Başlıktaki ortaçağ kavramına bakıp yüzlerce yıl öncesinden modern çağın gerisindeki zamanlardan bir ülkedeki eğitimden bahsedeceğimi düşündüyseniz henüz Avrupa-merkezci, modernist ve ilerlemeci bir tarih anlayışının etkisinde olduğunuzu kabul etmeniz gerekecektir.
İnsanlığın yeryüzündeki serüveni boyunca atalarımız zaman ve tarih hakkında ortak ve geleneksel bir fikre sahip olmuştur. Modern çağda Batı Avrupa’da icad olunan lineer zaman anlayışının ve toplumsal evrimci düşüncenin savunduğunun aksine atalarımız devrî bir zamana inanmıştır. Batıda, Doğuda her yerde atalarımız varoluşun, döngüsel süreçler boyunca mükemmelden başlamak üzere giderek kaynağından ve mükemmellikten uzaklaştıkça bozulmasına yol açacak şekilde evrildiğini düşünmüştür. Bu evrilme daha çok bir potansiyeli gerçekleştirme anlamında tezahür etmiştir. Ancak yaratıcı kaynaktan uzaklaşma aynı zamanda bozulma anlamına gelecektir. Varlığın yaşlanmasıdır bu bir anlamda. Semavî dinlerin ve hemen diğer bütün geleneksel bilgeliklerin açıkladığı üzere zamanın sonunda bulunmaktayız. Bu sonun olabildiğince uzamış olması elbette yanıltıcıdır. Modern düşünce ve modern dünya, birçok şeyin yanında esasen bu temel hakikatin inkarına yönelmiştir. Buna göre ne varoluşun ne de insanlığın bir gayesi, belirlenmiş bir hedefi ve bunlarla ilişkili bir sonu vardır.
Biyolojik bağlamda varlıkların çeşitliliğini görece tutarlı bir tarzda açıklamaya çalışan evrim teorisinin toplumların hayatının seyrine, tarihine ve varoluşun anlamına doğru genişletilmesi bahsettiğimiz “son”la ilgili kavrayışı da tahrif etmiştir. Bilimci bir temelde bakıldığında herhangi bir gayesinin belirlenemediği evrim, bütünüyle amaçsız ve anlamsız bir süreç boyunca belirsiz bir geleceğe doğru akmaktadır. Modern dünyayı geleneksel dünyadan ayıran hayatî farklılaşma da esasen buradan kaynaklanmaktadır.
Hemen her alan gibi eğitim de bu amaçsız ve anlamsız dünyadaki belirsiz gelecek bağlamında anlaşılmış, inşa edilmiştir. Bu uçsuz bucaksız anlamsızlık ve “son”suzluk diyarında eğitimden beklenen şey bütünüyle sınırlı ve maddi bir varoluşun olabildiğince zenginleştirilmesi ve uzatılmasıdır. Ekonomik kalkınmacılığın, bireyci özgürlüklerin, dünyevî çıkarcılığın, yararcılığın, girişimciliğin, yıkıcı rekabetin, teknolojik çılgınlığın eğitimdeki egemenliği bu beklentinin doğal ürünleridir.
İnsanlığın eğer bir ortaçağından bahsedilecekse o “şimdiki çağ”dır. Orta oluşu ilkel ile ileri arasında yer alışından değil “evvel” ile “ahir” arasında oluşundandır. Gayeden, anlamdan sapmış, onları yok etmiş, yaklaşmakta olan “ahir” ile tüm bağlarını koparmış bir çağ.
Ekonomik kalkınma, teknolojik ilerleme, maddi refah, uluslarası toplumda egemenlik, bireyci girşimcilik, üretimde verimlilik, rekabet… ve benzeri bütün hedefler içinde bulunduğumuz asıl ortaçağın eğitime yüklediği anlamlardır sadece. Eğitim bahsinde bunların dışında bir şey yapamadığımız açık seçiktir. Evet bir şeyler söylüyoruz, eskileri, evveli, gelenekten olanı, esas olanı çağrıştıran, ancak sadece boş sözden ibaret söylediklerimiz. İlerleme fikriyle, ekonomik kalkınmacılıkla, neoliberal sistemle yüzleşemediğimiz için sözlerimiz boşanıyor. Eğitimimiz tuhaf bir eklemeli garabete dönüşüyor. Bir yanda herşey mükemmel gidiyor bir yandan içimiz rahat değil “evvel”den kopuşumuzdan, şimdiye hapsolmuşluğumuzdan ve “ahir”i hatırlamak bile istemiyoruz. Ne çare ki bu “şimdi” ariferin bahsettiği “an” değil, o “dem” hiç bu “dem” değildir.
