Geçen hafta meslektaşım ve eski milli eğitim müdürlerinden Fatih Başak’ın yayınladığı bir yazısını okudum. Yazıyı okuyunca başımdan geçen benzer bir hatırat aklıma geldi, sizlerle paylaşmak istedim. Makalede geçen o günden bugüne fazla bir şeyin değişmediğini gördüğümüz, anlamlı ve meşhur tarihi hatıratı alıntı yaparak başlamak istiyorum.
“Sultan II. Abdülhamit Han zamanında, Münif Efendi, Maarif Nazırlığına atandı. Dönemin kanaat ve kabahat önderleri, ileri gelenleri, devlet adamları da Münif Paşa’yı ziyarete geldiler. Her geleni oturduğu yerden kabul eden Münif Efendi, kapıda Menas Efendiyi görünce eski günlerin hatırına da olsa hemen ayağa kalkıp onu kapıda karşıladı, sarıldı, elinden tutup yanı başına kadar getirip oturttu. Meraklı bakışlarla Menas Efendiyi süzen hazirûna şöyle takdim etti:
– Bu Menas Efendi benim can dostumdur, kalem ve kelam arkadaşımdır. Hariciye odasında da beraber çalıştık. Çok donanımlı bir devlet adamıdır. Fakat ben dilimi tuttum vezir oldum ama o yerinde saydı. Çektiği hep dilinin belâsıdır.
Menas efendi ise cevap olarak; Evet, paşanın söyledikleri doğrudur; benim çektiğim hep dilimin belâsıdır. Amma bunun zararını yalnız ben çekiyorum. Lâkin paşa efendilerimizin susmalarının belâsını bütün bir millet çekiyor. Korkarım bu suskunluk bize bir devlete mal olacak…”
Geçmiş bir tarihte il milli eğitim müdürleri toplantısı için Ankara’dayız.
Toplantıyı bakanlığa yeni gelmiş olan Milli Eğitim Bakanımız bizzat yönetiyor.
Gerçi, her toplantıda bizim ufkumuzu açan vizyoner, yerine göre devrimci sayılabilecek, uzun vadeli planları olan eski Milli Eğitim Bakanının gitmesi benim moralimi bozmuştu. Kısa süre zihnimde bu düşünceler dolaştı, ancak kendimi toparladım. Yeni Bakanımızın da yabancı olmadığımızı düşündüm. Gençliğimizde çeşitli dergilere entellektüel yazılarını ve kitaplarını okuduğumuz için çok şey yapacağını ümit ederek heveslendim, heyecanlandım.
Toplantıya bakanlığın diğer bürokratları alınmamıştı. Rahat rahat konuşsunlar diye sadece il müdürleri ile gerçekleşen bir toplantıydı. Bakanımız herkese söz hakkı vermek istedi ve herkesin konuşabileceğini belirtti. 81 il müdürünün yaklaşık 60’ı toplantıda söz aldı. Bazı arkadaşlarımız mevcut işleyişi takdirkâr ifadelerle dile getirdi. Bazıları gerçekçiydi ve yaşadıkları ciddi sorunları dile getirdi, övgülerden uzak durdu. Kimileri de saygı, sevgi ifadeleri ile suya sabuna dokunmadan söz hakkını kullanmayı tercih etti.
Toplantının sonlarına doğru ben de söz hakkımı kullanmıştım. Önce il millî eğitimde var olan sorunlardan bahsettim ardından genel bir değerlendirmeye geçtim.
-Sayın Bakanım, dedim… “Millî Eğitim Bakanlığı son yıllarda fizikî anlamda çok güzel değişikliklere imza attı. Yeni binalarımız oldu. Sınıflar daha eğitim öğretim için uygun hâle getirildi. Derslik başına düşen ortalama öğrenci sayılarımız azaldı. Öğretmen sayımız da ciddi artış sağlandı. Bilgisayar ve internet eğitimin bir parçası haline geldi. Ancak yetiştirdiğimiz öğrenciler kendi kültürümüzün yabancısı konumundalar. Bakanlık olarak yapmamız gerekenin eğitime; Millî, yerli ve kültürel boyutta katkılar sunmak olduğunu işaret eden bir konuşma yaptım. Bakanlığımızın eğitiminden geçen çocuklar Yunus Emre’yi, Dede Korkut’u, Kemal Tahir’i bilmiyorlar. Kısacası “Adam” yetiştiremiyoruz Sayın Bakanım” dedim. Bir bakanın karşısında yaklaşık 7-8 dakika kadar konuşmak elbette kolay değildi. Karşımda entelektüel birikimini bildiğim, kültürel değerleri önemseyen, kalemi güçlü bir bakanın bulunduğunu bilmek bana bu konuşmayı yapma cesareti vermişti. Toplantı arasında pek çok arkadaşım konuşmamdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi, tebriklerini, takdirlerini ilettiler. Güzel konuştun, dediler. Fakat “Eski ve gedikli” dediğimiz il müdürlerimizden herhangi bir tepki gelmedi.
