eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Az Bulutlu
12°C
Ankara
12°C
Az Bulutlu
Çarşamba Hafif Yağmurlu
11°C
Perşembe Hafif Yağmurlu
10°C
Cuma Hafif Yağmurlu
9°C
Cumartesi Çok Bulutlu
9°C

Neden Eğitimi Düzeltemiyoruz?

Neden Eğitimi Düzeltemiyoruz?

Eğitimi neredeyse 200 yıldır düzeltemiyoruz, çünkü batıya giden gemide doğuya koşuyoruz.

Sonra da hayıflanıyoruz neden doğuya gidemiyorum diye.

Fransa’dan okul yapısını, İngiltere’den müfredatı, Amerika’dan popüler eğitimi alıyoruz.

Finlandiya gibi PİSA da başarılı, Japon gibi kültürüne düşkün, Arap gibi muhafazakâr, Alman gibi çalışkan olmak istiyoruz.

Hedefler Amerika’dan, hayaller Sen nehri yakasından.

Olunmak istenen evrensel bir insan, olunan uçak balık, yüzen kuş…

Oysa balık uçmaz, kuş yüzmez, insan öykünmez.

Her canlının bir özelliği olduğu gibi her toplumun da belli bir kimliği vardır.

Bu kimlik bizi onlardan, onları bizden farklı kılar. Bu farklılık, özelliktir.

Özelliğimiz güzelliğimizdir. Kimliğimizi oluşturan şey ise kültürümüzdür. Kültürümüz özelliğimiz, dolayısıyla güzelliğimizdir.

O halde eğitimin kültür üzerine bina edilmesi gerekir.

Aksi takdirde özelliğimiz yani güzelliğimiz olmaz. Kültür bu güzelliği, bakış açısı kazandırarak verir.  Kültürün esas işlevi de budur zaten. Onun verdiği bakış açısı, bir çeşit okuma biçimidir.

Hayatı, eşyayı, varlıkları okuma biçiminiz sizin kimliğinizdir.

Kur’an’ın “ikra”yla hayatımıza girmesi bu nedenle önemlidir.

Bu “ikra”, Müslümana okuma biçimi verir. Onun dünyasında, dünyada olan her şey, başkalaşır. Bu teorinin, soyutun, düşüncenin, toplum hayatına müdahale etmesine, görünür olmasına ise kültür denir.

Okulda öğretmenin amacı bu “ikra”yı derslerde öğrenciye kazandırmaktır.

Müfredatında amacı ise bu “ikra”yı konulara göre, derslere göre tasnif etmek, anlamayı kolaylaştırmaktır. Her ders, okuma biçimini hem kazandırır hem de her şeyi bir diğeriyle birleştirir.

Misal, tarih okunanı anlatır, edebiyat okumayı verir, matematik düzenler, kimya kurgular, biyoloji yaşatır.

Bunların hepsi bir yerde birleşir. O da “ikra”dır. Bunun dışında oluşan eğitim, sizin değil başkalarınındır.

Bu nedenle siz değil, o başkaları düzenlemeli ve düzeltmelidir. Bu düzeltmeyi de kendi kültürüne göre yapar doğal olarak.

Bir zamanlar biz, eğitimimizi düzeltsin ve bize akıl versin diye Amerika’dan birini (John Dewey) çağırmıştık. Adam(cağız) üç ay kaldı, gitti.

Sonra bir rapor gönderdi. Raporda genel olarak şunları diyordu: Eğitiminizin bir hedefi olsun.

Hür, müstakil ve laik olsun.  Eğitimde ahlak önemli olsun.

Eğitim konusunda yabancılardan yararlanın. Onlar ne yapmış bakın. Oralara öğrenci gönderin.

İlk bakışta bu yabancının sözlerinde sorun yok gibidir.

Bunun iki nedeni var; birincisi bizim o adamın dediği gibi olmamız nedeniyle sorunu göremeyişimizdir. İkincisi ise bunun dışında bir yol olmayışına inanmamızdır.

Esasında bu yabancı bizim David Livingstone’muzdur.

David, ondokuzuncu yüzyılda Afrika ülkelerinde sömürgeyi kurumsallaştıran bir İskoçtur.  David Livingstone’nun orda yaptığını, John Dewey burada bize yaptı. Tek farkla; David Afrika’ya kendi gitmişti, Dewey’i ise biz çağırdık. David Afrika’nın yer altını almaya gitmişti, Dewey’e Anadolu’nun ruhunu biz vermiştik.

Netice olarak Dewey bize sekülerliği getirdi. Seküler kültür de seküler eğitimi getirdi.

Böylelikle “İkra” köşesine çekildi, oku, “piyasaya” çıktı, okul oldu. Sonraları bu piyasaya yerli Deweyler geldi. Tıpkı David Livingstone’nin kendi adamlarını yetiştirerek, çekip gittiği gibi.

Uzun süreden beri bu deweyler eğitimi yönetti. Ona ruh kattı. Hala da yönetmeye devam ediyor. Arada bir kendine ezberletilen kültürel deyimleri mırıldanınca, ”tamam oldu, işte bu bizim sistem” sanılıyor.

Tıpkı Amerikan büyükelçileri ilk defa atanıp da havaalanında Türkçe “merhaba, ben Türkiye’yi çok seviyorum” dediğinde bizim aydınımızın duyduğu içten sempati gibi, sempati duyuluyor. Değişen bir şey yok garpta ve şarkta. Olan, şekil değiştirerek devam ediyor.

Eğitimimizi düzeltemiyoruz.

Çünkü eğitim, bizim eğitim değil.

Bu nedenle kültürümüzü temel alan bir eğitim kurulmalıdır.

Ve öğretmenin yetiştirilmesiyle, müfredatıyla, eğitim yönetimiyle, programıyla köşesine çekilen “ikra”yı davet etmeliyiz.

Ancak o zaman eğitimin aksaklıkları olursa düzeltilebilir. Bu nedenle mevcut eğitim düzeltilecek bir eğitim değil, miadı dolmuş bir eğitimdir.

Son sözü Ziya Paşa söylesin: “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, Zira bu terazi bu kadar sikleti çekmez”.

ETİKETLER: , , , ,
Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.