Ahir zamanlarda olduğunun bilincinde olan bir “bilinç”e ihtiyacımız var. Bu bilinç bir sükunet verecektir, eğitim de dahil herşeyi yavaşlatacak, sadeleştirecek ve berraklaştıracaktır. Dünyanın savruluşunda ihtiyaç duyulan materyale değil “son”a yaklaşmış olmanın ağırbaşlılığına kavuşturacaktır bizi. Anlamlı olanı öğretmeye yöneltecektir. Bu asla belirsiz bir sona varmış olmanın zorunlu ve bezgin teslimiyeti olmayacaktır. Modern çağa kadar hiçbir medeniyette atalarımız böyle düşünmemişler bahse konu “son”u yeni bir başlangıcın zorunlu hesaplaşma durağı olarak anlamışlardır.
Hind geleneğinde Kali Yuga, demir çağ olarak da adlandırılan bu ahir zamanlarda durup düşünmemiz gereken bir noktadayız, insan türü olarak yeryüzündeki serüvenimizin geldiği mertebenin muhasebesini yaparak. Başarısızlığımız ortadadır. İnsan nüfusunun çoğunluğu açlıkla savaşmakta, birkaç güçlü devlet dünyayı işgal etmiş, acımasızca sömürmektedir. Savaşlar, terör, iklim ve gıda tuzakları binlerce insanı yerinden yurdundan ederken başka birçok ülkeyi de sığınmacı akınlarıyla, medyanın ve hırslı politikacıların köpürttüğü ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ile baş başa bırakmaktadır. Gelir dağılımındaki uçurumlar, tüketim kültürü ve magazinleşen hayat insan doğamızı tahrif edip durmaktadır. Güya gelişen teknoloji marifetiyle bir “makine ırkçılığı” yaratmaya doğru insansız dünyayı kurmaya başladı bile birileri. İnsan türünün durup düşünüp hatalarıyla yüzleşmesi gereken bir dönemdeyiz. Eğitim bu yüzleşme için gerekli bilinci vermekten öyle uzak ki. Sürdürülebilir kalkınma adı altında eğitime sokulmaya çalışılan bir nebze anlamlı ruh ise aldatmaca olmaktan öteye gidememektedir. Çünkü sorun zaten bu kalkınma ve ilerleme fikrindedir, onun sürdürülebilir olup olmadığında değil.
Bu içinde bulunduğumuz korkunç ortaçağda eğitimin sorunu, pek geri kalması ya da başarısız olması değil aksine çok ilerlemiş ve aşırı başarılı olmuş olmasıdır. Çağımızın arfilerinden René Guénon ve Martin Lings gibi bilgeleri takiple artık sorgulamalıyız kendimizi; İlkel çağlar, ilkçağ ve ortaçağı takip eden yeni ve ileri çağ aldatmacasını bir kenara bırakıp, ahir zamanlarda, insanlığın yeryüzü serüveninin bu son deminde yaşıyor olmanın getirmiş olduğu hastalıkları ve avantajı değerlendirerek evvel ile barışmalı ahiri yeniden hatırlamalıyız. Hastalıklardan biraz bahsettik, avantaj ise insanlığın yeryüzündeki serüveninin bütün birikimine sahip olacak kadar yaşlı oluşumuzdur. Yaşlılık, devrenin iyice sonuna gelindiğinde bir bilinç kaybı ve bunama düzeyine tam anlamıyla ulaşmadan evvel bu birikimi canlandırmalıyız. Bunu başarılı olmak için değil yapmamız gerektiği için yapmalıyız aynı zamanda. Bu sorumluluk insanlığın yeryüzündeki serüveninin en başında içine işlenmiş olan ödevidir çünkü ve bu birikim “töreli bir eğitim” inşa edebilmek için de fazlasıyla yeterlidir.