eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Parçalı Bulutlu
29°C
Ankara
29°C
Parçalı Bulutlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
28°C
Perşembe Parçalı Bulutlu
29°C
Cuma Parçalı Bulutlu
30°C
Cumartesi Parçalı Bulutlu
28°C

Abdülbaki DEĞER

1978 yılında Bingöl’de dünyaya geldi. Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Kamu Yönetimi yüksek lisansı yaptı. 2013-2021 yılları arasında Milat Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptı. Yenişafak, Karar gazetelerinde eğitim başta olmak üzere değişik konularda görüş ve değerlendirmeleri yayımlanan Abdulbaki Değer, aynı zamanda 2016 yılından bu yana Özgür Eğitim-Sen’in (Özgür Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası) Genel Başkanlığını yapmaktadır.

    Patolojik bir ruh hâli

    Türkiye’de eğitim tartışmasının temel eksikliği meseleyi hak ettiği ölçeğe bir türlü yerleştirememesidir. Eğitimi hayata etki eden ancak hayattan kesinlikle etkilenmeyen steril, korunaklı bir alan olarak görüyoruz. PISA sonuçları üzerinden tüm ülkenin yürüttüğü tartışmaya baktığımızda tartışmanın yönünü ve içeriğini tayin eden şeyin bu zemin kayması olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. PISA sonuçları alan içinde bir türlü yakalayamadığımız optimal dengenin karşımıza çıkardığı olağan bir tablo olarak değerlendiriliyor. Ne Türkiye’nin sosyal, siyasal, ekonomik, akademik vaziyeti ne alanda kullandığımız form ve içeriğin hususiyetleri tartışmaya dahil ediliyor. Hele hele işin içine ideolojik-politik karşıtlıkların sürüklediği manipülatif refleksler de girince alanın gerçekliğine iyice karartma uyguladığımız bir ameliyeye dönüşüyor eğitim konuşmamız ve tartışmamız. Tarihsel-toplumsal gerçeklikten bağımsız fantastik bir alanda yürütülen bu spekülatif tartışmanın Türkiye’nin kronik sorunlarına çözüm üretebilmesi akla ziyandır.

    Tartışmanın sanki PISA sonuçları eğitim sistemimizin genel göstergeleriyle uyumlu değilmiş gibi yürütülmesi gerçekliği iyice yitirdiğimiz şeklinde görülmelidir. Çünkü makul bir tartışmanın, anlamlı bir çözüm beklentisinin en temel ve zaruri gerekliliği şartlar ne olursa olsun mevcut gerçekliği çarpıtmayan bir şekilde ele almaktır, onunla yüzleşebilme cesaretini gösterebilmektir. Gerçeği, gerçekliği dikkate almayan her tür konuşma sahte ve  tabiatı gereği yanıltıcı bir konuşmadır. Türkiye’nin PISA sonuçlarının iyi olmasını gerektiren herhangi bir gelişmeden bahsetmenin imkânının olmadığı yerde verilerin yetersizliğine şaşırmak olabilir mi? Türkiye’nin başarılı olmasını sağlayacak yapısal hiçbir değişikliğe gitmediğimiz yerde sonuçların başarısızlığı üzerine vaveyla koparmak patolojik bir ruh hâlinin yansıması olarak değerlendirilebilir ancak.

    Türkiye’nin acil bir şekilde ciddiyete ve dolayısıyla gerçeklikle yüzleşmeye ihtiyacı var. Mevcut şartlar içerisinde varsaydığı gibi bir başarı beklentisini karşılamak mümkün değil. İşin daha çetrefilli kısmı ise beklenilen şekilde bir başarı sağladığında bile bu başarının problem olarak gördüğümüz alanlarda derdimize deva olamayacağı acı gerçeğiyle karşılaşmamızın kaçınılmazlığı olacaktır. Çünkü biz neyi yitirdiğimizi, neyi aradığımızı ve aradığımız şeyin hangi enstrümanlarla karşılanacağını bilmiyoruz. Bilmediğimiz gibi bu yönde anlamlı bir arayışımız, anlamlı bir okumamız da mevzubahis değil. Fen, Matematik ve Okuma alanında göstereceğimiz PISA başarısıyla hangi kayıplarımızı telafi edeceğimizi, bu başarılardan hareketle hangi tarihsel sorun alanlarımıza çözüm üreteceğimizi bilmiyoruz. Daha da önemlisi biz bu alanlarda başarısız sonuçlar aldığımız için mi kronik sorun alanlarımız var? Yoksa kronik sorun alanlarımızı anlamlı bir çözüme kavuşturamadığımız için mi sonuçlarımız bu kadar kötü? Buradaki denklemin ne olduğunu, nasıl kurulduğunu, nasıl kurulması gerektiğini bilmediğimiz için yarım yamalak bir eğitim okuması üzerinden yürürlükteki işleyişe eklemlenme telaşı içinde savrulup duruyoruz. Yaptığımız ilerin temel motivasyonu yapılması gereken elzem işler üzerinde titizlenmemizden ziyade bahsettiğim gibi yürürlükteki ana akım işleyişe eklemlenme çabasıdır. Bu eklemlenme sürecinde geri kalmamak, herkesin yaptığının aynısı yapmak, herkesin terennüm ettiği şeylerin aynısını tekrar etmektir. Özgür, özerk, özgün olmadan yürürlükteki genel işleyişe kaptırarak kendine has rüyalar gerçekleştireceği vehmi ne tür karmaşık, çelişkili bir pratiğin cenderesinde can çekiştiğimizi açık ediyor.

    Türkiye sorunları bütüncül görmek eğitim ile siyaset, ekonomi ile hukuk, akademi ile sivil toplum, mimari ile uluslararası ilişkiler arasındaki derin bağlantıyı kavrayamadığı müddetçe çaresiz stratejilerle oyalanmaya devam edecektir. Bugün PISA sonuçlarına ilişkin yürütülecek anlamlı bir tartışmanın temel sorusu “niçin başarısız” sorusu olamaz. Bu soru yanlış ve yanıltıcı bir sorudur. Yönlendirici ve temel varsayımları itibariyle başarısızlığı devamlı kılan bir sorudur. O halde gerçekçi soru veya sorular hangileridir? Bu çok zorlu bir alan. Başlangıç için şunu paylaşalım: Türkiye niçin başarılı olsun? Ve şüphesiz başarılı olmak nedir? Neyin başarısıdır bu, nerede başarılı olmaktır? Gerçekliğimizi, yönlendirildiğimiz yeri ve şüphesiz gösterilmeyen-düşündürtülmeyen yerleri denklem dışı tutan her tartışma operasyonel bir tartışmadır. Mevcut PISA tartışmamız da bunun en müşahhas örneğidir.    

    Abdulbaki Değer  

    Yazarın Diğer Yazıları
    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.