-Sizin hiç büyük bir sevinciniz birden bire hüzne dönüştü mü?
Eminim bu soruya herkesin vereceği bir cevap vardır. Zira hayatın tekdüze olmadığını; gece ile gündüz, acı ile tatlı, sevinçle hüzün gibi binlerce zıt kavramın iç içe olduğunu biliyoruz. Bunların ortaya çıkardığı sorunların çoğu, insan ruhunda derin izler bırakmadan kolayca çözülüp gidiyor. Hatta insan böylesi duyguları yaşamakla daha bir tecrübe sahibi olabiliyor.
Ne yazık ki bazı sorunları çözmek ise o kadar kolay olmuyor.
Yazımızın tam da burasında girişte sorduğum soruyu -daha da özelleştirerek- yeniden sorayım:
-Siz hiç doğacak bebeğinizin engelli olduğunu öğrendiniz mi?
Eminim bu soruya çoğunuz “hayır” cevabını vereceksiniz ama “evet” diyenleriniz de olacak.
İstiyorum ki bu yazımızda engelli evlatlarımızdan, kardeşlerimizden, yakınlarımızdan bahsedelim; onları gücümüz yettiğince anlamaya çalışalım, okul çağında olanların eğitimi üzerine kafa yoralım.
Önceleri “özürlü” denilen bu kardeşlerimize, şimdilerde “engelli” deniyor. Bu kelime bile bana biraz “engelli” geliyor. Bunun yerine, daha munis bir kelime kullansak diyorum. Seçeceğimiz kelimeyle hem onları incitmesek hem de her birine “özel ve biricik” olduklarını hissettirsek. Doç. Dr. Osman Sezgin’in dediği gibi her birey zaten “biricik” tir. Hiçbir insan bir diğerine benzemez. Yüce Allah sınırsız kudreti sayesinde herkesi farklı özelliklerde yaratmıştır. Kendilerinde bedensel ya da zihinsel farklılık olanlar da öyledir. Öyledir de maalesef biz insanlar böylesi durumları kabullenmekte zorluk çekmekteyiz.
Yıllar önce dostumuz olan bir ailenin; gözleri oluşmadan doğan bebeklerini görünce yaşadığı şaşkınlığa, çaresizliğe ve gözyaşlarına şahit olmuştum. Biliyorum benim üzüntümün, onların hüznü yanında hiçbir kıymeti yoktu. Şimdi otuzlu yaşına yaklaşan o sevgili Mehmet’in bir üniversitenin konservatuar bölümünü bitiren başarılı bir kanun sanatçısı olduğunu bilmek, içime garip bir huzur veriyor. Nasıl oldu bu başarı derseniz anlatmak uzun sürer. Şu kadarını söyleyeyim: Bütün aile önceleri yaşadıkları şaşkınlığı hatta isyanı bir kenara bırakıp önlerinde duran gerçeği kabullendiler. İlk adım böyle başladı. Ardından, yurt dışı dâhil, tıbbın bütün imkânları araştırıldı. Yoktu. Yüce Allah’ın yaratmadığı gözün yerine göz yapmanın imkânı yoktu. Öyleyse hayat böyle devam edecekti ve onlar da öyle yaptılar. Çocuğu dışlamadan, toplumun içinde tutarak onun iyi bir eğitim almasını sağladılar. Baba, küçük yaşlardan itibaren musiki cemiyetine yazdırdığı oğluyla beraber kendisi de devam etti bu cemiyete. Hiçbir alt yapısı olmadığı hâlde o da iyi bir kanun sanatçısı olmayı başardı ama oğlu sadece kanun değil bütün enstrümanları çalarak babasını geçti.
Toplum hayatı nice engelli ve özel çocuklarımızın başarı hikâyeleriyle dolu. Görme engelli hafızları, kolları ya da bacakları olmadan yüzmede şampiyonluklar yaşamış evlatlarımız var. Nasıl oluyor bu derseniz, bir kere daha verelim cevabını: Bu çocuklar bir odada yalnızlığa mahkûm edilmiyor ya da hiçbiri zincirle bağlanmıyor ve her biri yetenekleri ölçüsünde eğitiliyor. Mesele bunların nasıl eğitileceğinde düğümleniyor. Yine Doç. Dr. Osman Sezgin’den alıntı yapalım: “Eğitilemeyen insan yoktur, ancak nasıl eğitileceği bilinmeyen insan vardır.”
