Her ne kadar son 20-25 yılda moda bir tabir olarak “ötekiler”, “ötekileştirme” ve “ötekileştirilme” terimlerini çok sık duyuyor olsak da her birimiz çok iyi biliyor, görüyor, yaşıyor ve hissediyoruz ki bu memlekette onlarca yıldır süregelen bir ayrım, ayrıştırma politikası mevcuttur ve bu durum da en fazla birlik ve beraberliğimize kast edenler tarafından körüklenmektedir. Bu politikalar yüzünden Sünnîsi ile Alevîsi, Kürt’ü ile Türk’ü, sağcısı ile solcusu, laikçisi ile dindarı, zengini ile fakiri sürekli olarak karşı karşıya getirilmiş, yüzyıllardır birlikte yaşamanın en güzel örneğini vermiş olan insanlar adeta birbirine düşman edilmiş ve sonuç olarak da her kesimin onulmaz sıkıntılar çektiği, nice genç fidanları toprağa düşüren, nice ocakları yıkan, nice yavruları yetim bırakan acılar yaşanmıştır.
Oysa ki bu güzel vatan, her birimizin refah ve mutluluğuna yetecek, her birimizi birinci sınıf vatandaş olarak yaşatabilecek kaynaklara ve çok daha fazlasına sahiptir. Dün bu vatanı bize emanet edenler, aralarında hiçbir ayrım yapmadan omuz omuza çarpışıyor ve birbirlerinin kucaklarında şehit oluyorlardı. Her halde hepsinin kemikleri sızlıyordur. Neyi paylaşamıyoruz, niye paylaşamıyoruz? Bizi insan yapan, bizi millet yapan, bizi aynı Allah’ın (cc) kulu yapan değerlerimizden neden bu kadar uzaklaştık, uzaklaştırıldık?
Birilerini suçlamak, “efendim, bu dış güçlerin oyunudur, yok efendim bu yerli işbirlikçilerinin provokasyonlarıdır” demekle işin içinden çıkılamayacağı gibi, bu tip yaklaşımlar yenilgiyi ve ayrışmayı baştan kabul etmek ve “karanlığa küfretmekten” başka bir işe yaramayacaktır. Asla unutulmaması gereken bir gerçek varsa o da şudur ki; o sözünü ettiğimiz “dış güçler” ve “yerli işbirlikçileri” bugün olduğu gibi dün de vardı ve dün de birlik ve beraberliğimize kast ediyorlardı. Eğer bu acıları bugünlerde daha fazla yaşıyorsak bunun nedeni bizim “karanlığı ortadan kaldırma adına bir mum yakma” yaklaşımında, cesaret, irade ve kararlılığında olamayışımızdandır. Millet olma, bir olma, beraber olma hissiyatımızdan, güçlü olma, müessir olma, asra damgasını vuran lider ülke olma ideallerimizden uzaklaştığımızdandır. Sokakta dolaşan 15-25 yaş arası gençlerden 100 tanesini çevirip soralım isterseniz, sizce kaç tanesinin yüreğinde vatanı ile, milleti ile, insanlık
ile ilgili sızılar var? Ufukları nereye kadar? Hayallerini neler süslüyor? İdealleri nelerle sınırlı? Kendilerine rol model olarak kimleri seçmişler ve kimlere benzemeye çalışıyorlar? Herhalde alacağımız cevaplar asıl derdimizin ne olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyacaktır.
Beşer aklının ortaya koyduğu her sistem, mevcudiyetini güç ayrılıkları ve bunların yönetilmesi üzerine kurduğundan olsa gerek hiç biri sadra şifa verememekte, sürekli bir çatışma ve kaos ortamı, ayrılıkların körüklenmesi; sistemin sürekliliğini besleyen ana damarları oluşturmaktadır. Bu sistemlerde daima ezenler ve ezilenler vardır ve sadece hangi kesimin ne kadar bir süre için hangi rolü üstleneceğine karar verilmektedir. Fıtrî olmayan, yaradılış gayesine uygun olmayan bu sistemlere karşılık, her bir yaratılanı aziz gören, her birine eşit haklar sağlayan, güç karşısında hakkın ve haklının yanında yer alan bir sistem ancak her bir bireyin kendini önemli ve değerli hissedebildiği bir sistem olacaktır. Esasen bu sistem va’z edilmiş ve tebliğ edilmiştir. Elbette bunun kıymetini bilebilene, anlayabilene, pırlantaları elinin tersiyle itip de çamurlara koşmayı tercih etmeyene…
Fakültede ders aralarında bazen şunu söylerim genç kardeşlerime, “sizi, yanınızda oturan, ilim öğrenmek, doktor olmak ve hizmet etmek için buralara gelmiş kardeşlerinize düşman etmeye çalışan hangi ideoloji ve fikir varsa hepsini elinizin tersiyle itin, bunu yapanlara da asla prim vermeyin. Sizden daha akıllı, daha vatansever, daha samimi olmayan kimsenin iradesinin sizin iradelerinize tahakküm etmesine izin vermeyin, kimseyi ötekileştirmeyin. Hatta “ötekileştirilmişlik” jargonunu kullanarak kimseyi de “berikileştirmeyin”. Her biriniz çok temiz, çok kıymetli gençlersiniz ve bu vatanın ve milletimizin her birinize ihtiyacı var. Bu ülke nefretten, kavgadan ve sevgisizlikten çok çekti ve hala da çekmeye devam ediyor. Ne olur birbirinizi sevin, doyasıya sevin, inanın ki buna bugünlerde çok daha fazla ihtiyacımız var ve yarınların büyük ve güçlü Türkiye’si birbirini seven ve anlamaya çalışan insanların omuzlarında yükselecek”.
Dolayısıyla tüm kardeşlerimi taraf olmaya davet ediyorum, ama birilerinden yana değil, belli akımların değil, rahmetli Cemil Meriç’in de tabiri ile “idraklerimize giydirilen deli gömlekleri olan –izm’lerin” değil, şartlar ne olursa olsun, güç kimin elinde
bulunursa bulunsun, hakkın, adaletin, merhametin, doğruluğun, dürüstlüğün, barışın, kardeşliğin ve dostluğun tarafı olmaya davet ediyorum.
İnsan olmanın faziletlerini hissetmek, hür ve bağımsız bir ülkede huzur ve refah içerisinde yaşamak istiyorsak, öncelikle yaratılana yaratandan ötürü sevgi beslemek, değer vermek, muhatap olduğumuz her bir bireye de “ötekileştirmeden ya da berikileştirmeden” hak ve adalet üzere davranmak zorundayız. Unutmayalım ki bu vatan bize çok ağır bedeller ödenerek emanet edildi ve ne gidecek, ne sevecek, ne de uğrunda can verilecek BAŞKA TÜRKİYE YOK…
Son sözü merhum Akif’e bırakmak en iyisi sanırım:
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez…”.