Zaman pratikte çeşitli şekillerde kullanılır. Mesela, “zaman sana uymazsa sen zamana uy” tavsiyesi sürekli tekrarlanır. Yani biz zaman içreyiz. Onunla hemhaliz. Zamanda olup bitenlerin derin etkisindeyiz. Onları silkip atamıyoruz. En azından kendi zamanımızdayız.
Necip Fazıl bu açıdan zamanın insanı, genci aldattığını, eğip büktüğünü, şekillendirdiğini, alıp alıp götürdüğünü vurgular. Zaman, bu yönüyle bir fâciredir. Şuh, çekici, cezbedici, ne istediği belli olmayan aldatıcı bir kadın!
Bazen intikamcı, inkılapçı, imtihancı bir facire. Gençlik! Onu bilecek. Şuurunda olacak. Onun hilelerine, “kaş altından göz oynatmalarına” kanmayacak. Ve onu zapt edecek, visaline çekecek. Hakiki erkek, delikanlı, mânevî mânâda. İşte genç bu!
Burada gençlik zamanı bend ediyor. Onu kendi yapısında inşayla tecelli ettiriyor. Oluşun zemini gençliğin dünyasıyla varlık kazanıyor. Üretiliyor. Eğer zamanı bir daire olarak düşünürsek (Einstein de böyle düşünür), yani boşlukta akan, kıvrılan, sonsuza akan bir daire.
Dairenin en üst noktasından merkeze bir çizgi çekilirse, çizgi dairenin tek noktası ile temas eder. İçinde de dışında da değildir, tek noktası ile temas halindedir. İşte gençlik bu!
Çizgi hayat çizgisi, zaman da daire… Zaman yürür, hayat çizgisi yürür ve gençlik her an yer değiştirerek temastadır. Daire ile temas noktasının sağı solu yaşlılık ve çocukluk makamlarıdır. Genç bu nasibin şuurunda olan ve mesuliyetini yüklenendir. Böyle bir mecburiyetin altına girendir. Üstad, bu açıdan gence, gençliğe müdahane etmez, yalvarmaz, yağ çekmez, kapısında dilenmez, onu davasına sahip çıkmaya, mesuliyetini yüklenmeye davet eder. Bu yolda nice çileye, ıstıraba katlanmaya, ter dökmeye, olmaya, aşka, vecde çağırır. Mesele gencin ruhunun imanla dolması ve kutsal emaneti yüklenebilecek bir yapıya ermesidir. Yahut mükellefiyetini bilmesi. Ve kol kol, nesil nesil emaneti bir sonraki nesle aktarması.
Zindandan Mehmed’e Mektup’ta Mehmed böyle bir gençliği sembolize eder ve nihayet şuna inanır: Neticede üstün gelecek olan Hakk’tır. Alıntılanan mısralarda dile getirilen bu gerçektir:
“Yarın elbet bizim elbet bizimdir,
Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir.”
Böyle bir gençlik sadece ne biyoloji ne de fiziktir. Hem ruh adelesi hem de maddedir. Üstad’ın “ruh adelesi” dediği hayat hamlesini var eden hassadır. Ruh adelesi pörsümüş, çürümüşse ister genç ister ihtiyar olsun o sadece bir laşedir. Madde adelesi pörsümüş olsa da, ruh adelesi yerindeyse o gençtir. Tarihte böyle niceleri vardır. Batı’da Goethe, Doğu’da Sadi. Bunlar ölecekleri ana kadar duyarlılıklarını kaybetmezler. Çile ve ıstıraba katlanırlar. Böylece her an gençtirler. Şeyh Galib’in Sadi için (80 yaşında Gülistan’ı yazması dolayısiyle); “Hengami haremde söylemiştir” (Pir olduğu demde söylemiştir) değerlendirmesi fevkâlededir ve bu tür ihtiyar gençleri sembolize eder. Evet Üstad, bir gün bu davanın böyle bir gençliğin elinde gerçekleşeceğine inanır. Bu yüzden Türk milletinin ebedi varlığına ve bunu davasına adayacak olan gençliği dur eder.