1968 yılında İstanbul’da doğan Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak, 1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. 1997 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinden yüksek lisans derecesini alan Prof. Dr. Kızıltoprak, 2001 yılında da Marmara Üniversitesinden doktora derecesini kazandı.
Kızıltoprak, “Mısır’da Osmanlı’nın Son Yüzyılı” , “Mısır’da İngiliz İşgali; Osmanlı’nın Diplomasi Savaşı: 1882-1887” , “II. Abdülhamid’in Dış Politikası ve Taşöz Operasyonu” , “15 Numaralı Mühimme-i Mısır Defteri: Mehmed Ali Paşa’dan Hüseyin Kamil’e Mısır Siyasi Tarihinin Önemli Belgeleri” , “Modern Devlet’e Giden Yolda Mülk Siyaseti Osmanlı Suriyesi’nde Hukuk, Yönetim ve Üretim” , “II. Abdülhamid Zamanında Bir Osmanlı Binbaşısının Gözünden Libya” başlıklı kitapların yazarıdır.
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde Rektör Yardımcılığı ve Yalova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Dekanlık görevlerini yürütmüştür. Türkiye Bilimler Akademisinde (TÜBA) görevler üstlenen Kızıltoprak, 2013-2018 yılları arasında Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığında (TİKA) üst düzey yöneticilik yapmıştır.
Maarifin Sesi: Okuma nedir? Nitelikli bir okuma nasıl yapılmalıdır? Bir “okur” tarifi yapar mısınız?
KIZILTOPRAK: Okuma, arzu edilen herhangi bir konuda bilgi edinme ve edinilecek bilgiyi kullanma sürecidir. Buradan yola çıkarak denilebilir ki okuma yapabilmek için kişinin öncelikle bilgiyi edinmek istemesi gerekir. Yani kısacası okuma için, bir neden-sonuç ilişkisi de denilebilir. Okumanın nedeni, bilgi edinmek ve edinilecek bilginin kullanılması isteği; sonuç ise okumadır.
Başka bir tanım daha yapılacak olursa okuma, bazı kaynaklarda Efendimizden aktarıldığı belirtilen hadiste yer aldığına göre; Yaratıcımızın yarattığı ilk varlık olan kalemin yazdığı her şeyin, zihnimizde yorumlanarak anlamlandırılmasıdır. Aynı doğrultuda, yüce Kitabımızda
Allah’ın ilk emri olan “Oku!” emri ile ilk emrin hemen akabinde yüce Yaratıcımızın kendisi için “O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir.” diye buyurması, kalemin yazdığı her şeyin yorumlandırılarak anlamlandırılması tanımını okuma için kanıtlar niteliktedir.
Okuma için bu zamana kadar yapılmış çeşitli tanımlamalar tabii ki olmuştur. Az önce, okuma için kendimizce yaptığımız tanımlamalarla literatüre katkı sunabildiysek bizim için ne mutlu.
Nitelikli bir okuma, her şeyden önce okuyucunun hazır bulunuşluk seviyesi ile alakalıdır. Hazır bulunuşluk seviyesi ne kadar yüksek olursa okuma da o kadar nitelikli olur. Aksi halde okuyucu, okuduğunu nitelendirmek yani yorumlayarak anlamlandırabilmek için okuduğu metni birden fazla kere okumak zorunda kalacaktır. Bu nedenlerle nitelikli bir okuma için okuyucu; okumaya başlamadan önce ne istediğini bilmeli ve hazır bulunuşluk seviyesini iyi ayarlamalıdır. Böylece nitelikli bir okuma, sağlıklı şekilde yerine getirilmiş olur.
Peki, hazır bulunuşluk seviyemiz doğru şekilde nasıl ayarlanmalıdır? “Hazır bulunuşluk” , her alanda var olan ve ilgili alana özgü gereksinimleri bünyesinde barındıran bir olgudur. Konumuz gereği okuma hazır bulunuşluğu, okuma eylemine başlamadan önce kişinin okuyacağı metin için önceden yaptığı fiziksel ve zihinsel hazırlıklardır. Örneğin; okuma eylemine geçmeden önce kişinin çözmesi gereken sorunları çözüp bir sonuca kavuşturması, okuyacağı metni daha iyi anlamasını sağlayacaktır. Böylelikle kişi, zihinsel olarak okumaya hazır bir hâl alacaktır.
“Okur” tarifi yapmadan önce “okur” kelimesiyle tam neyin kastedildiğini de belirtmek gerek. Çünkü eğitim okuru, roman okuru, hikâye okuru, şiir okuru, tiyatro okuru, siyaset okuru vs. şeklinde çeşitli okur kitlesi bulunmaktadır. Örneğin; roman okurunu ele alacak olursak okur, doğal olarak öncelikle önemsediği konulara yönelik yazılmış romanlara yönelecektir. Okudukça önemsediği konularda yazan yazar kadrosunu genişletmeye başlayacaktır. Burada bana göre önemli olan kişinin zamanla farklı konuları da önemsemesidir. Şu an roman konusu özelinde bu konuyu örneklendirmeye çalışıyoruz ama her okur kitlesinin okudukça önemsediği konuları genişletmesi yani tekdüze bir konuya okur olarak bağlı kalınmaması, okurun muhayyilesinin genişlemesini ve gelişmesini sağlayacaktır. Tüm bunlardan yola çıkarak okur, belli başlı konulara bağlı kalmadan çeşitli konularda okuyarak kendi zihin dünyasını geliştirebilen insandır.
