eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Hafif Yağmurlu
21°C
Ankara
21°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Hafif Yağmurlu
20°C
Pazar Az Bulutlu
20°C
Pazartesi Açık
23°C
Salı Parçalı Bulutlu
25°C

Dr. Hasan YILDIZ

1967 yılında doğdu. 1990 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalında, 2005 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bilim Dalında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi bölümünde “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesinde Eğitim ve Öğretim” isimli teziyle doktorasını tamamladı. Osmanlı eğitim tarihi alanında çalışmalar yapan yazarın, “Osmanlı Eğitim Modernleşmesinde Dârü’l-hilâfeti’l-Aliyye Medresesi” isimli eseri ile ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.

    Pazar Ahlâkını Tesis Etmek Bağlamında  Yaygın Eğitim Kürsülerine Düşen Görev! 

    Pazar düzelirse toplum da düzelir. Sokak, cadde, pazar ve mahalle sosyal hayatın aktığı mekânlardır. Pazarın kurulduğu mekânlar ise hemen hemen sosyal hayatın tüm etkinliklerinin sergilenmesine ve gözlenmesine imkân sağlayan alanların başında gelmektedir.  

    Pazar, o bölgede yaşayan toplumun sosyal ilişkilerinin düzeyini, bir nevi röntgenini verir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünün sosyal ayağı “pazarı yaşat ki toplum yaşasın” sözü olmalıdır. Pazar ahlakını yaşatmak ise ancak eğitimle olur.  Bu ise örgün eğitimle birlikte kesintisiz devam edecek olan yaygın eğitimle gerçekleştirilebilir ve geliştirilebilir.  

    Yaygın eğitim faaliyetlerinin ana merkezi konumundaki câmiler sosyal hayatın her alanında nasıl bir ahlaka sahip olunması gerektiğine dair konuların gündeme alındığı kürsüler olmalıdır. Câmi kürsülerinden verilecek vaaz ve nasihatlerin tamamının toplumsal hayata ve sokak ahlâk ve âdabına ayrılması hayati önemi haizdir. Pazarlar, sosyal hayatın ve sokak ahlakının en yoğun yaşandığı yerler olması hasebiyle câmilerde icra edilecek vaaz ve nasihatlerin en önemli ve öncelikli konusunu oluşturmalıdır. 

    İbadetlerin nasıl yapılacağı; namazın nasıl kılınacağı, haccın hangi sıraya göre ne şekilde yapılacağı, zekâtın hangi mallardan ve nasıl verileceği, kurbanın hangi niteliklere sahip hayvanlardan olması gerektiği ve nasıl kurban edileceği gibi ibadetler ve benzeri fıkıhla alakalı konular belki de kürsülerde anlatılacak konuların en sonunda kendisine yer bulmalıdır.  

    Bireysel ve sosyal ahlâk açısından donanımlı ve duyarlı düzeye erişen bireyler zaten Allah’a karşı görevlerinin neler olduğunu ve nasıl gerçekleştirebileceklerini öğrenmek için çaba sarf ederler ve pek çok kanaldan da bunları öğrenebilirler. 

    Osmanlı döneminde aynı zamanda camii kürsülerinin denetimden de sorumlu olan Medrese Müfettişi Serezli Mehmet Esat Efendi’ye göre câmi kürsüleri ilim, irfan ve marifet yayan yüce makamlardır. Bu kürsüler, toplumun kalbindeki ve nefsindeki hastalıkları tedavi etmeye ve toplumun her bir ferdinin hakkaniyetli/adaletli vicdana sahip olması amacına yönelik konuşmalara tahsis edilmelidir. 

     Esat Efendi’ye göre vâizler İslâm ümmetinin tedavi edici rehberleridir. Din, inanç ve amel noktasından tedaviye ihtiyacı olanların maharetli doktoru din görevlileri/vaizlerdir. Tedavihane/ameliyathane ise câmilerdir. Nasıl ki ruh sağlığı bozulanlar hastalıklarının tedavisi için uzman doktor arıyorlarsa, manevi hastalıklara, bireysel ve sosyal davranış bozukluklarına yakalanmış olanlar da, alanında yetkin manevi doktorlara şiddetle ihtiyaç duyarlar.  

    İstanbul’un herhangi bir semt pazarına şayet sabah erkenden giderseniz pazar esnafının tezgâhlarını hazırlarken iri ve gösterişli olanları ön tarafa, çürük-çarık ve bozulmuş ürünler ise arka tarafa büyük bir özenle ve titizlikle dizdikleri görülür. Müşteri, ürüne bakıp beğenmediğinde insanın yüzünü kızartacak laflar havada uçuşur. Bir kilo meyve istediğinizde, birkaç ikna edici cümleyle elinize iki kilo meyve poşeti tutuşturulduğu olur. 

