“Bilindiği üzere kültürümüzde Divan Edebiyatı, Osmanlı Edebiyatı, Saray Edebiyatı, Klâsik Edebiyat, İslâmî Türk Edebiyatı, Yüksek Zümre Edebiyatı, Enderun Edebiyatı, Havas Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı vs. isimlerle görüp tanıdığımız, zaman zaman eserleriyle yüz yüze geldiğimiz bir edebî süreç söz konusudur. Bir medeniyetin ürünü olduğuna inandığımız bu eserler bütünü, hiç kuşkusuz söz konusu o medeniyetin şair ve yazarları, sanatkârları tarafından uzun asırlar içinde ortaya konulmuş değerlerdir. Bu medeniyetin adı Türk-İslâm medeniyetidir. Özellikle 18. asır sonlarından itibaren yaşadığımız coğrafyada değişmeye başlayan siyâsî, sosyal, ilmî ve edebî anlayışlar ister istemez Batı dünyası ile yüz yüze gelmenin doğal sonuçları olarak görülebilir ve öylece değerlendirilebilir. Herhalde Batı âlemine ilginin veya Batı karşısında bu yeni durum-alışın birçok alanda yansımaları olacaktı. Bunlardan bizim için öncelikli olanı elbette kültür, sanat, edebiyat sahasındaki değişim ve dönüşümün neleri içine aldığı meselesidir.
Bir yanda yaklaşık 6-7 asırdan beri sürüp gelen bir Klâsik edebiyat geleneği; bir yanda Batı dünyasına entegre olma niyetiyle ortaya çıkmış siyâsî anlayışlar ve elbette buna bağlı olarak edebî-kültürel eğilimler var. Ama ne yazık ki bu geçiş döneminde yapılan bir dizi yanlışlık da var. Örneğin, yeni inanış ve düşüncelerin, anlayışların topluma kabul ettirilmesi için “eski” adına ne varsa her şeyin gözardı edilmesi, unutturulması, karalanması, ötelenmesi mi gerekirdi acaba? “Eski” dediğimiz bu sürecin kronolojik olarak daha da öncesindekiler bile bu milletin sanatkârları tarafından tarih sahnesine çıkarılmışken bir “dönem”i ısrarla bu milletin hayatından ve hafızalarından çıkarmaya çalışmak nasıl ve ne ile izah edilecektir ?
Bütün bu ve benzeri soruların cevaplarını bu çalışmamızda vermeye çalıştık. Klasik kültürümüzün kaynaklarını tanımadan onu anlamanın mümkün olmadığı ortadadır. Bu nedenle millet olarak bizi biz yapan değerlerimizin kültür, sanat ve edebiyatımıza nasıl yansıdığını, şairlerimizin ve sanatkârlarımızın elinde bu ruhun nasıl ete kemiğe büründüğünü ortaya koymaya gayret ettik.”