Belki de meseleleri, davayı bir sistem dahilinde anlamak insanoğlunun en büyük haysiyeti olan düşünme sayesindedir. Üstad da gençliğin her şeyden önce düşünmesini ister ve ölçüyü kor: Önce Peygamber buyruğunu ne zaman unuttuk ise (ki o bir anlık düşünmeyi 60 yıllık nafile ibadete eş sayar) o günden beri düşünmeyi de unuttuk. Öyle ki Descartes’ın o meşhur “düşünüyorum o halde varım” mottosu tüm Batı’yı uyandırıp atağı kaldırmasına rağmen bize teğet geçer. Tefekkür en soylu tarafımızdır. Kur’an pek çok ayetinde bizi buna çağırır. Üstelik Batı’yı yapan temel güç te tefekkürdür. Bilim, teknoloji, sanat onun çocuğudur.
Ve Üstad neleri düşünmemiz gereğini sıralar. Bu çağrı gençliğin şahsında tüm Müslümanlaradır.
Dünyada olup bitenleri düşün!
Tarihini, inkılapları, ihanetleri düşün!
Kayıplarını, nelerden mahrum edildiğini düşün!
Kafaların nasıl birer meşin yuvarlak haline getirildiğini düşün!
Davanı düşün! Niçin bugüne kadar hakkıyla anlaşılıp yaşanmadığını düşün!
Ve kendini, görevini düşün! Böyle bir manzara karşısında neler yapabileceğini, nelere talip olabileceğini düşün! Ve düşünmenin, düşünme hassasının çalıştırıldığında nelere kadir olabileceğini düşün! Ve nihayet bütün bu olan bitenlerden suçlu sen değilsin. Suçu kimlere yüklemen gerek onu düşün!
İkbal de aynı hususta hayli dertlidir. Müslümanların düşünmediklerinden yakınır. Bizleri, tabiatı, yaratılmışı tefekküre çağırır.
İkbal’e kulak verirsek o,
Bu dağları, ovaları, çölleri ve nehirleri görmemizi, bilmemizi ve okumamızı ister ve Müslümanlara şöyle seslenir:
“Ey uykuya dalmış afyonlu kafa;
Bu âlemi boş ve aşağılık sanma!
Onu fethet yoksa o seni fetheder.
Ellerini dağların kanına batır!
Denizlerin dibinden parlak inciler çıkar,
…
Zekânı bütün gücüyle araştırmanın hizmetine koy
Ve fethet bütün dünyayı maddesi ve manasıyla” (Saiyidain, 2003: 127).
Şüphesiz bu ölçüde zor, ağır, ihmal edilmiş bir görevi yüklenmek kolay değil. Her genç, her Müslüman böyle bir mesuliyeti yüklenmeye talip olamaz. Kendini ehil, hazır göremez. Üstad bu yüzden taliplerin ciddi bir hazırlık döneminden geçmelerini düşünür.
Güç, Zor Ama Soylu Bir Göreve Hazırlanma: “Zehirle Pişmiş Aşı Yeme”
Zehirle pişmiş aşı yeme yahut bir ömrü Hakk’a adama. Bu yapıldığında Hak, nice acılardan tatlılar var eder. Çıkarsın erik ağacına, Yunus gibi, anda yersin üzümü. İşte Fatih, bu acıya taliplerden biri. Görelim bakalım ne diyor?
“İmtisal-i cahid-ü fillahtır niyetim,
Din-i İslamîn mücerred gayretidir gayretim.
Ey Mehemmed (sav), mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile,
Umaram galib ola a’da’yı dine devletim.”
Fatih’ten sonra nelerin tecelli ettiğini biliyoruz. Sen, Fatih olursan Hak acıları bal eyler. Üstad gençliği Fatihler, Alpaslanlar, Yavuzlar olmaya çağırır. Bu hazırlığın ilk adımı kendini temizlemedir. Necip Fazıl’ın böyle bir ameliyeden neyi kastettiği ve neyi beklediği önemli.