Mustafa Özcan
‘Alim’ ifadesi veya tanımı ilminin sınırı bilinmeyen ilim erbabına, sahibine işaret eder, anlatır. Zira ilmin sınırları açıktır. Sadece alim adamını olgunluk sıfatıyla tanıyabilir ve tartabilirsiniz. Öğrendikçe derinleşir derinleştikçe tevazuya gark olur. İnsanın ilmi ilerledikçe olgunluğa, olgunluğu da tevazuya bürünür, dönüşür. Alim bir Kur’an ifadesidir. Bununla birlikte Kur’an her ilim sahibinin üzerinde bir bilenin olduğunu da ortaya koyar. Bu zincir Allah’a ulaşıncaya kadar sonsuza kadar devam eder. İlim mertebesin bir sınırı yoktur. Bu nedenle de Arap dünyasında son dönemlerde şöyle bir gelişme gözleniyor. Alim yerine ‘ilim talebesi/talibi ilim’ ifadesini kullanmayı yeğliyorlar. İlim talebesi sürekli öğrenendir. Alim bazen yanlış çağrışımlar yaptırıyor. İlmin son kertesine, sınırına gelmiş ve bütün kademeleri aşmış gibi algılanıyor. Kapsül gibi ilmi yutmuş birisi olarak algılanıyor! İlmin son durağında olduğu kanaati uyanıyor. Halbuki sadece esma-i ilahiyeden olan ‘alim’ ismi sınırsız ilim vasfına tekabül eder. Son durak Allah’ın ‘alim’ sıfatıdır. Böyle bir durum beşer için mevzubahis olamaz. Alim ifadesi ilmin son durağına ulaştığı kanaati uyandırıyor. Tabii ki bu algı yanlıştır. Allah’tan başka kimse için ilmin son durağı bulunmuyor. Bilgiyi kuşatan onu var eden ve malum kılan bizzat ve yegane varlık Cenab-ı Haktır. İlim öğrenmek bir tekamül sürecidir. Ömür boyu da tamamlanmaz. Bu nedenle de hadisler bize yatay ve dikey enlem ve boylamlarda ilim öğrenmemizi salık verir. Sözgelimi ‘utlubu’l ilme mine’l mehdi ile’llahdi ‘ifadesi bunlardan birisidir. İnsanlığı beşikten mezara kadar ki süre içinde ilim öğrenmeye çağırıyor, teşvik ediyor. Bir zamanlar ‘ömür boyu aşk’ diye moda bir ifade türemişti. Bu bitmeyen aşk demektir. Eğitim de öyle bitmeyen bir süreçtir. Bunun bir de coğrafi alanı ve vüs’ati yani genişliği de vardır. Bu anlamda “İlim Çin’de de olsa ona tâlip olun. Çünkü ilim her Müslümana farzdır.” Denilmiştir (Beyhakî, Şuabu’l-İman-Beyrut, 1410, 2/253). Demek ki derinliğiyle genişliğiyle ilmi her vasatta ve zamanda aramalı ve tahsil etmeliyiz. Son dönemlerde meslek içi eğitim denilerek bunun yolu açılmıştır. Bu kesintisiz eğitimdir. Kısaca anlatılanlardan eğitimin yaşı olmadığını ve her yaşın eğitim için müsait yaş olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Buna dair tarihi bir anekdot ve nükte şöyledir:
Abbasî halîfelerinden Me’mûn, meclisindeki âlimlerle fıkhî mes’eleleri konuşurken, amcası İbrahim bin Mehdî içeriye girdi.
Me’mûn ona:
Amca, bu âlimlerin söyledikleri hakkında sen ne dersin? diye sordu. Amcası:
Ey mü’minlerin emîri! Çocukluğumuzda bizi, birtakım şeylerle meşgul ettiler. İhtiyarlığımızda da biz kendimizi meşgul ettik… Böylece ilimden mahrum kaldık, dedi.
Me’mûn, bunun üzerine:
Şimdi okumanızda ne mâni vardır? deyince, amcası:
Bizim gibi ihtiyarlara okumak yakışır mı? diye cevap verdi.
Me’mûn:
Evet, vallâhi ilim talebesi olarak ölmen, cehâlete kanaat ederek yaşamandan hayırlıdır, dedi.
Amcası:
Ne zamana kadar okumak bana yakışır? diye sorunca da, halîfe Me’mûn:
Hayat sana yakıştığı (yani hayatta olduğun) müddetçe… cevabını verdi.
İslamiyet daima insanlığı müspete doğru yönlendirmiştir. Eğitim ve öğretim alanında nesillerin yarışı söz konusudur. Bu nedenle insan sadece kendisi için değil çevresi ve toplumu ve insanlık için de tahsil eder. Zira tahsili nispetinde onlara faydalı hale gelir. Çevresine ışık saçar. Öldükten sonra geride bırakılan sadaka-i cariye hükmünde olan hususlardan birisi de ilim ve ilim araç ve gereçleridir. Yazılan eserler nesiller arasında manevi ve ilim köprüsü kurar. Sözgelimi geride yazılı eser bırakmak, kitap ve kütüphane bırakmak bu kabildendir. Geride bırakılan kitaplar veya araç gereçler insanlığın ortak mirasıdır. Nesl-i atilerin istifadesine bırakılarak maarif ürünleri ve fazilet ebedileştirilmektedir. İmam Rabbani’nin kullandığı ‘telahuku efkar’ tabiri pekala bu anlattıklarımıza tercüman olmaktadır. Fikirler bütünü ve demeti eğitim ve kitaplar aracılığıyla nesilden nesle aktarılır. Önceki nesiller ve geride bıraktıkları ilmi miras, manevi bir hazine olarak yeni nesillere hizmetine sunuldukça ve aktarıldıkça onlar için pusula hükmüne geçer ve gelecekle kuracakları köprünün zeminini teşkil edecektir. Nesillerin ilmi mirası böylece zayi olmadan elden ele dolaşır.
Özü bozulmamış dinler ve özünü ve korunu koruyan son din olarak İslamiyet daima müspet ve yapıcı davranışa teşvik etmiştir. Sözgelimi hadiste yapılan bir tavsiye şudur: biriniz kıyamet koptuğuna şahit olsa bile elinde bir fide bulunuyorsa onu diksin. Kıyametle birlikte dünya hayatı son bulacak ama yine de fide dikmek faydalı bir şeydir. İslamiyet sadece çevreci değil fart-ı çevrecidir. Sonucuna bakmadan bu müspet eylem icra edilecektir. Ancak bu şuurla ve duyguyla bizden önceki nesillerden aldıklarımızı bizden sonraki nesillere aktarabiliriz.
Dünya yaşadıkça yeşile ve canlılara düşkün olmamız gerektiği gibi ömür boyunca da ilim tahsiline yani öğrenmeye odaklanmalı ve bunu sürdürmeliyiz. Bilgi bilgiçliği ve iddiayı ortadan kaldırır. İnsanı kıvama sokar. Ahlakı damıtır. Belki bazen ömür boyu ilim tahsili yolunda kişiye melel ve yorgunluk arız olabilir. Lakin bu yorgunluğu Molla Ramazan’ın, oğlu Muhammed Said Ramazan el Buti’ye tavsiye ettiği gibi yine ilmin vitesini değiştirerek aşmak; branşları arasında dolaşarak, gezinerek, atmosferi yenileyerek atmak mümkündür.