Sadece bedensel değil, zihinsel yönden de özel olan çocuklarımızın eğitimi büyük önem arz ediyor. Devletimizin, sadece bu çocuklara hizmet veren okullar açtığını görüyoruz. Fakat bu okulların yeterli olmadığını yakından biliyorum zira o kadar çok “özel” yavrumuz var ki. Özel eğitim okullarının yeterli sayıya ulaştığını düşünsek bile meselenin tam manasıyla halledilmiş olmayacağını düşünüyorum. Neden derseniz cevabımı bir soruyla vermek isterim: Sadece özel eğitime muhtaç çocukların bir arada olduğu bir eğitim sistemi ne derece faydalıdır?
Tıbbî anlamda toplumun içinde bulunamayacak derecede özel olanlar için elbette çok farklı tedbirler alınmalı ancak topluma karışmasında hiçbir mahzur olmayan özel öğrencilerin normal öğrencilerle aynı sınıfı paylaşması daha güzel olmaz mı?
Bu ve buna benzer soruları kendi kendime sorarken bir de baktım ki bu konuda zaten birtakım pilot okullarda çalışma başlamış bile.
30 Mayıs 2022 tarihinde böyle bir çalışmayı yakından takip etme imkânı buldum. Bir yazar olarak yukarıda ismini zikrettiğim Doç. Dr. Osman Sezgin Bey’in kurucusu ve koordinatörü olduğu Özel Kalem Eğitim Kurumlarının “Kalemin Renkleri” adlı sene sonu faaliyetini izlemek bana yepyeni ufuklar açtı. Programı baştan sona büyük bir dikkatle takip ettim. Gözyaşlarıma engel olamadığım anlar oldu. Bu yaşlar, asla acıma kaynaklı değildi aksine o güzelim yavrularımızı bağırlarına basan idareci, öğretmen veli ve en önemlisi diğer öğrencilerin bizlere yaşattığı insanlık dersinin yüceliğinden kaynaklanıyordu.
Düşünün bir kere, her sınıfta normal öğrencilerin arasında özel eğitime ihtiyaç duyan bir öğrenci bulunuyor. Sınıfta ders öğretmenlerinin dışında sadece o öğrenciden sorumlu bir öğretmen daha var. Anaokulundan itibaren ortaokulu bitirene kadar bir evladımıza öğretmenlik yapan bayan kardeşimizin, artık mezun olan öğrencisiyle vedalaşma sahnesini bütün dünyanın görmesini isterdim. Belki o sahneyi değil ama okulun yirmi yıldır yürüttüğü bu projeyi dünyanın pek çok ülkesinin gördüğünü öğrenmekten ne kadar mutlu olduğumu ifade edemem.
Okul evvela İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünün dikkatini çekiyor çok geçmeden başarı hikâyesi Ankara’da yankılanıyor. Okulun, Millî Eğitim Bakanlığı ve Avrupa Birliği tarafından yürütülen ÖZEGEP (Özel Eğitimi Güçlendirme Projesi) kapsamındaki pilot okullar arasında öne çıkması uzun sürmüyor. O kadar ki projenin mimarlarından Dr. Phil Bayliss, Öykü Özer ve Ertan Göv, önceden haber vermeden birer misafir gibi gelip okulu geziyorlar. Özel öğrencilerin, arkadaşları tarafından nasıl kabullenildiğine şahit oluyorlar. Sonuç ne mi oluyor? Bu model, bütün Avrupa ülkelerine tavsiye ediliyor!
Son sözü yine Doç. Dr. Osman Sezgin Bey’e bırakalım:
“Bu modelle özel eğitime ihtiyacı olan öğrencilerin, normal arkadaşlarının yanında onlarla özdeşleşmeleri, onları örnek almaları temin edilmektedir. Normal çocukların da özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklarla birlikte yaşamaları, onlarla nasıl iletişim kuracaklarını öğrenmeleri, kendilerinde olan nimetin farkına varıp bunun için şükretmeleri, irade ve duygu gelişimi açısından önem arz etmektedir.”
Bize de Allah’ın yarattığı bu özel kullara hizmet etmek şerefine erişen herkese teşekkür etmek düşüyor. İnşallah Rabbim onları cennetiyle mükâfatlandırır.
Yusuf DURSUN
17 Haziran 2022