Mustafa Özcan
Geçmişte Avrupa kentlerinden birisinde seyahat ederken metro veya tramvayda insanların kitaplarına ya da gazetelerine gömüldüklerini, kapandıklarını görebilirdiniz. Bunlardan bir kısmı ciddi kitaplar olmayabilir. Fiction yani roman ve hikaye kabilinden kurgu yüklü veya dolu kitaplar olabilir. Çok az kısmı nonfiction dedikleri kurgusal olmayan boyuttaki kitaplardır. Herkes de takdir eder ki kurgu olmayan kitaplar gürültülü değil daha dingin ortamların kitaplarıdır. Bununla birlikte bazen insan ortama adapte olduğunda ciddi kitapları da gürültülü ortamlarda bile roman türü eğlence ve zevke hitap eden kitaplarla aynı rahatlıkta okuyabiliyor. ABD’ye nazaran Avrupa’da daha oturmuş, köklü bir kültür var. Alışkanlıklarından birisi de okuma alışkanlığıdır. ABD’de ise insanlar vakitlerini televizyon başlarında geçiriyorlar. Belki şimdi akıllı telefonlar üzerinden sosyal medya ile meşgul olabilirler. Doğu toplumları ise daha ziyade eğlenceye düşkünler, tabiler. Bu nedenle evde televizyon seyrediyor dışarıda ise akıllı telefonlarla ve sosyal medya ile vakit geçiriyorlar. Böylece faydasız ilim hamulesi yüklenmiş oluyorlar. Evet şark toplumu düzenli okumayı pek sevmezdi lakin mümeyyiz vasıflarından birisi sohbet kültürü idi. Okumama alışkanlığını sohbet alışkanlığıyla giderir, telafi ederdi.
Bilgi sözel olarak veya sohbet üzerinden teati edilir, aktarılır ve paylaşılırdı. Şark toplumlarının en önemli rükünlerinden ve göstergelerinden birisi ağırlıklı sohbet kültürü ve ortamı idi. O da teknolojinin azizliğine uğradı ve zemin kaybetti. Hala matbaa geç geldi gitti derken başka bir alanda zemin ayaklarımızın altından kayıyor. Bu da sohbet kültürüdür. Artık şark toplumları bu özelliklerini yitiriyorlar. Ne acı! Veya bu hasletlerini teknolojik gelişmelere kurban verdiler. Ne yazık ki bu yönümüz sosyal medya üzerinden önemli bir yara aldı. Sohbet mesafesindeki insanlar telefonla konuşuyorlar. Ferdiyetçi bir toplum yapısına veya anlayışa sahip olan Batılıların ise bu süreçte bizim kadar fazla kayıpları olmadı. Onlar teknoloji gelişse de aynı kulvarda kaldılar. Geçmişte metroda kitap veya gazete okumayla vakit geçirirken şimdi belki gazeteyi sibernetik alanda internet üzerinden okuyorlar. Bizde ise seviye, sınıf atlama olmadı aynı kulvarda kaldık. Evde televizyonda seyrettiğimiz eğlence programlarını akıllı telefonlarda sosyal medya üzerinden takibe koyulduk. Okuma sorunumuz yerli yerinde duruyor.
İsrail savunma bakanlarından Moşe Dayan’ın Araplarla ilgili ilginç bir tespiti var. Der ki: “Araplar okumazlar. Okusalar da anlamazlar. Anlasalar da kavramazlar. Kavrasalar da uygulamazlar…”Bir başka ifadesi daha çarpıcı. “Beni Arapların silahlanması değil düzene girmesi korkutur. Araplar ne kadar silah ve zahire edinirlerse edinsinler endişe etmem. Ama otobüse düzenli binmeleri beni korkutur.” Kısaca birlikte hareket etmeyen, dağınık bir Arap toplumunun kendilerini endişelendirmeyeceğini söyler. Haksız mı?
