Neoliberalizmi temel alan okulların görevleri arasında çocukların ve gençlerin sadrını genişletmek diye bir çabadan bahsedilmez. Dahası ciddi bir fedakârlık duygusu geliştirme gayretinden de söz edilmez. Hatta ahlak diye derdi bile yok okulların. Sadece bizim değil, hemen hiçbir ülkenin eğitim sisteminde bu tür hasletler, onun var olma nedeni değildir. Olsa olsa örtük faydalar arasında yer almaktadır. Bunların da esas maksadı, öğretimin hatta endoktrinasyonun sağlam bir şekilde yer etmesini sağlamaktır.
Dünya, liberalizmin kulvarında yolculuğunu sürdürürken, eğitim sistemleri de bu yolculukta kendine düşeni yerine getirmektedir. Yani, liberalizme uygun bir insan yetiştirmeye gayret etmektedir. Liberalizmle serbestleştirilmiş bu birey, sınırlandırmaya isyan etmekte, herhangi bir yönlendirmeye kuşku ile bakmaktadır.
Nereye gittiğini bilmeyerek gitmeyi ama sadece gitmeyi şiar edinmiş birey yetiştiren eğitim sistemleri, yönlendirmeyi özgürlüğe atılmış bir pranga olarak gösteren neoliberal diskurla da hemhal olunca, kişiden ahlakı aldı, böylece ahlaktan türeyen hukukun da seküler olmasını sağladı. Gelinen noktada gelişmek bilgili olmakla, eğitim diplomayla, hukuk yasayla, insan da zekâsıyla eşitlenir oldu.
Tüm bu gelişmeler kendine özgü doğrular oluşturdu. Bunlardan biri de eğitimin insanın dış dünyasıyla ilgili olduğu, insanın sadrının kendine ait olduğudur. İnsanın sadrının gelişmesi, kişiye ait bir mesele olarak kaldı. Liberalizmin büyülü dünyası da, insanın kendine tahsis edilmiş içiyle ilgilenmesine imkan sağlayamadı. Ve okullar, dışardan bakıldığında lüks bir minare ama içeriye girildiğinde bir virane olan insan yetiştirmeye kendini adadı.
Hayır, bu bir yanılgıdır. Hem de öğretilmiş bir yanılgı. Hayat artık böyle diye, doğrular yıkılmış veya ortadan kalkmış değildir. Taş devri taşlar bittiği için bitmedi. Taşlar hep var oldu, olacak da. Çağın yörüngesi değişti diye, eğitimin asıl gayesi olan sadrı genişletmek, ahlakı korumak ve geliştirmek ortadan kalkmış değildir. Çağ değişebilir ama eğitimin tabiatı değişmez. Çünkü insanın tabiatı değişmez.
Eğitim, ahlak demektir. Ahlak yoksa eğitim yoktur. Ahlak ise, insanın kendisi dışında kalan insanlar ve diğer varlıkları kendinden daha değerli ve önemli görmesi demektir. “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”in hayatın her anına içkin olması, ahlaklı toplumun özelliğidir.
Okulların diğerini, ötekiyi önceleyen bir ruha sahip olan bireyler yetiştirmesi pekâlâ mümkündür. Modern, seküler ve neoliberal okulların, hayatın mistik, metafizik, aşkın, kültürel hatta dini okuma biçimini öncelemediği bir gerçek. Ancak, okullar böyle oldu diye bu okuma biçimi ortadan kalkmış değildir. Olan şey, okuma biçiminde bir tercihin yapıldığıdır. Tercih edilen paradigmanın eğitim sistemleri nasıl seküler bir okuma biçimini özendiriyorsa, dayatıyorsa veya önceliyorsa, tercih edilecek ya da edilmesi gereken kültürel paradigmanın kültürel okuma biçimi de bir süre sonra insanlarda ve toplumda karşılığını bulacaktır. Marifetin iltifata tabi olduğu bakidir çünkü. O zaman Anadolu’nun kadim kültürünün yetiştirdiği insanın sadrı geniş olacak, eğitim ahlakı merkeze alacak, kültürü ise pisti olacaktır.
Sonuç olarak; eğitimin içinde bulunduğu şartlar, bir tercihin sonucudur. Seküler, modern ve batı merkezli düşünme biçimlerinin hâkim olduğu Türk eğitim sistemi, şu haliyle, ne Türk, ne eğitim ne de sistemdir. Kendisine ait olmayan eğitim sisteminde yetişenler, bu nedenle, bir kimlik sorunu yaşamaktadır. Bu kimlik ise, ancak, kültürle kazanılır. Kültür temelli eğitim sistemi için ise, liberalizmle, neoliberalizmle ve sekülerizmle hesaplaşılması lazım. Bu fikir hesaplaşması yapılmadan bağsız, bağımsız ve hür yani kültür temelli eğitim sistemi kurmak mümkün değildir. Uzun süreden beri
dillendirilen millilik yahut yerlilik söyleminin eğitim ve kültürde hayata geçirilememesinin nedeni de, bu fikir hesaplaşmasının yapılmamasıdır.