Maarifin Sesi: Düşünce ile insan; iç terbiye ve davranış terbiyesi arasında nasıl bir ilişki kurarsınız?
KIZILTOPRAK: Düşünce insana özgü bir özelliktir. İnsanı diğer yaratılanlardan farklı kılan özelliklerden en önemlisi akledebilmesidir. Yani kısacası insan, düşündüğü ve düşündüklerini tatbik edebildiği ölçüde değerlidir. İnsan, bir şeyi gerçekleştirmeden önce bunu ilk olarak düşünde tasarlar. Tasarlanan bu düş, olgunlaştıkça düşünceye dönüşür. Düş, düşünceye dönüştükten sonra insanın tatbik ettiği düşünce; düşünceyi tatbik eden kişinin, diğer insanlar nazarındaki değerini belirler.
İç terbiyeden anladığım, insanın ahlakının bir ifadesi olduğudur. İnsan, herhangi bir olay karşısında kendi özünde yaşadıklarıyla iç terbiyesinin seviyesini belirler. Yani, hayattaki yanlışlar ve doğrular nezdinde kişinin yaptığı iç hesaplaşmadır iç terbiye. Belli bir olgunluğa erişmiş olan insan, doğruyu ve yanlışı ayırabilir. İnsan, kendi iç muhasebesinde karşılaştığı doğru-yanlış ikileminde her zaman doğruyu seçmelidir. Böylelikle iç terbiye yani öz saygı sınavı başarıyla tamamlanmış olur.
Davranış terbiyesi yani dış terbiye, kişinin karşısındakilerle kurduğu iletişimin şeklinin belirlenmesinde önemli rol oynar. Davranış; davranan kişinin etrafındaki insanları etkilediği için diğer insanların nezdinde, davranış sergileyen kişinin konumunu da belirler. İnsanın karşısındakilere sürekli sert ve kırıcı şekilde davranması; eylemi gerçekleştiren kişinin giderek yalnızlaşmasına, bu şekilde davranan kişi ile iletişim kurmak zorunda olanların zamanla o kişinin “sert ve kırıcı” dilden anladığını düşünerek onunla “sert ve kırıcı” dille iletişim kurmasına ve devamında da bir çatışma ortamının oluşmasına neden olacaktır. Tabii bu, davranış terbiyesi için örneklerden sadece bir tanesi. Sözün özü, insan kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa karşısındakilere de öyle davranmalıdır.
Maarifin Sesi: Kısaca çocuk, muallim, mürebbi tarifi yapabilir misiniz?
KIZILTOPRAK: Çocuk, doğumdan sonraki belli bir dönemden başlayarak yetişkinlik başlangıcına kadar geçen sürede yaşanan süreç içerisindeki insandır.
Muallim, çocukluk ve yetişkinlik dönemindeki insanlara eğitim ve öğretim veren Türkçe adıyla öğretmendir.
Mürebbi, daha çok toplum ve ahlak konularında eğitim veren kişi anlamında benim algıma göre. Ancak tabii öğretmen için sadece bilimsel konularda öğreten kişi demek de yanlış olur. İnsana, toplum ve ahlak konularında verilen eğitim önce ailede başlar. Bu konuda ailenin belli bir seviyeye kadar getirdiği çocuğa eğitim vermeye öğretmen de ortak olur. Ortak olur diyorum çünkü bu konuda ailenin verdiği ve vereceği eğitim, çocuğun okula başlamasıyla son bulmaz. Ailenin çocuğuna yapmış olduğu ve yapacak olduğu mürebbilik, hayat boyunca devam eder. Ayrıca öğretmen, öğretim kısmının yanı sıra eğitim yönüyle de bir mürebbidir.
Maarifin Sesi: Eğitim, öğretim, terbiye, talim kavramları sizin zihninizde nasıl bir Türkiye hayali uyandırıyor?
KIZILTOPRAK: Ailede başlayan eğitime öğretmenin de eğitim-öğretim ile ortak olması ve devamında aldığı eğitim-öğretimle belirli yeterlikleri edinmiş insanlarımızın öğrendiklerini hayatta talim etmesiyle devletimize her koşulda ve her zaman yararlı olan ve yararlı olacak insanlarımızın hep var olacaklarının düşüncesi, içimizi ısıtmakta ve övüncümüzü artırmaktadır. Bu vesileyle hayalim, az önce andığım şekilde insanlarımızın çocukluktan başlayarak kendine uygun bulduğu istikamette uzmanlaşmasıyla ya da uzmanlaşmasının sağlanmasıyla devletimizin çok da uzak olmayan bir gelecekte, çağdaş ve gelişmiş medeniyetler olarak kabul edilen toplumların önüne her kulvarda geçmesidir. Aslında bu aktardığım daha çok bir hayalden öte, inancımdır.
Maarifin Sesi: “Anlamak, anlamlandırmak, düşünmek” Ne kadar doğru yapabiliyoruz? Daha iyisi için neler yapabiliriz?
KIZILTOPRAK: İnsanın anlaması, anlamlandırması ve ilgili konu hakkında düşünebilmesi için öncelikle iyi bir dinleyici ve gözlemleyici olması gerekir. Bir şeyi anlayabilmek için öncelikle bunu yapıyor muyuz, kendimize sormalıyız.
Karşımızdakini anlayabildiğimiz ve kendimizi de doğru anlatabildiğimiz ölçüde sağlıklı bir iletişim gerçekleşebilir.
Maarifin Sesi: Bu röportaj için size çok teşekkür ediyoruz.
KIZILTOPRAK: Ben teşekkür ederim.