İlerleyen dönemlerde bir Genel Müdür ile konuşurken bu toplantıdan söz açıldı. Sizin katılmadığınız o toplantıda ben şu konuları dile getirmiştim, dediğimde bana: Mustafa Bey, biz o konuşmaların hepsini dinledik, hepsinin tutanaklarını okuduk, herşeyden haberdarız, dedi. O gün öğrendim ki yaptığım konuşmanın, yapılan diğer konuşmaların neticesi fişlenmiştik. Benim ismimim altı değil, üstü çizilmişti. Çünkü o bakanımız, bakanlıktan ayrılana kadar benim kadrom verilmedi. Kadromu ancak ondan sonra gelen Bakanımız döneminde alabildim. Bu da yedi yıllık sürenin sadece 2 yıl 10 ayı kadroluydu. 3 yılım dolmadığı için o zaman ve halen birçok özlük haklarından mahrum kaldım… Bizim yetiştirilme tarzımız gereği hiçbir görev aşamasında susanlardan olamadım. Söylenmesi gereken doğrular varsa bunun mutlaka dile getirilmesi, söylenilmesi gerektiğine inanarak yetiştirilmiştik. Hele de konu memleket, millet, gençler olunca… “Doğru söylediğinizde dokuz köyden kovulsanız da gidin onuncu köyü siz kurun.” düsturuna inanmıştık. Bir makamda, senin olmanla başkasının olması arasında hiçbir fark yoksa senin o makamda olmanın da bir anlamı yoktur, diye inanmıştım.
Nitekim O Bakanımız, Bakanlığı, bir danışman’ına ve bir Genel Müdür’e teslim etti. Öğretmen yetiştirememek üzerine kaleme aldığım bir yazıda dile getirdiğim gibi “bazı bakanlar “yapmak ister yaptırmazlar, bazı bakanlar da bakar geçerler.” Nitekim bu bakanımız bir kaç alanda bir şeyler yapma çabasına rağmen baktı geçti. Bizim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bir entellektüel olduğu için kendisine güvenmiş, inanmıştık. Ancak o, Bakanımız olarak hiçbir şey yapmamış. sadece hepimizin tek tek elini sıkmış, hepimize iltifat etmiş, en centilmen Bakan olarak da hepimizle fotoğraf çektirerek geride hatıralarda kalan olumlu bir imaj bırakmıştı.
Eğitimin sadece fizikî ve maddi yönünü gündeme taşıyarak, derinliğini hep ıskalayan, adanmışlıkla ilgisi olmayan bir sistemin içinde yuvarlanıyoruz. Çocuklarımızı kendi değerlerimizle, kültürümüzle yoğurmak ve eğitmek yerine öğütmek için kurulmuş bir sistem var sanki. Senelerdir, bakan değişimleriyle yahut müfredat değişiklikleri, eğitim sürelerinin değişimi, ders saatlerinde yapılan değişiklikler, okul tiplerindeki yenilikler, seçmeli derslerle eğitim sistemimiz sarılamayacak bir yaraya dönüşmüş durumda.
Evet, değişmeyen, gelişmeyen, her dönem aynı kalan sorunlar ve bunlara dair sunulan fikirlerin, gösterilen çabaların üstünün örtülmesi en büyük sorunumuz. Bu yönde endişe duyanların sistemin dışına itilmesi, bu yarayı işaret edenlerin, sorunlara çözüm arayanların hatta bu duruma “sorun” olarak bakanların bile “ötekileştirildiği” sahadan dışarıya yönlendirildiği bir ortam hakim eğitim camiasında. Bizim dönemimizde, bizim iktidarımızda bizim kültürümüzle, değerlerimizle çatışan bir kuşak hayata atılma çağına geldi bile. Yola çıkarken dememiş miydik: Bu makamlar, bu imkânlar bizlere emanet, bunların hesabını Allah katında vereceğiz. Bize sorulmayacak mıydı: Sizlere bunca imkân verildi, öğretmen verildi, öğrenciler emanet edildi, sizler ne yaptınız?
