Sevgi sadece insan varlığının değil, bütün yaratılmışların ortak hamurudur. Toprakta yeşeren bir bitki, açan bir çiçek, güneşin ısı ve ışık kaynağı oluşu hep bu sevginin bizlere yansımasıdır. O sevgi olmasa kâinat yaratılmaz; canlılar insanoğluna gıda taşımaz; kâinat insana teslim olmazdı.
Kâinatın belli bir düzen içerisinde işleyişi, Yaratandan-yaratılana, yaratılandan-Yaratana bir sevgi akışıdır. O sevgi olmasa yağmur yağmaz, toprak yeşermez, güneş ısıtmazdı. O sevgi olmasa sular akmaz, çarklar dönmez, kalpler atmazdı. Sevgi, yaratılışın özü, hamuru, mayasıdır. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıkların hepsi bu mayadan yaratılmıştır.
Aile, insan hayatında duygusal, kültürel ve sosyal anlamda ilk deneyimlerin gerçekleştiği ortamdır. Eğitim ve sosyalleşme aile ile başlar. Çocuk eğitiminin nasıl olacağı sorusu ise her toplum ve çağda farklı biçimlerde yorumlanarak, başka başka kültürleri, medeniyetleri ortaya çıkarmıştır. Genel olarak insanoğlunun dünyaya adımını atar atmaz karşılaştığı yuva, onun ister istemez ilkokuludur. Bunun için aile okuldur, anne öğretmendir biçiminde alışageldiğimiz sözler, çok da farkında olmadığımız bir gerçeğe işaret ediyor. Bu gerçek, insanoğlunun tertemiz bir fıtratla doğduğu dünyada, ailesinin sadece genetik olarak değil, aynı zamanda duygusal, zihinsel ve ahlâkî anlamda da mirasçısı olduğudur. Aslında her aile, kişi için beşikten mezara kadar sürecek olan öğrenme ve hayatı anlamlandırma süreçlerinin ilk ve en etkin mekânıdır.
Her anne-baba çocuğuna karşı beslediği sevgiyi, çeşitli biçimlerde ve kendi anlayışları çerçevesinde bir eğitime dönüştürmeye çalışır. Ancak sevgi anlayışları ve sevgiyi gösterme biçimleri aileden aileye değiştiği gibi, eğitimde disiplin uygulama metotları da farklılaşmaktadır. Bazı anne-babalar sevgi cimrisi olurken bazıları da çocukların kelebekleri ve civcivleri severken öldürdüğü gibi yavrularını severek öldürmektedir.
Eğitim anlayışlarında son dönemde görülen gelişmelerle birlikte, otoriter ve güç kullanmaya dayalı eğitim metotlarının yerini, çocuk merkezli ve çocuğun bütün isteklerini yerine getirmeye dayalı bir anlayış almaya başlamıştır. Bu yeni anlayışa göre aileler hayatlarını çocuklarının istekleri doğrultusunda düzenlemeye çalışmaktadırlar. Çocuklarımızın hayatına çizgi film ve oyun karakterleri olarak giren sihirli dünya; yavaş yavaş gerçek dünyanın yerini almaya başlamıştır. Giyim kuşamdan gıdaya; eğlenceden eğitime kadar her anlamda bir tüketim patlamasının yaşandığı bu dönemde, çocuklarımız her geçen gün büyüklerinin dünyasına artan bir tür memnuniyetsizlikle bakmakta, kendisine sunulanlarla asla yetinmemekte ve hep daha fazlasını istemektedir. Doğru ve yanlışın ayırt edilmesinde ise anne-babalar her geçen gün otoritelerini daha da kaybetmektedirler. Sağlıklı bir eğitim anlayışı ise, öncelikle çocuklarımıza koşulsuz sevgi, hoşgörü ve doğru bir disiplin anlayışıyla yaklaşmamıza ve onlar için etkili bir model olmamıza bağlıdır.
Çocuklarımızı öyle yetiştirelim ki hayatı sevgi gözlüğüyle okuyabilsinler. Pestallozzi; “Temelinde sevgi olan hiçbir eğitim başarısızlığa uğramaz” diyor. Bugün artık şiddet, haksız rekabet, müstehcenlik, cinsel teşhir, insanın nesneleştirilmesi, kin ve nefret içerikli yayınların artması gibi pek çok sorunla örülü dünyamızda çocuklarımıza verebileceğimiz eğitimin ilk adımı onlara bir sevgi gözlüğü armağan etmektir. Bu ise, ancak ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle başlayacağız.
Çocuklarımıza olumlu davranış kazandırmanın ilk ve en önemli şartı, onlara içtenlikli ve koşulsuz olarak sevgimizi sunmaktır. Daha ilk aylardan itibaren anne kucağının sıcaklığı ve kokusu ile sevildiğini anlayan insan yavrusu, hayata kendisine tutulan sevgi aynası ile bakmaya başlayacaktır.