Panoptikon kavramı 19.yüzyıl Avrupa’sına ait. Jeremy Bentham tarafından işlevsel bir hapishane kurulması amacıyla öne sürülen bir kavram. “Her şeyi-bütünü- gözetlemek” anlamında olan Panoptikon insanın / toplumun her an kameralarla yahut başka denetleyen araçlarla gözetlenmesi anlamına geliyor. Ancak 1971 yılında Amerika’da gerçekleşen bir televizyon programıyla (belgesel), panoptik çağın bittiğini belirtir Jean Baudrillard. Çünkü Panoptik çağda, gözetlenen ve gözetleyen diye bir sınır varken, artık böyle bir sınır kalmamıştır. Gözetleyen gözleniyor; gözlenen de gözetliyor çünkü. İçinde bulunduğumuz çağa ise insanların bu gözetlenen-gözetleyen olma durumuna “isteyerek” katılması nedeniyle post-panoptikon çağ deniyor.
Güvenlik ve sağlık, son yüzyılın toplumlarını (insanlarını) yönetmek için kullanılan en önemli iki delil durumunda. Bu iki gerekçeyle birlikte post-panoptik çağın içinde olmaya artık kimsenin itirazı yok. İtiraz bir yana artık bu, talep ediliyor, talep yerine getirilmediğinde de mesele haline geliyor.
Okullar, post panoptikon çağın en müşahhas yerleridir. Okulların koridorları, bahçeleri, duvarları, hasılı hemen her yeri kameraların gözetimi altında artık. Bazı okullarda sınıflar bile kameralı. Bunu savunan eğitimciler de var. Anneler-babalar zaten bunun ateşli savunucusu durumda. Televizyon ekranlarında, haberlerde seyrettirilen dayak yiyen öğrenci-öğretmen yahut bakıcının zalimliğini yakalayıp servis eden ebeveyn örnekleri de post-panoptikon toplumun pekiştirenleri durumda. Veliler için kameralar, George Orwel’in 1984 romanındaki “büyük birader seni izliyor” repliği gibi artık bir “kurtarıcı”.
Güvenlik ve sağlık fetişizminden başka bir şey olmayan bu durum, günümüzde kültürü temel almayan yaklaşımlarla eğitim mekânlarının doğal bir parçası durumunda maalesef. Artık müdürler odalarından, okulun her yerindeki kameralarla öğretmeni, öğrenciyi, memurları yani herkesi gözetlemektedir. MEB, kameralar için bütçe tahsis etmektedir. Bunun, bir çeşit denetim olduğu bile savunulmaktadır. Salgınla gelen kameralara alışkanlık da, öğretmen, öğrenci ve velinin gözetlenmeye olumsuz bakmasını imkânsız hale getirdi.
Oysa bizim kültürümüzde, kültürümüzün esas omurgası olan İslam’da insanı/insanları gözetlemek yasaktır. Gayesi ne olursa olsun bir topluluğu, bir toplumu, bir grubu gözetleyemezsiniz. Hele de bir eğitim kurumunu kameralarla gözetlemenin hiçbir eğitim delili yoktur. Hırsızlığı önlediği, öğrenciler arasında kavgada caydırıcı olduğu hatta yapılan kavgalara delil toplamaya yaradığı gibi yararları olduğunu öne sürmek akıl işi değildir. Bir eğitim kurumunda bunlar ahlakla, edeple çözülür. Kaldı ki bu tür olumsuz durumlar, okulun güvenlik personeliyle de çözülebilir.
Gözetlenen, gözetleyen bir toplum olmaya alıştırıldık. Alışmak, her zaman iyi değildir. İnsanın iyi şeylere alışması lazımdır. Bu durum muvacehesinde MEB’in bu “panoptik eğitimi” masaya yatırması ve okullardaki kameraları behemehâl kaldırması gerekir. Aksi takdirde, sosyal medyada neredeyse bir alışkanlık haline gelmiş olan teşhirciliğin boyutları kontrole edilemez ve teşhircilikte okullar, bir çeşit sahne haline gelebilir. Çünkü gözetlenmek bir duygu meselesidir, hayat tarzı hale gelmeye bu nedenle meyyaldir.
Sayın hocam, görüşlerinize katılmakla birlikte kameraların kaldırılması teklifinize sıcak bakmıyorum. Bu kameraların islamdaki özel hayatın ihlali olarak düşünülmesi yanlıştır. Şüphesiz sorunların önlenmesinde dini ve ahlaki eğitimin yeri tartışılamaz. Ama geldiğimiz nokta itibariyle bu kameraların da faydasının zararından fazla olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.