    Beğendiğiniz bir üründen almak istediğinizde yığıntının arkasından size alelacele verilen ürün bambaşkadır. Bunu fark edip satıcıyı uyardığınızda dayak yemeden oradan uzaklaşabilirseniz şanslısınız. Örneğin brokoliyi 15-20 cm. uzunluğundaki sapıyla, karnabaharı kendisini sarıp sarmalayan yaprakları ve kocaman köküyle almak zorundasınız. Geçen hafta kulak misafiri olduğum bir pazarcı-müşteri diyaloğu şöyle cereyan etti: Yaşlıca bir teyze satıcıya “evladım, brokolinin sapını keser misin?” diye ricada bulununca satıcı “tarttıktan sonra keserim teyze!” deyiverdi o müstehzi ses tonuyla.  

    Artık kabağı yarı boyundaki sapıyla, semizotunu çamur doldurulmuş köküyle, diğer ürünleri de tezgâhın arkasında zulalanmış çürük ve çarığıyla almak zorundasınız. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak esnafın hepsi mi böyle; elbette ki değil. Esnaflık ahlâk ve adabını özümsemiş esnaflarımız da var tabii ki.  

    Darülfünun müderrislerinden Ömer Ferit Kam’ın(1864-1944),  1913 senesinde Sebilürreşâd Mecmuası adına çıkmış olduğu Avrupa Seyahatinde onu şaşkınlığa düşüren sahnelerden birisi de dükkânlarda karşılaştığı muâmeledir. Ömer Ferit Bey’in Avrupalıların ticaret/esnaflık ahlâkına dair şu tespiti sanırım bizde de fazlasıyla şaşkınlık oluşturacaktır. Bizzat kendi kaleminden Cenevre’deki mağazalarda karşılaştığı muamele şöyle tasvir edilmektedir: “Mağazaya girince insana gayet nazikçe davranıyorlar. Hatta insan birçok şeylere bakıp da hiçbir şey almadan kuru bir özür ile mağazadan çıksa sanki birçok şeyler almış gibi nazikçe iltifat ile müşteriyi uğurluyorlar.”  

    Ömer Ferti Bey, “Avrupa Mektupları” başlığıyla Sebilürreşad’da tefrika edilen yazılarından birisinde yer verdiği bu anekdota, bizim esnafımıza dair gözünde canlanan manzarayı da şu şekilde ilave etmektedir: “…esnafımızdan bazılarının müşteriye malının zekâtını veriyor ya da  tasadduk ediyor gibi başa kakıcı ve eziyet verici davranışları gözüme geldi.”  1913 yılına dair bu tespitin, aradan geçen bir asrı aşkın zaman içerisinde geçerliliğini yitirmiş olduğunu söylemek mümkün müdür acaba? 

    Öte yandan, Avrupa’da gezdiği şehirlerde kime danıştıysa, kimden bir şey sorduysa zerre kadar sert bir davranış görmediğini belirten Ömer Ferit Bey, Avrupalıların bu halini fazlasıyla takdir ettiğini belirtirken insanın gözünün önüne Eminönü, Aksaray, Beyazıt gibi yoğun mekânlarda az da olsa bazı büfe ve dükkânlarda asılmış olan “adres sormayın” yazıları geliveriyor. 

    Özünde sadaka kültürü bulunan toplumumuzun bu noktaya gelişi elbette üzücü, ancak iyi örneklerin az da olsa yaşamaya devam ettiğini görmek de sevindirici.  

    İşte bir örnek! Yaklaşık 4-5 yıl önce Süleymaniye’den Eminönü’ne inen yolda bir adresi bulmakta zorlanmıştım. Hani derler ya “kavimler göçü” misali caddelerden insan seli akıyor.  Bir dükkânın kapı eşiğinde 70’li yaşlarda bir hacı amca ile yaşça ondan daha küçük olduğu anlaşılan iki esnaf sohbet ediyorlardı. Selam verip, aradığım adresi sorunca yaşlı olan amca ani bir hareketle öne çıktı ve yaklaşık 20-30 adımlık bir mesafeyi yürüdükten sonra görüş alanına giren, aradığım mekânı işaret ederek gösterdi. Ben daha başlangıçta “Hacı amca, zahmet etmeyin, siz yönünü gösterin, ben bulurum” dediysem de, yüzüne yansıyan tarifsiz tebessümüyle  “yok evlat, ‘bir adres bir sadaka eder‘,  hiç kaçırır mıyım” deyiverdi.  

    İstanbul’da bazı işlek caddelerdeki dükkânlara asılan “adres sormayın” yazılarına rağmen “yine de iyilik yaşıyor” dedirten hacı amca gibi nice nadide ve numune insanlarımızın varlığıyla seviniyor ve teselli buluyoruz. 

    Dr. Hasan YILDIZ 

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.