UNESCO’nun 2021 verilerine göre bir milyonluk kitlede Arapların payına düşen kitap miktarı sayısı sadece 30. Buna mukabil her bir milyon kişide Avrupalıya 854 kitap düşüyor. Fark çok açık. Neredeyse 30 kat bir farktan söz etmek mümkün. Arap dünyasında yıllık olarak toplam yayınlanan, basılan kitap başlığı veya çeşidi sayısı 40 ile 60 bin arasında değişiyor, seyrediyor. Bu sayı tek başına Türkiye ya da İtalya veya Güney Kore ortalamasına eşit. Kısaca 400 milyonluk Arap dünyası nüfusu, 80 milyonu fazla aşmayan Türkiye kadar kitap basıyor. Araplar eskilerin tabiriyle havaic-i asliye denilen temel ihtiyaçlarına yöneliyorlar. Kitap edinmek yerine gelirlerini gıda, mesken ve eğitime harcıyorlar. Kitap edinmeyi havaic-i asliyeden saymıyorlar. Hatta lüzumsuz gördükleri de söylenebilir. Hatta o bölgede aydın insan potansiyel olarak tehlikeli görülüyor. Okur insan zanlı insandır. Tehlikeli insandır, düzeni değiştirmeye kalkışabilir!
Sahi kitap edinmek temel mi yoksa türev bir ihtiyaç mı? Araplar ihtiyacı üç kısımda ele alıyorlar. Temel ihtiyaçlar, türev ya da tamamlayıcı ihtiyaçlar ve lüks ihtiyaçlar. Kitap edinmenin birinci kısma girmediği kesin. Lakin kalan hangi kısma giriyor bu da net değil. Siyasi olarak baskı ortamı da Arap insanının kültüre düşkünlüğünü törpülüyor. Beklentisi, umudu olmayanın ilgisi de olmuyor.
Mısır halkının yüzde 64’ü, Lübnan halkının yüzde 66’sı, Suudi Arabistan halkının yüzde 25’i, Tunus halkının yüzde 39’u ve Fas halkının yüzde 83’ü okuma yazma bilse de okumuyor.
Arap veya İslam dünyasının hilafına kitap edinmek Batı ülkelerinde teşvik ediliyor. Kitap basımında ve dağıtımında devlet kaynaklı teşvikler yüzde 75’e kadar çıkıyor. Geriye okurun payına yüzde 25’lik bir masraf kalıyor. Arap veya İslam ülkelerinde ise böyle teşvikler ve sistematik yardımlar bulunmuyor. Ancak propaganda amaçlı devlet güdümlü kitap projelerine destek veriliyor. Mesela geçmişte Mısır’da Suzan Mübarek’in himayesinde aydınlanma serisinin basılması gibi. Bu nedenle de Arap yayıncılar bütün masraflarını yüzde 90 nispetinde okura yüklüyorlar. Ya da kar marjları çok düşük kalıyor. Bununla birlikte İngiltere’nin İngilizce yayınlanan kitaplardaki rolü ve ticari gelirleri gibi bir zamanlar Mısır ve ardından da Lübnan İslami ve tarihi kitapların basımından dolayı İslam dünyasının gözdesi olmuş ve gemilerle kitap ihracında ve sevkiyatında bulunmuştur. Kimileri 1976 yılında Lübnan’da patlak veren iç savaşı da ülkenin bu rolüne yani kitap basımına bağlamıştır. Bunun doğru veya yanlış olup olmadığını bilmiyoruz lakin bir zamanlar Türkiye’de en zor işlerden birisi Arap dünyasından kitap getirtmek veya sınırlardan sokmaktı. Bu mesele milli güvenliğe takılıyordu. Demek ki Lübnan iç savaşıyla ilgili tez garip gelse de pek yabana atılacak cinsten gözükmüyor!
İslam dünyasında okur-yazar oranı arttı ama gerçek anlamda okur sayısı artmadı. Okur-yazar oranının artmasıyla birlikte ümmilik gitti ama nitelikli ümmilik devam ediyor.