alanına yoğunlaşmıştır. İsmail Raci Faruki de böyle yapmıştır. Kendisini klasik ilimlerde yetersiz görmüş ve ilim öğretirken yeniden ilim öğrenmeye ve Ezher’e dönmüştür. İlimde utanma insanın tekamülüne engel olur. Zaten ilim beşikten mezara kadar tahsil edilir denmiştir.
Son sıralarda hadis hatta akait alanında özensiz gördüğümüz bazı kesimler Ehl-i Sünnet müdafii kesilmişlerdir. Ehl-i Sünnet vurgusu en çok onlardan çıkmaktadır. Önünü çıkan bidatçı ve hurafeci isimler ve kesimler birinci sınıf Ehl-i Sünnet müdafii kesilmiştir. Bu suretle zihinleri allak bullak ediyorlar. Ehl-i Sünneti kimseye kaptırmıyor, bırakmıyorlar. Vehhabiler de öyle. Gerek klasik Vehhabiler gerekse süzme devlet ve rejim etrafında dolaşan ve konumlanan Vehhabiler ya da Medhaliyye-Camiyye ekolü Ehl-i Sünneti ve isim hakkını kimseye kaptırmıyorlar ve kendilerini birinci sınıf Ehl-i Sünnet kabul ediyorlar. Nizamiye gibi Eş’arilik okuttuğu için Ezher’i Ehl-i Sünnet dışı görüyor veya insaflıları Ehl-i Sünnete en yakın mezhep veya grup olarak görüyor. Eş’ariliği haberi sıfatları tevil nedeniyle Cehmiye ile eşit tutunlar da var. Uçlar arasında böyle bir Ehl-i Sünnet yarışı var. Fayda verdiklerini düşündükleri pozisyonda zarar veriyorlar. Sessiz çoğunluğu yok sayıyorlar. Ülkemizde de geçmişte Sivasiler gibi Hindistan Altkıtasında zuhur eden Barelvi akımı da böyledir ve Enl-i Sünnet noktasında bitmez bir polemik başlatmış ve yankıları dünyayı sarmıştır. Pakistanlı başbakanlarından Nevaz Şerif’i devirmek için harekete geçen Tahir ül Kadri bu ekoldendir ve bunlar sabık Mısır Müftüsü Ali Cum’a’nın eşkalindendir. Birisi Mürsi diğeri ise Nevaz Şerif’e kazan kaldırmıştır. Bu sayılan akımlar ehli tefrit akımlar olmakla birlikte Ehl-i Sünnet markasını kimseye kaptırmıyorlar, bırakmıyorlar. Her türlü bidat ve hurafeye açık olan bu gruplar maalesef Ehl-i Sünnet müdafii olarak öne çıkmaktadırlar. Ali Rıza Akgün hoca da bu durumdan şöyle yakınmaktadır: Ehl i Sünnet gibi derinlikli bir mezhebin bid atçı hurafeci cahiller tarafından sahiplenilmesi ne kötü! Ehl-i Sünnet adına yanlış alanda asabiyet üretiyorlar.
Bu Adamlar bu alanda tekel kurmuşlar kimseye de bırakmıyorlar. Bir yönüyle de etkili olmaktadırlar. Elbette dışlayıcı tarafları da var.
Arap ülkelerinde yaygın olan Ahbaş grubu da böyle bir gruptur ve bütün mesaisi Ehl-i Sünnet etrafında tartışma çıkarmaktır. Bu ise denildiği gibi Ehl-i Sünnet camiası içinde gereksiz polemik ve sürtüşmelere neden olmaktadır. Araplar bu gibi sürtüşmeye konu olan kapışmalara ‘el ma’reketü’l canibiyye’diyorlar. Cephe gerisi savaşlar. Ya da cephe içi savaşlar. George Walker Bush önce medeniyetler savaşı dediği savaşı, sonra medeniyet içine kaydırmıştı. Yani savaş Müslümanlar ile ötekiler arasında değil bizzat Müslümanlar arasında olmalıydı. Müslümanlar ayrışmalıydı. Bu gibi kesimler de bu tezin sahiplerine katkı sunuyorlar. Bu tali savaşlara yakıt devşiriyorlar. Onlar adına İslam cephesi içinde unutulmuş kavgaları tazeliyorlar. Karşı çıktıkları grup veya akımların inanca veya amele dair bir takım kusurları da olabilir. Lakin bunlar kaşınarak halledilemez. Reddiye veya polemik mantığıyla nihayetlendirilemez..
Burada Şiilik meselesini istisna ediyorum. Çünkü onlar iç kavgadan besleniyorlar ve asabiyetleri çok güçlü bulunmaktadır. Niza ve çekişmeyi ilk başlatan taraf olma durumundadırlar ve tehlikeleri her geçen gün artmaktadır. Salahaddin Eyyübi ve öncesinde Gazali döneminde olduğu gibi onlarla mücadele farz-ı ayn mertebesine ulaşmıştır. Gazali İsmaililere karşı çıkarken bu mücadelenin farz-ı ayn mertebesine ulaştığını söylemiştir. Şimdi de böyle bir dönemle karşı karşıya bulunmaktayız. Sırtı açık İslam alemine arkadan saldırıyorlar. Alevleri sönünceye kadar onlarla mücadele kesintisiz sürdürülmelidir. Bu yönde bilgisi olanlar ve bilenler bilgilerini saklamamalıdır. Çünkü avam bu alanda bilgi sermayesinden yoksundur. Havasın bir kısmı da başarılı olan herkesin peşinden gidildiği gibi onları başarılı görerek kendilerini bu dalgaya kaptırmışlardır.
Kimsenin ümmetin enerjisini ve takatini yan vuruşmalarla harcamaya ve heder etmeye hakkı yoktur. Bu her akım veya herkes için geçerlidir. Aksi halde bu kubbeyi habbe ve habbeyi kubbe yapma kabilinden istikamet sapması olur.