Kalbimiz günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2,5 milyar kere, hiç durmadan yaklaşık 8 bin ton kanı vücuda pompalamaktadır. Yetişkin bir kadında ortalama ağırlığı 200-280 gram, yetişkin bir erkekte ise 250-390 gram ağırlığındadır. Yaşamsal fonksiyonumuzu etkisi altına alan bu organ, göğüs kafesinin altındaki küçük geçitlerden kan pompalayarak bütün bedeni yöneten bir kontrol merkezi konumundadır. Sağlıksal açıdan vücudun baş mimarı denilen kalbe insanoğlu duygularını yüklemiş ve ona atıfta bulunarak eserler yazmış, şarkılar söylemiştir. Adına da kalbin eş anlamı gönül demiştir.
Gönül kelimesi doğuya ait bir kavram olduğu için batı dillerinde karşılığı yoktur. Bu sebeple akıl ile bağdaştırılarak anlatılır. Gözlerini dünyaya yeni açmış bir bebeğin beyni boş bir levha olarak tanımlanmaktadır. Bu kişinin yaşam evresinde doğru ile yanlışı aklına sorarak öğrenmesi sonucu mantıklı gelen her bilgiyi gönlüde kabul edecektir. Akıl ve gönül insanoğlunu tamamlayan parçalar olduğu için birini birinden üstün tutmak anlamsız bir çaba olacaktır.
Aynaya bakıldığında gönül hakkında herkesin anlatacağı bir hikayesi vardır. Gönül denilen bu duygu merkezi bazen kendinden emin, bazen mühürlenen, bazen hastalanan, katılaşan ve kibirlenen tavırlarla da ortaya çıkabilmektedir. Her türlü duyguyu içinde barındırabilecek bir kapsayıcılığa sahip olan bu organı eğitmek veya bir ritme tutturmak mümkün müdür?
Fiziksel olarak günde yaklaşık 100 bin kere kanı pompalaması bir ritmin göstergesidir. Duygusal olarak ise; nasıl ki şeker hastası olan bir bireye şekeri düşünce tatlı yedirilip kendine geliyorsa aynı türevi olan gönülü de en iyi gönül eğitmektedir. Karşı bireyden elde edilen iyi niyet, güzel sevgi, sadakat veya bağlılık sonucu gönlümüz tatmin olacak ve olgunlaşma sürecine girecektir.
Bu karşı bireyden kast edilen bir insan veya bir yaratıcı olabilir. Hem cinse veya karşı cinsine sevincini veya sıkıntılarını aktarmanın sonucunda bireye anlatmanın vermiş olduğu bir rahatlık gelecek ve çözümsüz gibi görünen olgulara da farklı bir bakış açısı sayesinde bir çıkış yolu bulunabilecektir. Yaratıcıyla gönlünü tedavi etmekten kasıt ise; kutsal kitaplarda yaratıcı her zaman bağışlayan, affeden, merhamet sahibi bir varlık olarak kendini tanımlamıştır. Kişinin yaratıcıya yakınlaşması sonucu derdini anlatarak gönlündeki kötü duyguları her dile getirdiğinde aslında kendi yanlışının farkında olup gönünü tedavi etme yoluna girecektir.
Bu konuda alimler de hemfikir olup Hz. Yunus’un “Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil. Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yumaz değil.” derken gönüllere girmek ve gönülleri birleştirmenin önemine işâret eder.
Mevlana ise; “Senin bir saman çöpü kadar değer vermediğin yıkık gönül, arştan da üstündür, kürsüden de, levhden de, kalemden de. Yıkık gönül Allah’ın baktığı bir varlıktır. Onu yapan can ne kutludur.” diyerek gönlün kıymetini desteklemiştir.
O halde sonuç olarak diyebiliriz ki; Kalp ya da gönül olan bu organın fiziksel olarak kendi içinde bir ritmi olduğu gibi duygusal olarak da insan veya yaratıcıya anlatması sonucu derman bulunarak bir önceki duygusal halden daha mutlu bir sonuç elde edilmiş olacaktır. Ki bu sayede; kendi evresinde iyileşen bir ritim tutturarak gönül eğitimine katkı sağlanacaktır.
Unutulmamalıdır ki; bizi biz yapan, gönlümüzde yok edilen değil, gönlümüzde gelişen şeylerdir