Bir icraaat yapmaya kalkıştığımda hep aynı engelleyici tavırla karşılaştım geçmişte: Hocam, sakın bu projeyi yapıp da, manşet olma, malum medyanın diline düşersen seni kimse kurtaramaz.’’ İcra makamında olan maarif adamlarının birçoğu Ulusal ve yerel basının diline düşmemek adına halen sadece günü kurtarmak için hiçbir şey yapmadan göreve devam ediyor. Oysa manşetlerle çatışa çatışa bulunduğu yere gelen bir Cumhurbaşkanımız var. Şimdi onun yolundan gitmeyi göze almak yerine onun gölgesinde durumu idare etmeye çalışıyoruz.
Biz ve bizim gibi endişeleri taşıyan arkadaşlar, benim gibi “Sayın bakanım adam yetişmiyor dediğimiz” için daha önce emrimizde olan on binlerce öğretmenden daha az bir maaşla araştırmacı olarak Menas Efendi gibi, çektiği hep dilinin belâsı olarakkenarda tutuluyoruz. Muhafazakâr bürokrasisi böyle bir şey herhalde, ama biz beceremiyoruz. Ancak bu suskunluk bir gençliğin geleceğine mal oluyor.
Bunları bir şikâyet olarak algılamayın lütfen, biz olanda hayır vardır diye inanırız. Ancak merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun ifadesiyle; Bizim bürokrasinin, kendi yavrularını yiyen kedi durumuna gelmesi insanı düşündürüyor. 17 Ekim 2022
Mustafa ALTINSOY
Twitter: @Altinsoy64
https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/kultur-ve-egitim-politikamiz-3821/
Olanların neresinde ne hayır vardır bilemedim Mustafa bey.
Araştırmacıyız güçlüyüz.
Durumu ahvalimizi çok güzel özetlemişsiniz hocam emeğinize yüreğinize sağlık
Teşekkür Mustafa Hocam. Elhamdülillah toplumumuzda Menas Efendi gibi haksızlık karşısında susmayan insanlar var.
Sayın müdürüm “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” dan ziyade. Her doğru her yerde söylenmez kuralına denk gelmişsiniz.
Bizler sizin liderliğizden öğrendiklerimizi ve mayamızda olanı uyguladık .Adam olmak duruş göstermekle başlar.İçiniz rahatsa gerisi önemli değil.
Kaleminiz ve yüreğinize sağlık Değerli Müdürüm. Yazınızı okudum ve aynı zamanda aynı şeyleri çoğumuz yaşadı. Asıl mesele adam gibi adam yetiştirmek. Sagolun varolun
Menas Edendi güzel bir örnek/ Siyaset ve bürokrasi hastalıklı bir kulvar; bu yoldakilerin hayal ve beklentilerinin sınırı yok.
Bizler; ailemiz ve sohbet halkalarında güzel ahlakı öğrenip, yaşadığımız için dokuz köyü kovmak cesareti gösterebiliyoruz.
Bana; sen hastasın diyen siyasiler de oldu. Onun egosuna uygun davranmadığım, birşey ummadığım, eğilip bükülmediğim, tavır ve üslubunun yanlış olduğunu ifade ettiğim için.
Haklılar; çünkü muhatapların sahte olmasına alışılmış; yüzlerine karşı kibar, arkasından hakaret edenlerin karşılarında ezik durmaları onları mutlu ediyor.
Liyakat gözetilmedipi için; siyaset ve bürokrasi negatif seleksiyona göre çalışıyor. Etliyye ve sütlüye karışmayanlar yukarı giderken, aksaklığı görüp çözüm önerenler; icat çıkardığı için aşağıda kalıyor.
Bizler (bizden gıcık kapması beklenen); solcu, sosyalist, koministlerden takdir görürken, taktir beklediklerimizin hışmına uğradık.
Murat Kapkıner Hocamın bir şiirindem;
Salt mümindim/ putperest/ yahudi / 9hıristiyan/ yahut Müslüman olsaydım/ benimle saf tutacaklardı.
Selam ve Muhabbetle…
Sizi tebrik ediyorum Mustafa bey
Bende Emekli öğretmenim. Bu yazdıklarını tahmin ediyorduk. Çünkü benzer davranışlar okullarda da var Ama yaşayan bir canlı şahitten dinlemek işin gerçekliğini ve vahametini ortaya koymuş oldu. Gidişata üzgünüm. Ama bu kötü gidişata karşı mücadele veren sizin gibi vatanperverlerin varlığından da memnun oldum. Allah doğruların yardımcısıdır.
Mustafa Bal
Tebrik ederim Mustafa hocam,
El ile, dil ile düzeltme şansımız yok. Bari kalpten tebrik Edip destekleyelim.
Derdimiz adam yetiştirmek değil,müfredat yetiştirmek maalesef..
Gölgede savaşanlar yenilmeye mahkumdur sayın müdürüm