eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
15°C
Ankara
15°C
Az Bulutlu
Pazar Az Bulutlu
15°C
Pazartesi Açık
17°C
Salı Parçalı Bulutlu
17°C
Çarşamba Açık
16°C

Prof. Dr. Ahmet YILDIRIM

1964 yılında Bayburt’ta doğdu. 1987 yılında Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1990 yılında Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hadis Ana Bilim Dalında Dârimî ve Sünen’i adlı teziyle Yüksek Lisansını, yine aynı ana bilim dalında 1996 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları çalışmasıyla doktorasını tamamladı. 1997 yılında Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilim Dalına Yardımcı Doçent olarak atandı. 2006 yılında doçent, 2011 yılında profesör oldu. Halen Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinde profesör olarak akademik çalışmalarını sürdürmektedir. Arapça ve Almanca bilmektedir. Yıldırım’ın doktora tezi yanında; yayımlanmış Din, Dünyevileşme ve Zühd, Peygamberimizin Sade Hayatı, Kavram Atlası Hadis II ve Hoca Ahmed Yesevî'nin Hadis Kültürü adlı çalışmalarıyla birlikte makale ve diğer çalışmaları da bulunmaktadır

    Ramazanname(9) Hayâ

    9.Gün: HAYÂ

      Bir hadis: Ebû Mes’ûd’un naklettiğine göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir; şayet utanmıyorsan, dilediğini yap! (Buhârî, Edeb, 78)

      Sözlükte, utanma, çekinme, vazgeçme gibi anlamlara gelen hayâ Türkçede daha çok “ar” kelimesiyle ifade edilmiştir. Terim olarak “nefsin çirkin davranışlarından rahatsız olup onları terk etmesi”, şeklinde tarif edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de hayâ kelimesi, Hz. Şuayb’in kızının Hz. Musa ile konuşmasında “utanma”, Allah’ın gerçekleri ortaya koymasında ve küçük şeyleri dahi misal vermesinde “çekinme, vazgeçme” anlamlarında kullanılmıştır. Hayâ duygusu, genellikle yüzün kızarması, kişinin başını öne eğmesi, gözlerini kaçırması, şaşkın davranışlar sergilemesi gibi şekillerde dışa yansır. Nitekim sahâbeden Ebû Saîd el-Hudrî onun bu özelliğini şöyle dile getirmiştir: “Peygamber (sav), köşesine çekilmiş genç bir kızdan daha hayâlı idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğünde biz onu yüzünden anlardık.”(B6102 Buhârî, Edeb, 72; M6032 Müslim, Fedâil, 67)

      Peygamberlerin temel vasıflarından biri olan hayâ erdemi, onların gönderildikleri toplumlara ısrarla öğütledikleri bir sünnet olagelmiştir.Nitekim Hz. Peygamber’in zikrettiğimiz bu hadisi kişi için utanç sebebi olmayan davranışların yapılmasında sakınca bulunmadığını ifade eder ama aynı zamanda hayâsı olmadığı takdirde insanın kötüyü ayıracak bir ölçütü kalmayacağını, dolayısıyla dilediği gibi davranabileceğini bildiren bir uyarıdır.

      İslâm dini, insanın doğasında var olan hayâ duygusunu, Allah Teâlâ’nın belirlediği ilkeler doğrultusunda şekillendirerek şahsıyla bütünleşen bir karakter özelliği hâline getirmesini ister. Böylece doğruyla yanlışı ayırt ederek Rabbinin kötü ve çirkin görüp yasakladığı söz ve fiilleri yapmaktan hayâ eden kulun, haramları terk edip helâllere sarılması, dolayısıyla dinin gereklerini yerine getirmesi daha kolay olacaktır. İşte bu nedenle Allah Resûlü,“İman yetmiş küsur parçadır. Hayâ da imandan bir parçadır.”buyurmuş, (Müslim, Îmân, 57; B9 Buhârî, Îmân, 3) hayâ ile imanın birbirine bağlı olduğunu, biri olmazsa diğerinin de olamayacağını ifade etmiştir. (Hâkim, Müstedrek, I, 30 (1/23); İbn Ebî Şeybe, Musannef, Edeb, 3) Bir defasında fazla utangaç olduğu gerekçesiyle din kardeşini azarlayan birini görünce, “Onu (kendi hâline) bırak. Çünkü hayâ, imandandır.” demiştir. (Buhârî, Edeb, 77; Muvatta’, Hüsnü’l-huluk, 2)

      “Her dinin (kendine özgü) bir ahlakı vardır; İslâm ahlakı (nın özü) hayâdır.” (İbn Mâce, Zühd, 17; Muvatta’, Hüsnü’l-hulk, 2) buyuran Allah Resûlü, müminlere söz ve fiillerinde hayâ üzere davranmayı emrederek, kötü söz söylemek ve gereğinden fazla konuşmak gibi edebe aykırı hâllerin münafıklara has davranışlar olduğunu bildirmiş, (Tirmizî, Birr ve sıla, 80;) kendisi de davranışları ve tavrıyla inananlar için bir hayâ timsali olmuştur.

      Ashâbını hayâlı olmaya teşvik eden Resûlullah, Arsızlık nerede ve kimde olursa olsun çirkinleştirir; haya ise nerede ve kimde olursa olsun zarifleştirir.” (Tirmizî, Birr ve sıla, 47; İbn Mâce, Zühd, 17) buyurmuş ve hayâ sahibi kimselerden övgüyle bahsetmiştir. Meselâ ashâbının faziletlerinden bahsettiği bir konuşmasında Hz. Osman’ı “ashâbın en hayâlısı” olarak tanımlamış (Tirmizî, Menâkıb, 32; İbn Mâce, Sünnet, 11) ve Hz. Osman, Asr-ı Saadet’te, bu üstün hayâ duygusuyla şöhret bulmuştur. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 26)

      Dolayısıyla diğer ahlâkî prensipler gibi hayâya da gereken önem verilmeli, özellikle doğruyu ve yanlışı yetiştiği çevrede öğrenen tertemiz zihinlere, asli bir değer olarak tanıtılmalı ve böylece temel eğitimdeki yerini almalıdır. Müminler için hayânın, ahlâklı ve onurlu bir yaşamın anahtarı olmanın da ötesinde kişinin imanını yansıtan ve onu Rabbi katında değerli kılan bir vasıf olduğu unutulmamalıdır. Zira Allah Resûlü şöyle buyurmuştur: “Hayâ imandan neşet eder, (ehl-i) iman da cennete gider. Çirkin söz ve davranış ise kabalıktan ve kötü ahlaktan neşet eder. Kötü ahlak (sahibi olanlar) da cehenneme gider..” (Tirmizî, Birr ve sıla, 65; İbn Mâce, Zühd, 17)

      Bütün bunlardan anlaşıldığı kadarıyla hayânın iki yönü bulunmaktadır. Birincisi kişinin sosyal ilişkilerinde hayâ sahibi olmasıdır. Buna göre toplumun örfünde çirkin addedilen söz ve davranışlardan uzak durmak gerekir. İkincisi ise kişi Allah’a (c.c.) karşı hayâ sahibi olmalıdır. Emirlerini yerine getirerek yasaklarından kaçınarak kendi başınayken dahi Allah’ın kendisi gördüğünün farkına vararak hayâyı karakterinin ayrılmaz bir parçası haline getirmektir. İslam’ın asılda hedeflediği de işte budur.

      Bir sünnet: Nikah ve evlenmek sünnettir. Hz. Âişe’den nakledildiğine göre, Resûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur: “Nikah benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir. Evlenin. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim…” (İbn Mâce, Nikâh, 1)

      Yazarın Diğer Yazıları
      Yorumlar

      Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.